- 649 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
16Suskunluklarımız benlik direncimizi aştı 16.
Yarın diyor geçmişten gelen sesler, yarın her günden farklı başka bir ayrılık şarkısı duyacaksın, içindeki tüm paslar silinecek, karanlık bir gece sonrası olacak bu tüm düşler...
Sahipsizliğimin acısını veya kimsesizliği bir gece yarısı sonrasında öğrenmişken, düşlerimiz o anlardan sonra düştü yolculuğa, sen her düşümün içindeki sahipsizlik hissi, sen her düşümün içindeki gölgen ile cam arkasından baktıkça gecenin geçinden, bilmez miydin o anlarda yüreğimin vurgun yediğini…
Bilmez miydin o anlardan sonra ayyuka düşerdi acılanmalarım, bilmez miydin daha önceki zamanlardan özlemin yanık kokusunu, bilmez miydin gecede kaybolan solukların toplandığı sonsuzluk yerini…
Ve sen sevgili, bilmez miydin kaç bahar gecesinin omuzlarımız eşliğinde bir sonraki kış gecelerinin ayazında donuklaştığını…
Sen sevgili, GECELER BOYU YOLLARIN ADIMLANMALARINI bana öğrettikçe zamanın içinde kaybolduğun kış gecelerindeki ayazlarla yüreğimin donuklaşabileceğini?
İşte geceler boyu yolları adımlamanın sebep olduğu terlerin toplandığı, terlerin aktığı yer... Sonsuzluk yeri...
İşte sevmek, bir avuç ter birikintisiydi çoğu zaman vedasızlıklarla...
Bana yarınların ezikliklerini bıraktıkça, kaç yıla sarkacak bu azabın ölçüsü?
Sevginin savruk acılanmaları ile baş döndürücü telaşlarla, yollara düşüp, her bucakta seni arayıp düşleyeceğimi…
Sana hangi gecemin en geçini hediye edeyim ki, tüm gecikmiş zamanları yüklenen omuzlarımdaki ağırlık ölçüsü bilebilir misin ki?
Kaç yılın kaçıncı gece yarısından sonraki zamanda yaşıyorum sokaklardaki köşe başlarında sensizliğin koyu dramını…
Eskitilmiş yıllara saklanmış tüm umutlarım sende kaldı bunu da biliyorsun, umutsuzlukla yaşamın boşluğunda varlık savaşından korunmanın duruşunu bana tarif ettiğin yıllardı sensizlikle ilk tanıştığım gece yarısı sonrası rüzgarlardı ve ben savunmasızca o rüzgarlara göğüs vururken, boşluktaki yaşamları sana anlatırken, sevginin merhametinden bahsederken bana, şimdilerde bu zalim duygularla yaşamanın boşluğunu sen de biliyor muydun?
Özlemle anılarımda yaşayan sesinle tutunurdum hayatın dallarına…
Şimdilerde kırılmış tüm dalların yokluğundaki savaşın içindeyim…
Ve sadece kendime yetinmek uğraşı içindeyim…
Uzun yıllar geçiyor zamandan, durduramadığım anlar gidiyor, birileri bir yerlerden gidiyor, hep anlar geçiyor…
Hep birileri bir yerlere gidiyor…
Sanki boşalıyor çevremiz…
Her boşalan çevrenin yerine özlemler kalıyor…
Hep gidiliyor.
Onlar gidiyor
Ve sen hiç tanımadıklarınla gidiyorsun.
Bakmıyorsun ve gidiyorsun, hem de bakınmıyorsun hiç…
Oysa ben her an seni gözlüyorum.
Sen de benden uzaklaştıkça, uzaktan gözlerim buruklukla ıslanıyor…
Ve hiç bakınmadan umarsızca gidiyorsun…
En azından buruk hislerin sancıları ile ağlamaklı ve de hayretle bakıyorum, gözlerim her saniye seni takip ediyor…
Bakmıyorsun, bana doğru bakınmıyorsun, baksan orada donuklaşıp kalacağım…
Geriye sadece düşleri ıslanmış bir ben kalıyor tek başına teklikle…
Herkesin ve de senin gittiğin yerdeyim bir başıma, teklikle ve de tüm geçmişimi sırtlamış uzun bir yürüyüş sonunda buluyorum yalnızlığımı…
Yalnızlık tüm kapsamı ile anlatıldığında sadece teklikle senin gitmenle kalıyor bende. Ve ben o teklikle hayatı zorluklarla yaşamın savaşını verirken, özlediğim tek şey vardı o da sen kalabalıklığının gürültüleriydi…
Yarın diyor geçmişten gelen tüm sesler, kabuğuna çekilip kendi benliklerinde verecekleri savunmalarını
Sadece aşka dair umutlar düşünce olarak öne çıkacakları ve yaşam tüm dünlerin seslerinin yokluğunda yeni yeni umutları haykıracaklar…
Vaat edilmiş tüm umutlardır ki yaşama güç katacaklar, her şey, her hareket, her duyu, her anı, sadece yaşanılan zamanların sesleri olacak ve umut gelecek zamanlara sarkarak yaşama güç katacak ve yaşam ve yaşam bu güçlülük portresi ile devam ederken, daha da kolaylaşacak.
Böylece özgüvene bağlı bedensel güçlülük tüm olumsuz olguların alevini söndürecektir…
Galiba aşk gizli kalmalıydı diyor içimden bir ses…
Kimin kimi ne kadar sevdiğini kimse bilmemeliydi. Köşe başları şahit olmalıydı, karşılıklı söylenen cümlelere… Kimse kimseyi sevgi ölçüsünde sorgulamamalıydı.
Konuşmaktan ziyade gözler haykırmalıydı sevdim cümlesini. Düşe kalka geçen zaman boyu artan sevgi ölçüsü ile tüm düşler geleceğe taşınmalıydı.
Sahipsizlik sorgulamaları düşmemeliydi dudaklardan. Sevgi ölçüsüydü yaşama denk düşen nefes almalar ve yarınlar acılanmalardan uzak yaşanacak sevgi taşınmalıydı yarınlara…
Olmadı, olamadı, aslında olmalıydı ama kör bir bakış düşürdü sevgiyi birbirlerinden. Onlar şimdi bir masalın içindeki kendi aşklarını aranıyorlar...
Zaman sahipsizlik ölçüleri ile doluydu.
Kapı arkasındaki sevgiler mezar taşlarına yazıldı. Kim kime küskündü, kim kimden öç almak için nefes alıyordu ve sadece dünlerdeki o saygı uğruna yaşama söz verdiler…
Aslında yazdıkları masalda ayrılık yoktu, öç yoktu, geçmişe duramayasıya iç çekmek yoktu, gülen gözleri olmalıydı, güldükçe huzurları içlerinde kalmalıydı, masalların içinde kendilerini ararken, yeni düşler bulmalıydılar kendilerini gülümsetecek…
Neredesin, gün karasına düştü yüzüm, kara bir bulut baş ucumdan geçerken, geçmişin tüm düşleri göz bebeklerimde seyir halinde ve sen, umutlarımın içindeki düşlerimken, zamanın koyu bir dalgası yüreğimde...
Bu gün pazar ve ben yine seni özleyeceğim,
dalından birçok sonbahar yaprağı düşecek,
içimde bir çok titreyişler olacak,
eminim sen yine kendi kendine dudak büküp,
sinsi bir gülüşün ardına sığınacaksın…
Yine titreyecek dizlerim,
yine havalanacak yüreğim geçmişin rüzgârı ile,
bahse girilmiş ömre uzayacak sözlerin tümü,
tek tek gömülecek geçmişin gölgesine.
Ben yine,
usanmadığımı sanacağım seni sevmekten,
yine
bir rüzgâr dağılacak yükseklerden buralara,
benim düştüğüm bu çukurlara doğru
Ve ben
yine hayata söyleneceğim
terk ettiği ben
ve
yürek çarpmalarım için…
Ve ben
yine düşe kalka yürüyeceğim
tozun dumanın peşinden...
Ellerim titriyor,
bakışlarım bulanık,
geçmişin tüm lekeleri göz diplerimde
ve ben,
yine arsız bir rüzgârın sürüklediği,
anıların peşine düşeceğim şüphesiz…
Ve
gözlerimden düşen tüm yaşlar,
göğsüme yıkılırken,
ben,
geçmişin bezmişliği ile
geleceğin korkularını,
yaşatırken bedenime
yok oluşa uzayacak,
bir yürüyüşte olacak
rotasız adımlarım…
Koca bir boşluk bu,
yol aldığım derinlikler,
koca bir yaşam bu,
gömülen anılarla,
koca bir boşluk bu,
tüm isteklerin gömüldüğü,
koskoca bir yaşam bu,
tüm öfkelerin içine sığmadığı...
Bilerek veya bilmeyerek, aniden bir yürüyüş esnasında zaman kavramını unuturcasına geçen zaman içinde, bir anda aniden kendini karanlığın içindeyken attığın bir şaşkınlık feryadı ile kendine geldiğinde ayrılık düşlerinin verdiği içsel sıkıntı ile insanın canı daha çok yanar…
O anda birden tüm kalabalıklığın gelir aklına. Gülümsediğin zamanlarda başının dönmesini hatırlarsın ve unutamadığın sevgili kahkaha sesleri düşer aklına ki işte o an yeni bir haykırış yükü ile acılanır insan…
Kaç yıllık yaşam kovalamacasıydı bu ve kaç yıla sığan bu acılanmaların sonu nereye uzayacak…
İçin için içimdeki bir yerlerde, eskimiş düşüncelerin içinde yaşıyorum. Çoğu zaman değer üstü değerler verdiğim sevgi adına eziliyorum, belki biraz pişmanlık, belki de o günün coşkularını kaybetmemin içimde bıraktığı yoğun vazgeçişlerin pişmanlığı veya
yaşamda düştüğüm hataların çıkmazlarını, bu günlerde fark etmem garip bir boşluk ve acılanma duygusu veriyordu bedenime. Ve ben hâlâ gülmelerin o eşsiz gizemine ulaşamıyorum…
Yaşamın farkında olmadan benden aldıkları yaşamımın oldukça zor savaşlar yaşamam ve kendi kendimle verilen bu uğraşlar, her iki yönü ile bende kayıplıklar ve kayıp zamanların boşluklarını bırakıyordu…
Öncelikle çoğulda kendimi, kaybettiklerim karşısında hoş göremiyordum. Daha fazla taviz gerektiriyordu belki de nefes alma bedelleri…
Şimdi, sahilde kumsal ötesi deniz uzağında kırsal bir adacığa uzun uzun bakıp, yalnızlığımı ona doğru taşıyıp, ölçü birimi bulmaya çalışıyorum…
Artık her şey bana uzak ve her şey tutunabileceğimden de derinde ve oradaki yüzme mesafesi sanırım birkaç yüz kulaç atımı uzaktaki zorlanmalarda…
Ne garip değil mi, el ele olduğumuz zamanlar şimdi birkaç yüz kulaç atımı uzaktaki zorlanmalarda…
Kayıp zamanlar ve kaydedilemeyen düşlerle geçmişin zaman ölçümü oldukça imkânsızdı sanırım…
Oysa hatırlamak anı çıkışlarında saniyelerle oluyordu ve bu da oldukça hırpalıyordu bedensel acılanmalarım…
Sen sevgili, en yakınımdaki uzaklıkla sevmeleri öğretirken, uzakların gölgelerinde veya karanlıklarında anıların hatırlanmasına beni atman da senin için de oldukça kolay olmadığını, yazdıklarınla biliyorum ama bilmek hiçbir çözüm bu konularda çare olamıyordu…
Sevmenin gizemli ve de bilinmeyen kısmı, bu düşüncelerde saklıydı galiba…
Sonuçta her şey olacağına uzuyordu böylece hayatın engellenemeyen kısımları böyle yaşanıyordu belki de…
Yaşanan tekrarı olamayacak bir aşktı… Ne eksiği kadı, ne de fazlası oldu. Belki de bize yaşanamayanlardı arkasında özlemi bırakan. Belki de yaşananlardı yarım kalmış hevesleri beynimize mıhlayarak doyumsuzluk hisleri ile hasrete sokulduğumuz.
Sadece sevginin özlenilecek kısımları yaşansaydı belki de bu günlerde geriye bakılınca her şey yaşamın içinde vardı, özlemle baş etmeye çalışırken, aklımızda sıralanan…
Sadece kahırlar vardı mezar taşlarına deyimler yazdıracak…
Belki de yaşadıklarımızın önemini anlayamadık o günlerde…
Veya riya ve yalana alışık olmadığımız için her hareketi özveri zannettik…
Ve arda kalan her şey bizi boğarcasına nefeslerimizi tıkayıp, kaldı…
Bunun ardında sadece inanmışlık vardı. bu günlere tırnaklarımızla toprağı deşmelerimize sebep olan…
Her an yaşandığın zamanın içinde kalarak u günlere sadece uzantıları ile can savaşı vermek geçmişi inkâr etmek isteği veya pişmanlık değildi aslında…
Yaşandığı kadarı ile içinde kaldığım sevginin. Bu gün içimde oluşan varlığının canlanması o günlerde o sevginin saygınlığıdır, şüphesiz ama gözü kapalı görmeze gelerek de yaşanan aşktan ziyade çileye uzanıyordu…
Ve bu günlere uzanan o çilelerin bile acılanmalarıma rağmen, benzersiz bir güzelliği olmasına inanmam da pek siyah örtüye sarınmak olmadığını da bilmek farklı ir yaşamın içinde var olmaya çalışmaktı…
Bitmiş bir aşkın, umutsuz bir sevdanın arkasından saydığım bitimsiz günlerin uzayan an zamanlarında kendi kendime kaçıncı pişmanlık yeminleri bunlar, sanki tekrarı olmayacak bir yaşamın tüm umutlarının sonundayım…
Dilimde umutsuzluğa ait yarım parçalar halinde cümleleri tekrarlarken, içim içime doğru sanki sahipsizlik korkuları ile kendime vaz geçilemez cevapları alan sorular soruyorum…
Mesela zamana ait, mesela öfkeye ait, mesela hazmedilemez yaşamların sıkıntılarının bir daha olmazı olmayacak, cümlelerle avutuyorum kendimi…
Öncelikle aceleci olmadan tüm zamanları yaşamlarını yok saymadan kendime ait bir ben, bir benlikle dik durarak kendi gücümü kendimde sınamalıyım…
Hiçbir zaman olması gerektiği gibi yaşamıyoruz kendimize ait zamanları…
Büyük bir heves ve umutla elimize aldığımız bir su bardağını soğuk suyla yazın sıcağında doldurup içmeye hazırlanırken, ne oldu, ne olmadı derken, bardak elimizden kayıp sert bir zeminde parçalara ayrılırken, kırık parçaları bir tarafa özlemi içimizde koruyucu bir dağ gibi o soğuk su bir tarafa doğru yolunu çizerken, içimizden fırlayan öfkeye ile aldırmadan sadece donuk bakışlarımızın ardından bir ömürlük acılar sıralanır durur…
Onca yaşam çizgisinin içindeki bu kadar girdapla elimizde kalan nedir ki bu kadar pişmanlık yaratan?
Bu gün yıllardır ilk defa kendim için arkadaş veya sırdaş oluyorum…Bir birimizle olur olmaz sorulara elde kalanlara, kendime ait neyim var diyebileceğim düşünceler arasında bir yol kıvrımındayım sanki…
Ne istiyorum kendimden veya o ne istiyor benden, olmayan ne var elimde veya olanın çoğu ne?
Ne kadar zaman oldu kendimi huzursuz hissedip mutlu olamadığımı sanmam…
Özlediğim neler yok ki, yaşamımın içinde kalan veya kendimden istediğim neler var?
Mustafa yılmaz
Fotoğraf Didem Bilgiç
YORUMLAR
44 bölüme ulaşan bu yazı bütünlüğü, belki de daha bir kaç yıl yazılarak, uzun bir düşünce köprüsündeki, anımsamalar gibi kalem cümlelerime hükmetmeye çaba gösterecek, elbette bu düşünce dahi gerçekleşmeyebilecek ömür ile çizgi halinde bir yolculuk olacak sanırım...Mustafa yılmaz