- 775 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
-HANGİ ECEVİT?-(7)
Bir devrin bunalımlı yılları 1977’nin ortalarına gelindiğinde genel seçimi gündeme getirmektedir. CHP’nin Taksim mitinginde Ecevit’e suikast yapılacağı bahsi gündeme gelir. Bunu da bizzat Başbakan Demirel, Ecevit’e mektupla bildirir. Ne ki, Ecevit mitinge katılmaktan vazgeçmez. Mitingde şöyle konuşacaktır:
"Halk, düzeni değiştirme kararını verdi. Dursam beni aşar..."
Merhum siyaset adamımızın yetmişli yıllarda yaptığı çıkışın halk nezdinde yankılanma düzeyi bu cümlede saklıdır bir bakıma.
Kontrgerilla ya da Gladio kavramının devreye girdiği yıllardır aynı zamanda. Kuşkusuz bu tip yapılanmaların uluslararası düzlemde siyasal, düşünsel kaynağını soğuk savaş dönemiyle birlikte şekillenen doğu/batı bloklaşması ekseninde okuyabiliriz. Ülkemiz bağlamında da 1945 sonrası Sovyet tehdidi üzerinden batıyla bütünleşme yönünde izlediğimiz devlet politikalarına kadar indirmek mümkün. Açıktır ki, soğuk savaş döneminde ülkemizde cereyan eden tüm askeri müdahaleler NATO konseptlerinin tatbikine bağlıdır. Ne var ki, yıllarca müdahalenin sağcısına solcusuna inandığımız/inandırıldığımız ölçüde konuya gerçekçi bir gözle eğilmedik ve sağlıklı sonuçlara varamadık.
Evet kontrgerilla yapılanması da NATO ve Amerika’nın anti komünist/Sovyet çizgide müttefiki olan ülkelerde örgütlenmesini önümüze koymaktadır. 12 Mart muhtırasıyla beraber ülkemizde netlik, belirginlik kazandığı görülür. Hükûmetler düzeyinde ise ilk defa Ecevit tarafından vurgulandığı söylenebilir. Bunda da 1978’de bir suikaste kurban giden Savcı Doğan Öz’ün konuyla ilgili olarak hazırladığı rapor yönlendirici olmaktadır.
Ecevit’in önünde bu tip problemler olduğu gibi partisi içerisinde de parti içi muhalefete bağlı şekillenen aşılması gereken sorunlar bulunmaktadır.
Öyleki liderle parti arasında uçurum açılmaktadır giderek. 1976’da bir kurultay arefesinde "CHP içindeki çekişmeler konusunda benim gösterebileceğim hoşgörü sınırı, halkın göstereceği hoşgörüdür, hoşgörümü onun ötesinde sürdürme hakkına sahip olmadığımı bilerek hareket edeceğim." Şeklinde söylediği sözler bu durumu teyit eder nitelikte olmalı.
Açıkçası yetmişlerin son demleri bu tip parti içi çalkantıları önümüze koymaktadır. Bu durum üzerinde 78-79 evresinin gerek anarşi ve terörle gerekse ekonomik darboğazla kuşatılmış başarısız hükûmet modeli kadar, liderle gruplar arasında yaşanan -kemikleşmiş parti yapılanmasına bağlı hizipleşmeden kaynağını aldığını düşündüğüm- zıddiyet atmosferi de etkili olmaktadır kuşkusuz.
Nihayet, 12 Eylülü müteakip Ecevit ile CHP arasındaki siyasi bağ kopmaktadır. Bunun Ecevit ya da CHP’den kaynaklanmadığı belirleyici ögenin ihtilal koşulları olduğu da öne sürülmektedir kimi zaman. Askerin tüm partileri kapatmak eğiliminde olmasını aşabilmek için Ecevit’in bu yönde karar aldığı hususu da dile getirilmektedir hani.
“Küllerinden Doğan Lider Karaoğlan” başlıklı makalesinde araştırmacı Eren Sarı bu hususlara değinmektedir sözgelimi. O sancılı günlerden birinde "Evet. Durum farklıdır. 12 Eylül, Osmanlı dönemi dahil en radikal müdahaledir. Bunlar partileri de kapatacaklar. Sanılıyor ki, film koptu, koptuğu yerden bağlanacak ve devam edecek. Hayır, film devam etmeyecek. Vizyona yeni film sürecekler." Derken Ecevit, İnönü’nün ünlü "Asker başarılı olduğu zaman kışlaya döner" sözünün gereğini yerine getirmeyi ve bunu çabuklaştırmak için 12 Eylül yönetimine yardımcı olmayı mı benimsiyordu yoksa?
Buna karşın ünlü tarihçimiz İlber Ortaylı “Sayın’ hitabını siyasete sokan saygın siyasetçi: Bülent Ecevit” başlıklı yazısında “1980 sonrası Hamzakoy’da gözaltını takiben Ecevit’in üçüncü dönemi başladı. Bu dönemde haklı olarak CHP’nin kendi içindeki siyasi uyumsuzluğunu reddetti. Birlikte çalıştığı bürokratlar ve milletvekillerinin hepsiyle alakasını kesti. Bu isimler, onunla görüşmeyi dahi başaramadılar. Bu çok sert bir tedbirdi ama galiba CHP’yle ilgiyi kesmek için radikal ve zorunlu bir tavırdı. Yeni seçmen odaklarına yöneldi. Kafkasya ve Balkan göçmenleri, kurduğu yeni partiyi destekleyen kesimler haline geldi.” Demektedir. Bu anlatım, Ecevit’in kararlı biçimde denenmişi denemek istemediği şeklinde de okunabilir basitçe.
Şu kadar ki, bu iki değerlendirmenin bende uyandırdığı izlenim; kısa vadede gerçekçi bir yaklaşım dairesinde, ihtilalin şekillendirdiği statükonun sert ve soğuk rüzgârlarında savrulmaksızın uzun soluklu bir politik dönüşümü temellendirmek isteyen bir siyasi iradeyi gözlemek yönünde cereyan etmektedir.
Bu çerçevede Ecevit, 12 Eylül hakkında muhtelif yayınlarda kimi eleştirel yazılarda kaleme almaktadır. Bu bağlamda aldığımızda darbe yönetimine karşı 12 Mart sürecindeki aykırı tutumunun bir örneğini sergilemekte, buna karşılık sıkıyönetim mahkemesi tarafından mahkûmiyetle cezalandırılmaktadır.
Devamında ise, ara dönem sona erip sivil rejime dönüldüğünde yepyeni bir parti nüvelenmektedir. Demokratik Sol Parti evet. Şu kadar ki, siyasi yasaklar sürmekte olduğundan dolayı 14 Kasım 1985’de parti Rahşan Ecevit tarafından kurulmaktadır. Beraberinde ilk genel başkanda Rahşan hanım olacaktır. Ta ki, 1987’de eski siyasi liderler üzerindeki yasakların kaldırılmasıyla sonuçlanacak evet/hayır referandumuna kadar.
Bu tarihten itibaren aktif siyasete dönen Bülent Ecevit partisiyle birlikte 1999 seçimleri de dahil olmak üzere giderek yükselen bir grafik çizmektedir.
Bu evrede ülke meseleleri konusunda farklı ve bir o kadar da özgün düşünceler ürettiği görülmektedir. Sözgelimi 1989’da, teröre dönük olarak; Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki olayların önlenmesi için Ingiltere’nin Kuzey İrlanda Bakanlığı gibi bir bölge bakanhğının kurulmasını, ama bakanın orada oturması gerektiğini vurgulamaktadır.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki terör olaylan konusunda gorev yapan ordu kuvvetlerinin, sadece sınır koruması ile ilgilenmesini isteyen Ecevit, bu konudaki görüşlerini şöyle anlatmaktadır: "Ordu düşmana karşı eğitim gördüğu için bölgede görev yaparken de ona göre davramyor. Örneğin bir cenaze töreni için önlem almaya kalksa, sanki Kıbns’a çıkarma yapacak gibi hazırlanıyor. Bölgeden orduyu çekip, sivil kuvvetler görevlendirilmeli. Ordu kendi görevine dönmeli, sadece sınır korumayla ilgilenmeli. Jandarmaya da artık yeni bir nitelik ve işlerlik kazandırmalı. Jandarma, bir yandan İçişleri Bakanlığı’na bir yandan da komuta bakımından orduya bağlı. Bölgedeki olayların üzerine gidecek sivil ekipler yetiştirilmeli. Burada görevlendirilecek güvenlik güçleri için ciddi bir örgiitlenme ve egitim gerekli. Bu konuda oldukça geç kalındı. Ama bir an evvel çözüm için başlanabilir."
Yine 2’inci Özal döneminin göçmenler konusunda izlediği siyaset ve yaptığı çalışmaların sıcaklığını duyurduğu bu evrede; "Göçmenlere sağlanan iş nedeniyle işsiz vatandaşların işkillenmesi, kuşkuya kapılması acı ama gerçek. Bu durumda olanları da rahatsız etmeyecek çözümler bulunmalı. Bu gelenler aslında işbilir, disiplinli çalışkan insanlar. Bunları fabrikalara işçi olarak yerleştirmek yerine kredi verip kendi işletmelerini kurmalan sağlanmalı. Aslında itiraf etmek lazım ki kolay değil. Hangi memlekete bu kadar göçmen gelse sorunu çözümlemek güç. Ama bunlar iyi tarımcı insanlar. Örnegin İmroz gibi adalar var. Goçmenler buralara yerleştirilebilir. Buralarda tarım işletmeleri kurabilirler. Bunun için desteklenmeli, kredi verilmeli."şeklinde görüşlerini geliştirmektedir.
Gazeteci yazar Hulki Cevizoğlu ise “Dış Türkler Bakanlığı” başlıklı yazısında; Bülent Ecevit, 1987’de Dış Türkler Bakanlığını “Seçim Bildirgesine” bile koymuştu. Adı da şöyleydi: “Göçmenler ve Başka Ülkelerdeki Türkler Bakanlığı” demektedir.
Cevizoğlu’nun yazısında aktardığına göre Ecevit şunları söylemektedir:
“Sovyetler Birliği’ndeki Türk kökenli gruplar veya uluslarla kültürel ilişkilerimizi çok geliştirmeliyiz. O arada Türkçe’nin ülkeden ülkeye farklılaşması sürecini olabildiğince önlemeye, Türkiye Türkçesi’ni Dış Türkler arasında da yaygınlaştırmaya, en azından kolay anlaşılır duruma getirmeye, öylelikle dil birliğimizi ve köprümüzü pekiştirmeye çalışmalıyız.” Derken devamında ise
“Başka ülkelerin uyruğu olan Türklerle ilgilenmekten kaçınamayız. Biz ilgilenmezsek başkaları ilgilenir; başkaları da hem o Türklere ve yaşadıkları ülkelere, hatta genel anlamda uluslararası ilişkilere, hem de Türkiye’ye zarar verebilecek biçimde ilgilenir. “ demektedir.
Göründüğü üzere 1980’ler ve 90’ların başları bir siyasi liderin cevval zihin işleyişini ve müsbet düşüncelerini önümüze koymaktadır. Bunda ülkedeki genel siyasi atmosferinde etkisi olmaktadır kanımca. Demem şu ki, 12 Eylülün getirdiği otoriter baskıcı ara dönemi takiben rahmetli Özal’ın başbakan ve cumhurbaşkanlığı dairesinde görevde olduğu, beraberinde ise statükoya karşı çıkan politika ve uygulamalarının sıcaklığını duyurduğu bir evrenin izdüşümü de yabana atılmamalı.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Yazıyı okudum,sonucu nereye bağlayacağınızı,başlık harici anlamış değilim yazının son haliyle yorum yazma niyetindeyim,PROLETERİN(emekçi olduğunun farkına varmış,diylektik anlamda felsefe görüşüne sahip olan emekçi) 1Mayıs Bayramını kutlarım,selamla.
levent taner
''zıpkın gibi fişek gibi" yorumunuzla küçük burjuva komplekslerimi delip geçseniz de, ne gam!
O değil de hocam, hayat görgü ve tecrübeniz değerli elbette
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
değerli levent hocam;
bu yazıyı gündeme ve zamanımıza uyarladığımda; galiba yeni karaoğlanlar ve özallar bekliyor siyaset camiasını...
aslında eğitimli aklı başında olan insanlar lider beklemez, lider aramaz, ortak doğruyu bulur devam eder değil mi?
nasıl bir demokrasi dersek mesela; her cenah kendi fikrini, istediğini yazıya döküp özetleyecek ve bir sonuç cümlesi çıkaracak.. her cenahtan gelen sonuç cümlelerini devlet yönetimi gerçekleştirme programına gireceğiz ve çalıştır butonuna basacağız; bilgisayar yazılımı bize, anayasayı veya nasıl bir ortak payda, ortak doğru istediğimizi önümüze serecek ve öyle devam edeceğiz..iştişare sonucunu bilgisayar yazılımı sunacak bize..:)
dünyada her alanda meydana gelen gelişmeler (hem olumlu hem olumsuz yönden) başımı döndürüyor..ihtimal başımız döne döne bir seda bırakıp gideceğiz dünyadan.
velhasılı; ilgiyle takibe devam diyorum bu yazı dizisini.
saygılarımla..
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...