Her Öğretmenin Unutamadığı Öğrencileri Vardır
Köyden gelmiş, geleli 3-4 yıl olmuştu. 70li yıllarda her okulun bitirme sınavları yapılırdı. Öğrenci bu sınavı geçemezse son sınıfı tekrar ederdi. Matematiğim iyi olduğu için Türkçe dersinden yaşadığım sıkıntıyı öğretmenin görmezden gelmiş ve çok kitap okumak şartıyla geçirmişti. Neyse ki İlkokulu sorunsuz bitirebilmiştim ve orta okula başlamıştım.
Türkçeden sıkıntım hala devam ediyordu. Orta birinci sınıfta Türkçeden kalmak demek, Orta birde sınıfta kalmak demekti. O yıllarda baraj dersti. Türkçe öğretmenim, her derste uzun uzun Atatürk’ü anlatır, okuduğu öğretmen lisesine ziyaretinde çakır gözlerine bakmaya doyamadığını, aşık olmuşcasına uzun uzun yaşar gibi edebi bir üslupla anlatırdı. Neredeyse altmışına merdiven dayamıştı yaşı. Öylesine ciddiydi ki, bizi seviyor mu sevmiyor mu anlamak mümkün değildi. Yüzüne bakınca öylesi soğuk gelirdi bakışları. Belki de ön yargılıydım, bilemiyorum. Çünkü Türkçe dersi ve öğretmeni fena halde takıntımdı.
Orta Birinci sınıfta, ne kadar çalıştıysamda, ilk dönem ki iki sınavımda “4”tü. İkinci dönem ilk yazılımda “ 4”tü. Korkmaya başlamış, artık korkunç hayaller görüyordum. Sınıfta kalacaktım belki de… Okulun bitmesine çok az zaman kala öğretmenimiz trafik kazası geçirmiş ve bir ay okula gelememişti. Kendi kendime söz veriyor, eğer okula gelirse çok iyi bir not alacaktım. Bunun içinde sanki yazılı olacakmışım gibi durmadan eski konuları tekrar ediyordum ve çok çalışıyordum. Belirsizlik içinde kalmak ne kadar kötüydü benim için. Bu zamanlarda sabırlı olmakta.
Öğretmenimiz okula geri döndüğünde ilk işi yazılı yapmak olmuştu. Sonuçta hazırdım ve “8” almıştım. Türkçeden geçmiştim. Babama hesap vermekten ve dayaktan da kurtulmuştum. O günlerde bu mutluluk anlatılır cinsten değildi. Sınıfın üçte biri bu dersten geçebilmişti. Ertesi sene başka sınıfla birleştirilmiştik.
Yıllar geçti. Üniversiteye başlamıştım. Bir gün mahallemiz elektrik idaresine evimizin elektrik borcumuzu yatırmak için gitmiştim. Faturayı ödedim ve geriye döndüğümde, Türkçe öğretmenim Hikmet Leblebiciyle göz göze gelmiştik.. Onu tanımıştım ama yıllar geçmişti. İçimden “Beni tanıyamaz. Hem bunamıştır!” dedim. Tam onun yanından geçecektim ki, gözlerime öyle dikkatle baktı ki…“Saffet, insan ne kadar büyürse büyüsün ve değişirse değişsin gözler asla değişmiyor. Nasılsın evladım?“ demez mi. Öylesine gururumu okşamıştı bu durum ama mahcupta olmuştum! O kadar öğrenci okutmasına rağmen bu yaşında adımı bile hatırlamıştı. Kısa bir konuşma yaşadık ve ayrıldık. Bu görüşüm onu son görüşümdü. Bu yazıyı yazarken onun öldüğünü düşünüyorum. Allah’tan rahmet diliyorum.
Bu yazımın hikayesini dinleyen bir dostum, Afyon’da verdiği bir konferansta karşılaştığı kırk sene öncesi öğretmeninin anısını anlattı bana. Öğretmeni dostumdan övgüyle bahsetmiş. Öğretmen dostumun yaşadığını öğrenince, bir sanal iletişim adresinden ulaşmış ona... Bu vesile ile arkadaşıyla konu hakkında konuşmuşlar. Arkadaşına demiş ki, kırk sene oldu öğrenciliği, benden kompozisyon dersinden tek 10 alan öğrenciydi. Onu hiç bir zaman unutamadım. Anlatırken gözleri sulanmış, o çocuksu safi anılarını tekrar yaşar gibi bana anlatmıştı.
Yıllar geçmesine rağmen ismini hala yaşatıyorum beynimde. Günümüzde maalesef böyle ne öğretmenler kaldı ne de öğrenciler. Ne zaman düşünsem, olumsuz yargıyla üzülüyorum bu tatlı anım aklıma gelse… Sizinde var mı böyle anılarınız? Paylaşır mısınız lütfen benimle…
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.