Şimdiye kadar hiç kimse taklit yoluyla büyüklüğe ulaşamamıştır. -- samuel johnson
belkibirharfimben
belkibirharfimben
@belkibirharfimben

Kapına o gülleri kim bıraktı?

27 Nisan 2019 Cumartesi
Yorum

Kapına o gülleri kim bıraktı?

0

Yorum

1

Beğeni

0,0

Puan

600

Okunma

Kapına o gülleri kim bıraktı?

Kapına o gülleri kim bıraktı?

Demek iman bir mânevî tûbâ-i cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir zakkum-u cehennem tohumunu saklıyor.” İkinci Söz’den.

Tevhid öyle bir bütünlüktür ki varlıkta öncelik-sonralık bırakmaz. Ezel nazarında toplar herşeyi. Kader kitabında toplar. ‘Emir/nehiy-muhatap’ üçgeninde dahi bu bütünlüğün izleri okunur. Yani, Allah birşeyi emrettiğinde veya nehyettiğinde bizlere, sırtımıza yük bırakır gibi istemez. Bize rağmen istemez. Bize karşı istemez. Hesapta olmayan birşeymiş gibi gelmez o bize. Ya? İstediği şey aslında canımızın da çektiğidir. Kısa bir mealiyle “Bundan başka, duman halindeki göğe yöneldi ve hem ona, hem de yeryüzüne ’İsteseniz de, istemeseniz de gelin’ buyurdu. İkisi de ’İsteyerek geldik’ dedi!” diyen Fussilet sûresi de aslında bunu söyler. Çünkü canımız da Allah’ın bir mahluku olarak tevhid bütünlüğüne uygun yaratılmıştır. Ezelde görülmüştür. Kaderde yazılmıştır. Vahid-i Ehad ne emretse veya yasaklasa ’canı isteyerek’ gelir veya gider. Hepsi üzerine yaratıldıkları yasaları tanır.

Evet. Elhamdülillah ki Elhamdülillah. Şeriatta her ne varsa aynı zamanda cana da iyi gelendir onlar. Maruf o bütünlüğe tanıdık olandır. Münker tanıdık gelmeyendir. Reddedilendir. Fakat irade bazen ’ruha iyi gelen’le ’nefse iyi gelen’i birbirinden ayıramaz olur. İnsan tek parça değil bir şirket gibidir. Yaratılışının farklı adaları ve her bir adanın kendine göre bir varlık algısı/kaygısı vardır. Nefsin varlık algısı/kaygısı daha cismanî ve aceleciyken ruhun varlık algısı/kaygısı daha bâkî şeylere bakar. Kalp de bir derece öyledir. Vicdan da. Akıl da. Fakat nefsimiz, cismaniyetimizi varlığımızın tek parçası sandığımız ölçüde, sesi en baskın çıkandır. Ve kendi varlık algısının/kaygısının diğer bütün parçalardan daha önemli olduğuna bizi inandırmaya çalışır. Başarır da çoğu zaman.

Kim kendisine müracaat etse görür bunu: Ruh varlığını hayrı yapmakta ve şerden kaçmakta buluyor. ’Lezzet-i ruhaniye’ dediğimiz şeyler de hayırlı olanı yapmaktan gelen ’geçmeyen lezzet’ler. Ne kadar güzel şey yapsak o kadar geçmeyen lezzet sahibi oluruz. Diyelim: Zor durumda olan bir arkadaşımıza, tam da en ihtiyaç duyduğu bir vakitte, yardım ettik. Bu yardım, bir lezzet-i ruhanî, yani geçmeyen bir ferahlık olarak bizde kalır. Ne zaman hatırlasak mutlu oluruz. Ne zaman anımsasak lezzet duyarız. Allah, ruhun ve kalbin varlık algısına uygun ameller yaptıkça, içimize küçük cennetler bırakır. Rızasına uygun ameller sayısınca cennet zerrecikleri oluşturulur kalbimizde. (Günahta ise, hadis-i şerifte de buyrulduğu gibi, kalp karartan cehennem lekecikleri oluşur.) Cennetlik insan daha cennete gitmeden önce kalbiyle cennete dönüşür. Yüreğinde cenneti yaşar. Dilinde cenneti konuşur. İçinde öteki dünyaya bir delil/nümune bulur. Hem inşaallah. Hem elhamdülillah.

Bu noktada artık diyebiliriz ki: Vicdan sahibine ’tevhid bütünlüğünde iyi gelecek’ şeyleri hatırlatan bir çağrı cihazı gibi öter durur. Fıtrat, tevhid bütünlüğünün bir parçası olarak, o tevhid bütünlüğüne uygun hareket edildiğinde ferahlar, aksi yönde gidildiğinde sızılanır. Bediüzzaman’ın tabiriyle ’fıtrat-ı zişuur’ olan vicdan ’ne için yaratıldığını-yaratılmadığını’ farkeden, hisseden, sezen, sezdiren, hissettiren bir farkındalıktır. Şuurumuz başka birçok alt-şuurun üzerine kurulmuş ve renklerinden beslenen bir üst-şuurdur. Nasıl? Ne demek? Kastettiğim parçalardan herbirinin onlara kulak verdiğimiz ölçüde farkındalığımıza sinyal göndermeleri. İnsan ne zaman bu sinyallere kendini kapatırsa kalbi mühürlenir.

Mürşidimin Birinci Söz’ün ahirinde dediği “Mün’im-i Hakikî, bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir: Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir…” tesbiti ’ücreti nasıl anladığımızla’ bizdeki karşılığı bulacak birşey. Şöyle ifade edeyim onu da: Her insan bu üç ihtiyacı duyar. Yani size birisi bir iyilik ettiğinde veya nimetlendirildiğinizde onu edenin/eyleyenin ismini anmak, ona teşekkür etmek ve onun bu iyiliği/nimeti niye size verdiğini düşünmek istersiniz. Kendisine ona erişmekle sevindiği birşey verilen hangi insan bu üç ihtiyacı duymaz? Kapınıza bir gül bırakılsa, bırakanın ismini bilmek/anmak, niye bıraktığını merakla tefekkür etmek ve ona teşekkür etmek istemez misiniz?

O halde bilmeliyiz ki: Allah’ın bizden istediği ücret insanların istediği türden değildir. Önce ’amel’ sonra ’ücret’ tasarımı yapılmamıştır onda. Ücret ve amel arasında mesafe yoktur. Yani emir/nehiy ile saadet arasında mesafe yoktur. Abdurreşid Şahin abinin Holografik Bakış programında sıklıkla söylediği gibi: “İbadetin karşılığı değil kendisi saadettir.” Tevhid bütünlüğünde hepsi aynı andadır. Ezel hepsini bir görür. Kader hepsini bir yazar. Amel lezzetten ayrılmaz. Saadet eylemden koparılmaz. İman cennetin parçasıdır. Zaten bize emredilenler canımızın da istediği şeylerdir. Yani cennet için çabalamak cenneti yaşamaktır. Bir şartla ki: Can canlılığını Karun gibi kendi ürünü sanmaya. Allah’ın mülkünü mülk edinmeye. Eğer, varlığı sana bağışlanmış hediyeler gibi görmeye başlarsan, hakkında endişe ettiklerinin bile nimet olduklarını görürsün. Varlığa dair ne varsa nimettir. Fakat, maalesef, yalnızlığın sancısını tatmayan kapısına bırakılmış güllerin sahibini aramaz.

Paylaş
Beğenenler
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Kapına o gülleri kim bıraktı? Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Kapına o gülleri kim bıraktı? yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Kapına o gülleri kim bıraktı? yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.