- 637 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
-HANGİ ECEVİT?-(8)
28 Şubat sürecinde MGK’da, Gülen’in orduya sızma girişiminden ve çeşitli faaliyetlerinden rahatsızlık duyduklarını söyleyen komutanlara Başbakan Yardımcısı Ecevit karşı çıkmaktadır.
Ecevit, ‘‘Siz, Gülen’in geçmişinden yola çıkarak bu kanıya varıyorsunuz. Kendisini tanısanız bunları söylemezdiniz. İnsanlar değişip gelişebilir’’ demektedir.
Bu ve benzeri yaklaşımları üzerinden merhum siyaset adamımız nezdinde de doğal olarak bir takım sorgulama ve eleştiriler yürütülmektedir. Öyle ya, Başbakan yardımcısı ve devamında Başbakan olarak görevde bulunduğu bir evreye karşılık geliyorsa, değil mi?
Kuşkusuz bu eleştirilerin “kantarın topuzunu kaçırmak” misali bir hal aldığı durumlarda yok değildir. Nedeni çok basit aslında. Bugün FETÖ örgütlenmesi olarak aldığımız ve haklı olarak lanetlediğimiz sürecin temellenip, yapılanması yetmişlere kadar inmektedir. 12 Eylülün, hareketin meşru bir zemin kazanması yönünde katkıları yine sorgulanan hususlardan olmaktadır. Daha sonra ANAP eksenli sivil hükûmet döneminde de süreç işlemektedir. Rahmetli Özal’ın son zamanlarında Gülen’e duyduğu güvensizlik ve mesafeyi vurguladığı bir söylemi de nakledilen hususlar arasındadır şüphesiz. Yine merhum siyasilerimizden Erbakan ve partisi ile Fethullah Gülen arasında bir kan uyuşmazlığına işaret edilmektedir.
Buna karşın sağın ve solun muhtelif kesimleri üzerinde artan bir nüfuzdan söz etmek yanıltıcı olmayacaktır zannımca.
Medya, aydın ve siyasi katmanlarda Gülen’i ve hareketini etkinleştiren birçok unsur bulunabilir şüphesiz. Vaizlikten gelen bir insanın benzerlerinden ayrılarak enternasyonal bir kimlik kazanmasında yerleşik eğitime bağlı olmayan bir takım meziyetlere sahip olması ve beraberinde bu yönlerinin hakim iç ve dış güçlerin dikkatini çekip değerlendirilmesi kaçınılmaz bir hususiyet arz etmekte açıkçası.
Ne ki, halk arasında etkinlik kazanmasıyla aydın, sanatçı, siyasi kesimlerde etkinleşmesinin dinamikleri farklıdır. Cemaatiyle kurduğu irtibat bazında alırsak, vaazları esnasında göz yaşlarına boğulduğu anlar dikkat çekicidir. Bu bir tür ağlama krizleri enteresandır. Bir hocanın ses tonundaki hassasiyetle, Kur’an okuyuşundaki musikiyle kitleyi ağlatması çok doğaldır da; kendisinin ağlaması neye delalettir?
Deyim yerindeyse bir komedyenin, mizah adamının yaptığı esprilere izleyicinin gülmesi beklenir. Esprilerine kendi gülen bir güldürü sanatçısının kitle üzerinde bırakacağı intiba ne olur ya da? Oysa Gülen’in ağlamaları müritlerince garipsenmiyor, katbekat bağlılık uyandırıyordu bilakis.
Ünlü psikiyatrist Freud hayatta olsa ve Gülen’e tanık olsa hiç evlenmemiş olmasına mı bağlardı bu hıçkırıkları yoksa? Buradaki duygusal boşalmanın yaşamının nirengi noktası üzerinden kanalize olduğunu düşünmek mübalağa mıdır acaba? Tabi bağlıları kâfir değil mi, başka ne beklenir ki der, kale almazlardı Freud’u.
Sözüme mim koyun lütfen, kişinin özel yaşantısına dair bir hususun mahiyeti değil söz konusu olan. Kişi evlenir evlenmez kendisine ait bir alandır son tahlilde. Ne var ki, teatral bir duruşun psikolojik arkaplanındaki dokunuşun mesleği dolayısıyla dinsel bir hüviyet kazanması babında bir duygu sömürüsü menbaına dönüşüyorsa ciddi bir problemin start noktası halini de alabilir.
Kaldı ki, İslam dini insanın psikolojik ihtiyaçlarına sırt çevirmez hiçbir dem. Ve hassasiyetle durur konu üzerinde. Hz. Peygamberin yaşamı boyunca muhtelif izdivaçlar yapması ve beraberinde evlenmeyi salık vermesindeki inceliğe eğilmek gerekir. Her gün oruca karar verdiğini söyleyen bir sahabiye peygamberimiz eşiyle de ilgilenmesi gerektiğini hatırlatırken, kendisinin her gün oruç tutmadığını vurgulamak suretiyle aşırı gitmekten men edecektir kişiyi. İslam bir manastır düzeni getirmez hiçbir dem. Oysa bu dinin tarihine bakıyoruz; peygamberi müteakip evlilikler yapmış bir dinde, evlenmemesi üzerinden idealizmiyle övdüğümüz evliyalar din adamları peyda olmakta toplumsal alanda. Bunu sorgulayanında neredeyse dinine halel geldiğini zannedecek derecede kaptırıyoruz bazen.
Kuşkusuz aydın ve sanatçılara Gülen’de ilginç gelen öge farklılık arz eder. Farklı inanç ve düşünce gruplarına karşı kullandığı ılımlı üslup akla gelebilir. Daha da önemlisi kültürel düzlemde kendisini yetiştirmiş insan profili dikkat çekici bir enstruman olmaktadır. Halbuki, bu yanıltıcı etkenin uluslararası arenada da yansımaları vardır. İki binlerin başlarında yabancı bir yayında dünyanın en büyük entelektüeli gösterildiği hatırlardadır sanırım. Peki böyle bir mukayese neyi gösterir? Mason ve Siyonist alemin seni lanse etmediği söylenebilir mi? Benzer yayınlarda Orhan Pamuk ve rahmetli ilahiyatçımız Yaşar Nuri Öztürk’de ilk sıraları süslerdi kimi zaman. Burada sorun Pamuk’un romancılığının değeri ya da Yaşar Nuri’nin bir ilahiyatçı olarak birikiminin derecesi değil. Bunun yabancı mahfillerce kullanılıp kullanılmadığı ve ülkemize dönük bir algı yönetiminin parçası kılınıp kılınmadığı olmalı.
Peki, ünlü siyaset adamımız Bülent Ecevit’in Fethullah Gülen’e bakış açısı hangi çizgide, frekansta cereyan etmektedir?
Bu, salt bir saygı perspektifine bağlı olmayıp; Gülen’in çağdaş düşünceli bir din adamı olduğu inancına dayanmaktadır. Döneminde kimi sanatçı ve bilim insanlarımızın hatta Atatürkçü, Kemalist, sol gelenekten gelen simaların Gülen algısı da bu yönde cereyan etmektedir. Hiç kuşkusuz Gülen, iletişim metotlarını etkin kullanan; teatral bir duruş, davranış, konuşma yetisi yüksek bir insan olmaktadır.
Demem o ki, liberal muhafazakâr, islami yapıların ben onun ne mal olduğunu anladım da ah şu lanet aydınlar, entel liboşlar, kozmopolit solcular söylemlerinin abur cuburdan öteye hiçbir özelliği bulunmamaktadır. Bu durum ne yazık ki, günümüzün kendisinden olmayan herkesi FETÖ parantezine almak, bir tür günah keçisi imal etmek garabetinden kaynaklanan “çamur atta izi kalsın” yanılsamasından beslenen siyasi kirliliğin nişanesidir.
Şu kadar ki, Ecevit’in Gülen’e karşı geliştirdiği olumlu yaklaşımın kişisel bir hoşgörü, tolerans aralığına bağlı olmayıp siyasi konumu gereği sosyo politik neticeler doğurduğu da bir realite olmaktadır. O salt yurtdışında Türk okulları açılmasına sevindi, hepsi bu demek doğru mu acaba? Jakoben Kemalist yapılara karşı Gülen’i savunmakta ve kollamaktadır son tahlilde.
Ancak bunu politik bir angajmandan ziyade inanç ve samimiyet modunda yapmaktadır. Karşı taraf için konu politik bir zeminde algılanıp, değerlendirilse dahi. Neden bakın?
Daha önceki bölümlerde vurguladığım gibi Ecevit içinden çıkıp geldiği aydın kesimin siyasi, düşünsel yapısı itibariyle Atatürkçü, Kemalist, sol eğilim ve çizgilerden beslenmekte ve fakat bu ideolojik/politik anlayış biçimlerine eleştirel bir mesafe de duymaktadır. Tek parti dönemi ve devamı bürokratik, askeri, devletçi, elitist yapılarla sorgulayıcı, tenkitçi bir bağı vardır hani.
Bu yapıların ise muhtelif sanatsal ürünlere de yansıyan ölçekte bir din, gelenek ve din adamı tipolojisi bulunmaktadır. Önemli ölçüde erken Cumhuriyetin Osmanlı ve İslam dünyasının çöküş evrelerine tanıklık etmekten kaynaklanan negatif siyasal tutumundan beslenen bir sosyo kültürel yapılanma sanatsal ve edebi alanda da mayalanmaktadır. Din ve geleneğe karşılık gelen olgu, kavram ve insan tipleri genel olarak flu, karaltılı, puslu özellik göstermektedir.
Ecevit’in ilk yetişme evresinden farklı olarak solda da tarihsellikle, gelenekle olumlu bağ kuran sanat ve düşün insanlarıyla sosyal ve düşünsel irtibat kurması onu bu alanda açmakta, genişletmekte, kimliğine derinlik kazandırmaktadır. Ne ki, aynı durum içinden çıkıp geldiği muhitin özelliklerine göre paradoksal biçimde bir yumuşak karnı da peyda etmektedir. Kemalizme eleştirel bakan sosyal demokrat ve demokratik sol arayış ve gelişim çizgisi Gülen parantezinde kaçınılmaz bir yanılgıya düşmektedir.
Yanı sıra bizde kimi aydın kesimlerin zaafı halini alan, içeride hemen hiçbir din adamına güvenmeyen, beri yandan Victor Hugo’nun “Sefiller” romanındaki hayal mahsulü karakterin sıcaklığını duyumsayan, düşleyen yanılsamanın manyetik burgaçlarında aradığı modern, çağdaş düşünceli din adamını bulduğunu zannedip dostu üzerken, düşmanı tebessüme sevk etmektedir açıkça.
Buradan çıkan somut netice ise geçen asırda kaldığını, devrini çoktan doldurduğunu zannettiğimiz, ihtimal Karaoğlan’ın kendisinin dahi öyle sandığı Kemalizme halen ihtiyaç bulunduğu noktainazarından alınmalıdır kanımca. Hiç kuşkusuz doktriner bir taassupla değil, amma velakin laik ulusalcı bir çizgiyle bilinçli bağlar kurmak kaydıyla.
-DEVAMI VAR-
L.T.
YORUMLAR
ecevit deyince aklıma merve kavakçı olayı gelirdi sadece... ne kıbrıs ne amerikan üslerini kapatması pek umurumda olmazdı. çünkü kadını meclisten nasıl kovduğunu youtube'dan izlediğimde kendisinden tiksinmiştim. bu nasıl bir zihniyet diye düşündüm, bu ne aşağılık bir zihniyet...
insanları iyi ve kötü diye ayırmak kolayımıza gelir. siyah veya beyaz.. o klişe durum.. griyi anlayamamak durumu.. sizin açıkçası bazen pek de anlayamadığım ecevit yazı dizinizi okuyunca bir merak uyandı. ekşi sözlükte biraz baktım. can dündar'ın hazırladığı belgeseli seyrettim. bbc'de ingilizce röportajını dinledim. konuşan gerçek bir siyaset bilimciydi. çıkarlarımız, sadece amerikaya bağlı olmamızın bizim için yarattığı tehdit ve şöyle bir lafı vardı: bizim nato'ya vereceğimiz destek, nato'nun bize vereceği ile aynı orantıda olacaktır.
rahşan hanımla olan evliliklerini gördüm. ne düğün ne gelinlik... bir şair ve bir ressamın sade ve mutlu yuvası.. kıbrıs'ı gördüm. milliyetçiliği... ne güzel söylemiş: biz milliyetçiliği demirel'den, türkeş'ten öğrenecek değiliz. biz milliyetçiliği sokak duvarlarına değil; kıbrıs'ın dağlarına, batı anadolu'nun haşhaş tarlalarına, egenin serin ve derin sularına yazdık...
halkçı ecevit, karaoğlan, üçüncü adam...
şimdi ilk baştaki tezim, oluşan antitezim üzerine yıkılmak üzere.. o zaman başlıktaki gibi soruyorum: hangi ecevit!
Mehmet Ali Akça tarafından 5/11/2019 12:35:21 AM zamanında düzenlenmiştir.
levent taner
Özlü bir yorum yaptığınızı görüyorum
Merve Kavakçı'ya karşı tavrını tasvip ettiğimi söyleyemem, ne o vakit ne bugün
Anayasal prosedüre vurgu yapsa bile hatta 28 Şubat sürecinin devam etmekte olması ve askerin müdahale eğilimine karşı bir ihtiyat çizgisi olsa dahi
En az düşünce kadar üslupta değerli olmalı ve dahi değerlidir de
Beri yandan samimi yorumunuz şurada en değerli husustur nazarımda
Çünkü okumak nezaketi gösterenler ve hele yorum düşenler olmasa yazının tek başına hiçbir değeri olmazdı
Bu bağlamda, katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Hayırlı ramazanlar dilerim
Saygı ve selamlarımla...
Levent Bey ne farkederki? Bizim insanımız okuma özürlü. Hazırcı tembel bir millet. Kitabı okumaktansa Hocaya sorayım kafasındalar. Ecevit farklı mı yani Ya da Demirel vs.. Hala tarikatlar artarak devam etmekte. Gülen biter ali başlar seyfettin vs başlar. Biz el etek yalamayı da severiz hani:) Başkasına kul olmayı da. Menfaatimiz oldumu yapmayacağımız şey yok. Şimdi nasıl torpilsiz işe bile giremiyorsak yükselemiyorsak o zamanlar da başbakan olunmuyordu demekki:) Şimdikiler de gülen köpeğinin eteğini öperek oraları işgal etmiyorlar mı dedim ve gittim:)
levent taner
İnkârı kabil olmayan hususlara değinmiş, işin özünü vermişsiniz kuşkusuz
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
Yine çok ilginç ve bir o kadarda düşündürücü bir yazı. Toplumda sol görüşün bir temsilcisi olan Bülent Ecevit bile Gülen rüzgarına kapılmış bir zamanlar... Tabi bunda Gülen'in kendini iyi kamufle edip Dinlerarası Diyalog saçmalığı ile toplumun gözünü boyama durumlarınında etkisi var mutlaka... Rahmetli Turgut Özal ve rahmetli Necmettin Erbakan'ın Gülen ile yıldızlarının bir türlü barışmaması da kanımca toplumun yararına bir sosyolojik olay. Kim bilir belki de 15 Temmuz kalkışması yeterli zemin bulsa çok daha önceleri yapılacak, yapılanlarda yutturulmaya çalışılacaktı... Yine de zamanın siyasilerinin Gülen'in palazlanmasında ve 15 Temmuzda ki veballerini tarih kitapları yazacaktır ileri ki yıllarda...
levent taner
İşin özünü vermişsiniz kuşkusuz
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...