- 566 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
544 - ŞAHANE
Onur BİLGE
Şahane,
Hani duyulması ve yayılması istenmeyen bir şey dendiğinde ya da birine bir sır verildiğinde uyarırlar ya biri duyar diye… “Aman ha! Yerin kulağı vardır!” derler ya... “Yerin de kulağı mı olurmuş!” diye akıl yürütülür sonra. Düşünüyorum da… Vardır ya! Neden olmasın! Dağların bile vardır. Hem dağlar duyar da cevaplar da… Dağken dağ, iade de olsa, tekrar da olsa bir ses verir ama sende o yok! Ben burada kendimi paralayayım, sen orada Sağır Sultan gibi otur! Hayır hayır! “Sağır Sultan bile duydu!” derler eskiler. Demek ki o bile duyarmış. O zaman sana ne diyeyim, bilmiyorum!
Dağların kulaklarına, yani tünellerine, mağaralarına fısıldıyorum seni ne kadar çok özlediğimi. Toroslar alınıyor. “Geçit vermiyor muyum! Geç git yanımdan yamacımdan! Üzerimden, tünelimden! Neden diyorsun ki bana? Başka ne gelir elimden!” diyor hal diliyle. Öyle ya… Yerinden kalkıp da yardım mı!
Ağaçlara sarılıyorum, kafayı çektiğimde. Sarılıp başlıyorum ağlamaya zırlamaya. İyice dolmuşum, körkütük sarhoşum. Yalpalaya yalpalaya dolaşıyorum. Ayakta kalmakta güçlük çekiyorum. Yaslanıyorum önüme gelene… Artık ağaç mı olur, elektrik direği mi olur, karşıma ne çıkarsa… Başlıyorum hıçkırıklarla derdimi anlatmaya. Hiç seslenmeden dinliyorlar ya beni, o yeter, teselli edemeseler de…
“Onu göremeden nasıl yaşayabiliyorum?” diye soruyorum, kendime. En çok da ona şaşıyorum.
Akşama doğru kuruyorum çilingir soframi, Allah ne verdiyse… Çocuklar da otlanıyor, bir ucundan. Eh, olur o kadar. Ne varsa yiyeceğiz içeceğiz, Eyvallah! Fakat balık varsa sofrada, işte bir onu paylaşamam her önüme gelenle. O zaman ikindiden kapatırım dış kapıyı, balık ortadan kalkmadan kimseyi almam içeri. Ne yapayım! Ben böyleyim! Huyum kurusun!
Varlıklı bir adam değilim. Fukarayım üstelik. Etim ne ki budum ne olsun! Günlük kazanıp günlük yiyorum, bir de içiyorum, malum… Elimde bir şey kalmıyor, bakkala çakkala yazdırıyorum bu arada. Veresiye defterini gösteriyor bakkal. “Yeter artık yazdırdığın! Bak, yer kalmadı, ikincisine geçeceğim. Bari önce bunu bir kapat!” diyor. Çalışıyorum işte! Hıdır, elimden gelen budur! Gençler de yardım ediyor, Allah için… Sırtını sıvazlıyorum: “Allah büyük be! Öderiz Evelallah! Hele biraz daha sabret birader!” diyorum, mahcup bir halde. Ellerimi ovuşturuyorum, omuzlarım düşüyor, boynumu büküp gidiyorum. Biliyorum, arkamdan bakıyor. Söyleniyor da mutlaka. Ayaklarım birbirine dolanıyor.
Neyse… Borç harç bir tarafa… Nerde kalmıştım? Ha! Çilingir sofrası… Sazsız sözsüz olur mu orası! Birkaç kadeh attık mı, bülbül oluyoruz. Başlıyoruz şakımaya… Şarkılar, türküler, şiirler, fıkralar gırla! Gülerken ağlamaya, ağlarken gülmeye başlıyoruz. Zikzak dokuyor duygularımız. Her paylaşımda farklı bir yerde oluyoruz ama hep beraber… Hepimiz, birimiz nereye çektiyse orada duruyoruz, vurunca aynı yere, aynı haletiruhiye içinde vuruyoruz.
Ah, o şarkılar! Derdime derman olur gibi geliyorlar, kanayan yarama tuz basıyorlar. Diyemediklerimi diyorlar. Ben de diyorum onlarla birlikte. Yüreğim sızlıyor, canım yanıyor!
Aşk günah mı? Özgür alabildiğine. O zaman ben neden gizleme gereği duyuyorum? Aslında, Toroslar’a majüskül harflerle yazmalıyım, içimde tutacağıma! Hem de devasa, şöyle bağıra bağıra… Silinmemecesine, çıkmamacasına… Ferli ferli…
Ne kadar değerli bir duygu bu! Karşılığı olsa da olmasa da… Canımı yaksa, canıma okusa da… Sen mahvettin beni, sensizliğin içinde bırakıp gittin ama o beni hiç bırakmadı, bırakmıyor, bırakmayacak.
Yaşamak istedikçe kabrin kapısına dayanan ömrüm, gerçekleşemeyen hayallerim, kırıntısı dahi kalmayan umudumla sabretmekten ve beklemekten başka bir şey gelmiyor elimden.
Kimsin sen? Elli senede bir açan kaktüs çiçeği mi, yetmiş yılda bir dünyaya teğet geçen kuyruklu yıldız mı? Onun için mi daha önce gelmedin? Ey hayatım boyunca, hem de yaşamın sonuna doğru gördüğüm eşsiz değer! Seni bir daha göremezsem kahrımdan ölürüm eğer!
Sende efil efil ılık, çiğdem çiçek, terütaze ilkbahar, bende ölgün sarı, hastalıklı, solgun benizli sonbahar… Arada cehennem ateşi gibi kavurucu koskoca bir yaz var. Gerçek apaçık ortada ama bende de alev alev bir şair yüreği var. Bir yürek ki uzaktan ateş alır, hayale kapılır, hülyayı gerçek sanır. İnsan utanır bu yaştan sonra ama o arsız nefsim ne utanır ne arlanır! “Dur!” dedikçe kudurur, kan kusturur!
Ey göğsümde durup dinlenmeden çırpınan güvercin! Senin de kanatların yorulur bir gün, gücün kesilir. Daha ne kadar daralacaksın da daraltacaksın içimi! Bu ne senin suçun ne de ruhumun… Tamamen o casus gözlerimin suçu… Şimdi ağlasınlar ağlayabildikleri kadar! Onlara müstahak!
Seni düşlediğimde nehirler melodik akmaya başlar. Gözlerim ışıl ışıl bakmaya… Farkında olmadan ağzım kulaklarıma varır. Hayat geriye sarmaya başlar, aylar kayar, mevsim ilkbahar… Bakarım deli mavi gözlerine, tutarım ellerini, çekerim kendime, basarım bağrıma seni. Ne zaman hayale dalsam, dünyalar benim, yıldızlar gökler, evren bütünüyle benim! Benim, dünyanın en bahtiyar ihtiyarı… Sensin, gelmiş gelecek en güzel, en kıymetli yâri.
O kadar güzeldin ki rahatça yüzüne bakamıyordum. Elim ayağım titremeye koyuluyordu her geldiğinde. Tokalaşırken fark edeceksin diye ödüm kopuyordu! Mani olamıyordum sesimin titremesine de kekelemeye de… Öylesine önemli bir şeydin ki benim için ama farkında bile değildin. Oysa ben fena bağlanmışım sana ve sensiz duramıyordum.
En büyük sevgiyi hak edecek kadar şahanesin, benim gibi bir garibanın hak edeceği kadar sıradan değilsin. Eğilsin önünde cümle ağaçlar taşlar, el pençe divan dursun kayalar dağlar, yoluna serilsin bütün yıldızlar! Âşıklar önünde selama dursun, kıskançlıktan saçlarını başlarını yolsun diğer kızlar.
Hiç ayılmayayım o sarhoşluktan, mevsim hep ilkbahar…
Virane”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 543
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.