- 801 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
DURAAAN TEYİP ALIYOOO !
DURAAAN TEYİP ALIYOOO OĞLUUUM !
1970’li yıllarda Türkiye de doğru dürüst, uzun ömürlü ve istikrarlı hükümetler kurulamıyor, gerek ekonomi, gerek dış ilişkiler bundan kötü yönde etkileniyordu. Dış ülkelerde elçilerimiz öldürülüyor, Kıbrıs harekatındaki başarımız yüzünden Amerika haşhaş ekimini bahane edip ambargo uyguluyor, ülke karaborsacıların ellerindeki ürünleri iç piyasaya satmayıp stoklamalarından dolayı kuyruklardan başını alamıyordu.
Ülke genelinde öğrenci olayları, bunun devamında önceleri ufak tefek sokak çatışmaları, sonraları önü alınamayan olaylar oluyor, grev ve yürüyüşlerin, boykotların arkası kesilmiyor, ilk önceleri “yollar yürümekle aşınmaz” denilirken bunların önü alınamıyor, hükümetlere verilen muhtıraların ardı arkası kesilmiyor, şapkayı alıp giden tekrar azınlık hükümeti veya M.C.’li koalisyon hükümetlerini kurmayaçağrılıyordu. Yetmişli yılların sonlarına gelindiğinde ülkeyi azınlık hükümeti yönetiyor, “benzin vaadı da içtik mi” diyen Başbakan az buçuk milleti kuyruklardan kurtarıyordu ama ülkedeki kaosun arkası kesilmiyor, iktidar ve muhalefet partileri bir araya gelipte Cumhurbaşkanı’nı dahi seçemiyorlardı.
İşçiler, memurlar derneklere ayrılıyor, ülkede kurtarılmış bölgeler oluşuyor, misafirliğe gidenler çevrilip sağcı mısın, solcu musun diye tartaklanıyor, dinci bir partiye de oy vermeyenler cehenneme gidiyordu. Sağ ve sol ayrımcılığı çatışmalara dönüşüyor, önceleri ufak tefek olan olaylar kahve taramalarına kadar varıyor, günde elli atmışa varan insanlar ölüyordu. Bir Mayıs İşçi Bayramları anlamını yitirmiş, büyük çatışmalara sahne oluyor, insanlar ölüyor, son zamanlarda bunlara, halklara, özgürlük sloganları ekleniyor, hatırlanmasını istemediğimiz görüntüler boy boy TV ekranlarında yer alıyordu.
Ülkede can güvenliği olmadığından vatandaş silahlanma gereksinimi duyuyor, bu da silah tüccarları ve taşeronlarının ekmeğine yağ sürüyor, oldukça büyük bir Pazar payı oluşuyordu. Ülkedeki iktidarsızlık yıllarca bu kişilerin işine yaramış, ekmeklerini bu sektörden (kan döken şerden) çıkarmışlardı.
12 Eylül 1980 sabahı Türk Silahlı Kuvvetleri Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren liderliğinde yaptıkları darbeyle idareye el koyup olayların önüne geçmiş oldular. (Bu bir öyküdür, doğrusu yanlışı tarihindir.) Hiç değilse bir nebze olsun ülkedeki insan kanı akışı durmuş, olaylar oluyorsa da yasaklardan dolayı gazete, radyo ve TV’lerde yayınlarına rastlanmıyordu.
İhtilalin olmasıyla ülke genelinde silah, mermi alım-satımı durmuş, bu işleri yapan firmalar ve taşeronları gelir kaybına uğramış, sermayesi olanlar yasal olmayan başka işlere yönelmiş, çoğu taşeronları ise evine ekmek götüremeyecek kadar naçar durumlara düşmüşlerdi.
Dalakçı köyünden Polis Mehmet Ali ihtilaldan yirmiyedi ya da yirmi sekiz yıl önce amca oğlu Çolak Duran’la Mucur’da bir lokantada basit bir tartışma sonrası istemeden kaza kurşunu ile Kocanın Mahmut denen şahsın ölümüne neden olurlar.Yıllarca cezaevlerinde hapis yattıktan sonra cezalarını çekip dışarı çıkarlar, geçimleri için namuslarına helal getirmeyecek işler yaparak hayatlarını idame ederler.
Anarşi olaylarının yoğunluk kazandığı son dönemlerde Mehmet Ali de herkesin yaptığı gibi birkaç tabanca beş on mermi alım-satımı yapmış, bir müddet geçimini ister istemez bu yoldan temin etme yolunu seçmişti.
12 Eylül 1980 İhtilali olunca artık bu işleri yapamayan Mehmet Ali maddi ve manevi açıdan çok zor ve badireli günler yaşadı. Delikanlılığının verdiği gururla kendisine sunulan yardımları kabullenmedi. Serde eski kabadayılık vardı, kalkıp kazma kürek işine de gidemezdi, bir de ne olsa yaşlanmıştı da, yavan soğan yiyorsa da bunu kimseye belli etmiyor, yasal olmayan yollardan geçinmeyi aklına dahi getirmiyordu. Yüksek tahsilli olmasa da her köylüsü gibi ağzı iyi laf yapar, yerine göre kalemini konuşturan bir mizacı vardı. Bu durumdan kurtulmanın bir çıkış yolu olmalıydı
Kenan Paşa’ya memuriyetten cezaevine nasıl düştüğünü, çıktıktan sonra çektiği ve yaşadığı sıkıntıları dile getiren, ondan bir iş isteği ricası olan dilekçe yazmaya karar verdi. “Yıllar önce işlenen cinayeti kendisinin değil de amcaoğlu Çolak Duran’ın işlediğini, bu yanlışlıktan dolayıyıllarca haksız yere cezaevine düştüğünü, polislik mesleğinden atıldığını, cezaevinden çıkınca da çoluk çocuğun geçimini temin için az buçuk mermi ve tabanca alım-satımı işine karıştığını, onu da yaparken motosikletiyle jandarmalardan kaçarken bir aksilik sonucu kaza yapıp yaralandığını” anlatan bir dilekçeyi yazıp Milli Güvenlik Konseyine postaladı.
Köylüsü berber Şık Mehmet, Ünal Çarşısı arkasında bulunan iş yerini aksatmaz günlük açar, gelen müşterilerini tıraş eder, eş, dost ve köylüleriyle akşama kadar hasbıhalle vakit geçirir dar gelirli bir esnaf idi. Başı hiç boş kalmaz, herkes onu sever, akşama kadar değinilmedik konu kalmaz, mazide kalmış acı tatlı olaylar dile getirili, sanki tekrar canlandırılırdı. Dini yönden inancı dinlediği bazı asılsız hürafelerden dolayı zayıf olan Mehmet’in eline aşırı dinci birisi düşerse vay haline. Her zaman olduğu gibi o günde dükkan ağzı beraber doluydu. İçerdeki sesler bağırtılı, bazen ağlamalıklı, bazen tartışmalı, dükkan komşularının dikkatini çekecek yükseklikteydi.
Meğerse aradan geçen bunca zaman içerisinde Mehmet Ali’nin dilekçesi konseye ulaşmış, işleme konmuş, Dalakçı köyü Mucur’a bağlı olduğundan dolayı ilçe karakoluna gelen bir yazıyla jandarma Çolak Duran’ın köyüne ulaşmış, Çolak Duran’ı götürdükleri karakolda ifadesini aldıktan sonra Kırşehir jandarma karakoluna getirirler, burada Duran’ın suçsuz olduğuna kanaat getirip serbest bırakırlar. Bundan istifade eden içindeki öfkeyi boşaltmak için Duran soluğu köylüsü Şık Mehmet’in berber dükkanında almış, oradaki bağırtı çağırtının sebebi buymuş. Olayı duyan başta amcası Tilkinin Hüseyin olmak üzere akraba ve köylüleri oraya dolmuştu. Selamdı, çaydı, kahveydi derken geçen zamanla nede olsa Duran az buçu kendisini toparlamıştı.
Tilkinin Hüseyin, “oğlum başından geçenleri bize doğru dürüst anlat da dinleyelim, heyecanlanma ağlama, bağırıp çağırma, meram böyle anlatılmaz, konuyu komşuyu buraya toplamanın ne anlamı var” diyerek yeğeni Duran’a çıkıştı. Bunun üzerine sakinleşen Duran olayı anlatmaya başladı.
“Emmi Dalgara Dağı’nda danaları güdüyodum. (Duran silah mermi alım-satımını pek becerememiş köyünde canlı hayvancılıkla uğraşıyordu.) Ortalığa öğlen sıcağı düşmüş ki buram buram terliyodum. Danaları bu sıcak yüzünden büvelek tutmuş her biri pirem pirem olup etrafa dağılmıştı”. Az bir nefes aldıktan sonra “Onları toparlarken şu ayaklarımın, bacaklarımın halına bak emmi” diyerek çoraplarını çıkarıp pantolonunun iki paçasının dizüstüne kadar toplayarak, çalının, dikenin, taşların, yaraladığı yerlerini gösteriyor, bir yandan da elindeki değnekle kuru zayıf bacaklarına vurarak takır tukur çıkan seslere kendi sesleri karışıyordu.
Duran anlattıkça pareleniyor, ağlamamak için kendini sıktıkça sıkıyor,” belki emmim bana kızar” diye arada- sırada korku ve çekingenlikle emmisine bakıyordu.
“Emmi danaları toplayıp gendimi tam alıç ağacının gölgesine yorgun argın attım ki aniden gelen cendermeler beni apar topar cipe attığı gibi doğru Mucur Karakolunun yolunu tuttular. Danalar orada kaldılar” Emmisi ilk geldiğinde ondan işi sakin sakin anlatmasını istediysede Kuru gürültücü Duranhiç bu huyundan vaz geçermi.
“Güya Goncanın Maamıdı ben öldüresiymişim pulus (polis) Mehmet Ali suçsuzmuş, Kenan Paşa’ya böyle dilekçe yazmış. Benden ne istiyoon kel Tıtııı…Yiimi yedi senelik Goncanın Maamıdı sen mi diridecaan (cinayet işleneli o gün yirmi yedi yıl olmuş) ulan kel Tıtııı” (Mehmet Ali’yi kastediyor kafası keldi) diye bas bas bağırdıktan sonra biraz sakinleşti. “Emmi karakolda cendermeler beni bozulattıktan sonra ifademi alıp Kırşehir’deki cenderme karakoluna getirdiler. Burada bana cinayetle ilgili sorular sorup arada copladılar, sen olsan ne yapan emmi. Benden ne istiyon tıtııı, kel tıtııı”. Az nefes alıp öfke terlerini sildikten sonra,
“Ulan kel Tıtıı Senin eviyin ununu, ekmaanı ben vermiyommu, düğünü, bulgurunu, yağını, yoğurdunu ben getirmiyom mu? Ne istiyon benden kel Tıtııııı” diye bağırıyor, ağlıyor etrafındakiler pür dikkat onu dinliyor, gülmesi tutanlar kendini zar zor dışarı atıyorlardı.
Zaten Duran’ın mizacında bağırmak, çağırmak, kuru gürültü mevcuttu. Berberin tüm dükkan komşuları gibi İpçi Erdoğan da ordaydı, zaten kendisi köy ve köylü hikayelerine bayılır, hele Duran’ın köyündeki yaşanmış mizahi olaylara pür dikkat kulak kesilir, sanki bir bant gibi onları beynine işler, ezberler, dağarcığında toplardı.
Duran’ın berbere gelişini ta başından beri izlemiş, dükkanı tezgahı bir kenara bırakıp olayları dinlerken kendisinden geçmiş adeta duyduklarını beyninde canlandırıp yaşıyordu ki birden birden Tilkinin Hüseyin’in o gür sesiyle gördüğü rüya aleminden uyandı.
“Duraaan, Duraaan Karacaörenli teyp bizi alıyor oğluuum, konuşmalarına dikkat et Duraan, ileri de başımıza kakıç olur Duraaan.
İpçi Erdoğan bu tatlı hatırayı kakıç etmese de teybe alacağını almıştı.
NOT: Mehmet Ali Ağabey’in dilekçesi işe yaramış Belediye’ye bir imtihan sonrası zabıta olmuştu. Öyküde geçenlere Allah rahmet eylesin...
Öyküyü kişileri küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR 10 10 2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.