Sitoperyaty
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
1.bölüm
Karanlık sokakların kaybedenleri değiliz. Karanlık sokaklarız biz. Ya bize katılıp sokak olursunuz ya da sokaklarda kaybolursunuz.
(Bu kitap tamamen hayal ürünüdür)
Aslında bakarsanız Dünya’ nın gelişimiyle bazı zorluklar oluşacağı en baştan biliniyordu. Nüfus’un artışı... Dünya’nın yaşlanması... Kirlilik... Suç olayları gibi bir çok sebep sonumuzu getirecek sorunun küçük nokta parçacığıydı.Esas sorunlarıysa dünyanın belirli seçkin ailelerin bilmesi bir tarikat gibi görünmesine sebep oluyordu. Özellikle bazı sorunların çözüm yöntemleri tam bir terör biçimiydi ve derin devlet bu ailelere ihtiyaç duyduğu için ağzına emzik verilmiş bebek misali susuyordu. En kötüsü de bunları hiç bilmeyen insanların ot gibi yaşadığı ve asla bunu kabullenmeyip dünyayı biz yönetiyoruz havalarıydı. Biz gerçekleri bilenler ise ki derin devleti parmağımızda oynattığımızı söyleyen bizler sadece onlara bakıp gülümsüyoruz.Kendilerini kandırmaları ve bizi kandırdıklarını sanmalari koca bir saçmalıktı. Dolunay onları kar taneleri olarak düşünse de benim gözümde sadece boş konuşan otlardılar.
Düşüncelerimden uzaklaşıp Dolunay ’ı izlemeye koyuldum. Dünya’daki bilim konusuna fazlasıyla takmıştı. Sorun şuydu ki başlı başına yanlıştı. En kolay örneğiyse bir artı bir’e iki demeleriydi.
Bir artı bir bizim bilim dünyamızda ki dünya dememiz bile bir saçmalık beş ediyordu
Küçük bir bilgi vermek gerekirse gerçekleri bilenler bu gezegene Sitoperya diyorlardı.
Sitoperya son yokoluş anlamına geliyordu. Kurtarılması gereken son yokoluş. Oldukça zordu aslında 16000 gezegen yokoluştan kurtarılamamıştı.
Dolunay’ın kafasını kaldırmayacağını anlamıştım.Bu sefer odak noktam tavanım olacakken duvarımda açılan koca delik kararımı değiştirmeme sebep olmuştu. Dolunay ’ın "Airos"diye bağırması koca gün ses çıkarmamasından dolayı çatlak çıkmıştı.
Bense Airos’u pataklayacagim için mutluydum. Koşarak odaya dalmıştık. Elleri kıpkırmızıydı ve şok olmuş bir şekilde bize bakıyordu.
Bense Airos’u pataklayacağım için mutluydum. Koşarak odaya dalmistik. Elleri kıpkırmızı ydı ve şok olmuş bir şekilde bize bakıyordu.Onu bu halde dövmeme dolunay izin vermezdi. "Dostum sen bir ucubesin kabullensen mi artık" diye söylenmem Dolunay’ı kızdırmıştı.
"Lilith!!!"diye söylenmesi defol odadan anlamına geliyordu.
Evet gerçek adım olmasa da Sitoperya babamız tarafından ki kendisi lanet evren kralı olarak geçer. Bana hediye edildiği için boktan bir gezegen bana Lilith diyorlardı.
Bütün gezegenlerin en kötüsüydü ve bana bir lanet niyetine hediye edilmişti. Ben boka sarınca 1600 kardeşimden ikisi yanıma yollanmış ve dahası da gelecek gibiydi. Gerçekleri bilenler bize itaat ederlerdi ama sorun şu ki nüfusun artışı umrumda değildi. Burası onlara aitti.
Mırıldanarak odama yollandım. Bazen kralın-sözde babamızın- benden neden nefret ettiğini düşünüyordum. Sonuçta Sitoperya gibi bir yer sevdiğin bir evlada veremezsin dimi?
Yatağıma uzanmış derin uyku içinde hayallerini kurarken sarsıntıyla yeri boylamıştım. Gözlerimi kör edecek ışık "lanet olası hangi kardeşim geldi acaba" düşüncemi uyandırmıştı. Daha gelmeyen 1598 kardeşim olduğunu unutmamak gerekti.
Düşüncelerim yarım kalmıştı. Çünkü o hangi kardeşimse beni top gibi ordan oraya atıyor, tutuyor gene atıyordu. Bunun en büyük abimin olduğunu düşünmeye başladım.Sonuçta canilik konusunda en çok babama çeken oydu. Başka kimse onun kadar babama benzeyemezdi. Aslında sadece 250 kardeşimi tanıyordum.
Acı çekmediğimi anlamışcasına daha da hazırlanmıştı. Odaya giren Dolunay’ın "baba dur artık " demesiyle babamız Dave’in oluşu belli olmuştu.
Dolunaya her zaman düşkündü. Onu her zaman dinlerdi yine dinlemiş ve durmuştu. Bense ağzımdan tükürdüğüm parlak sıvıya gülümsüyordum.
"Hosgeldin baba."