- 1302 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
543 - UÇURUM ÇİÇEĞİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
“Uçurum Çiçeği,
Bir gün daha doğuyor, uykusuz gözlerimi kamaştırarak. Biraz ümit serpmeye çalışıyorum karamsar duygularımın üstüne. Dilerim müjdeli bir gün olur bu defa. Telefon çalar, sesin gelir, belki de çağrın… Ah! Daha ne kadar bekleteceksin hasretler içinde!
Benim için ya hep vardır ya da hiç… Yar dediğin ya benim olmalı ya da hiç olmamalı. Böyle yarım yamalak değil… Bu aşk nasıl bir güldür ki çiçeği yaprağı sende, dikeni yüreğimde...
Neden açar uçurum çiçekleri sanki? Ulaşılamaz, dokunulamaz, koparılamaz, koklanamaz. Uzaklardan masum mahrum bakakalır insan.
Çoğu zaman teselli ediyorum kendimi. “Takma kafana zamanı mekânı” diyorum. “Zaman denilen nedir ki! Ya mesafeler? Tut ki aynı zaman dilimindeyiz ve aynı mekânda… Benim açımdan bu hep böyle değil miydi ki zaten!”
Her an seninleyim ama sen… Ya sen?
En kötüsü, en tahammül edilemezi ne biliyor musun? Senin ona ait olduğunu düşünmek… Onunla aynı zamanda aynı yerde… Ben ulaşamazken, dokunamazken… Hatta göremezken… Kahrolası uçurumda o ve sen… Ben perişan haldeyken…
Çıldırsa zaman, kovalasa yelkovan yeli değil de akrebi artık! Öyle miskin miskin durmasa saatlerde, bir an önce seni görebilme zamanı gelse!
Hani derler ya… “Her gökkuşağının bittiği yerde bir hazine gizlidir.” Ben senden daha değerli bir servet bilmiyorum ki! Acaba takip etsem onu, ucuna ulaşsam, orada sana kavuşabilir miyim?
Durup durup o buruk acı saplanıyor yüreğime. Sen de hissediyor musun acaba zaman zaman benim sana karşı olan duygularımı, ilgimi, sevgimi? Ya sen, benzer bir his besliyor musun? Aşk gibi değil de sevgi gibi… Azıcık da olsa özlediğin oluyor mu beni?
Ne zaman kalemi elime alsam, senden farklı bir şey yazamıyorum. Ya seni yazıyorum ya da sana… Hiçbir zaman okuyamayacağını bile bile… Adressiz mektuplar yazıyorum, bıkıp usanmadan. Ya seni anlatıyorum ya da aşkımı… Kimselere diyemediğim sevdamı, ihtirasımı, hasretimi… Yazmasam içime sığmaz, yazsam kâğıtlar almaz.
Artık hiçbir beklentim olmamalı mı yani, yaşlandım diye? Bir gülü özlememeliyim mesela? Yaprakları onda, dikenleri canıma saplanmış olsa da… Hep karanlıklarda mı kalmalıyım, incecik bir ışık demetine hasret… Hep duvarların arasında, kapıların ardında mı kalmalıyım?
Daralıp dışarıya atsam kendimi, yalnız senin yüzünü arıyorum şu tenha sokaklarda. Herkes bana yabancı, tanısam da tanımasam da… Kimse sen değil, olamaz ne yazık ki! Antalya ne kadarcık yer! Hemen hemen herkesle selamlaşıyorum, çoğu tanıdık, eş dost ama hiçbir değeri yok kimsenin benim için. Etrafım insan dolu ama herkes yıldızlar kadar uzak geliyor bana. Ne kadar samimiyet gösterirlerse göstersinler, ne kadar gayret etsem de onlarla avunmaya, nafile...
Nefesim kadar benimlesin, o kadar önemlisin, ancak yanımda değilsin. Kalbimin her atışındasın. Cümle güzelliklerin, mutluluk ve sevinç kaynaklarının en başındasın.
Ne hayaller kurardın! Sanki ilham alırdın varlığımdan, heyecanla anlatmaya başlardın yanıma geldiğinde. Ben gerçekçi görünmek zorundaydım, ister istemez, elbette biraz da romantik… Şair geçiniyordum ya…
Sen olmasaydın, “Sen varsın!” dememiş olsaydın bana, geleceğe dönük küçücük de olsa bir ümit ışıltısı düşmezdi yüreğime, bunca yokluk ve ıstırap içinde bu zamana kadar tökezleye tökezleye, düşe kalka sürüklemekten usandığım bu saçma sapan hayatı daha fazla sürdürmeye dayanamaz, ani bir kararla dünyaya veda etmekten çekinmezdim. Seninle geleceğe yönelik hiçbir beklentim olmadığı halde, belki yararım olur diye sana, kesik kesik soluk almaya devam ediyorum, her nefesim ciğerlerimi yaksa da, her nefesim “Ah!” halinde çıksa da…
Aslında çoktandır yaşamakla ölmek arasında da bir fark kalmadı. Sensizliğe mahkûm olarak sürünmek, şişelerin ve şarkıların arkasına saklanarak sabahlara kadar ılgıt ılgıt yağmak ölümden beter!
Bu kentin yaz akşamlarının hüznü dayanılacak gibi değil! İşkenceden bin beter! Caddeler sokaklar insan seliyken, aralarında benzerinin dahi olmaması çok acı! Keşke bir anlık yanılgıya düşseydi de birkaç saniyeliğine bayram ediverseydi benzerini gören gözlerim!
Kıyasıya doyasıya yaşanacak bir belde… Maviyle yeşilin sarmaş dolaş olduğu, gökkuşağının renklerinin çiçeklere indiği yerde, kör olmak ne demek bilir misin akıl almaz güzelliklere? Dünyanın bütün nimetleri bir tarafa, sen bir tarafa… Hiçbir güzellik cezp etmiyor beni senden başka. Bilmem ki nasıl bir ad verilir böylesine derin ve yakıcı bir aşka.
Ne ovanın çevresine muhafızlar gibi sıralanan, ne Aşkdeniz’in kenarına oturarak ayaklarını maviliklere sokarak serinleyen yeşil libaslı, kekik kokulu heybetli dağlar, ne de asırlardır oyulan, kıyılara oya oya dizilen muhteşem falezler, ne bağlar bahçeler, ne akarsular çeşmeler cazip geliyor bana. Sen, yalnız sen, hep sen… Ne çok değerlisin bir bilsen!
Bir kez daha aşkmavi gözlerini görebilme beklentim olmasa, hiçbir şeye değmez yaşamak!
Hasret yakalamış yakamı, bırakmaya yanaşmıyor. Dünden bugüne o kadar arttı ki yarın ne hale geleceğimi bilemiyorum!
Ben seni bana ait hissederken hayat bir başkasının kollarına attı seni.
Zavallı ellerim, sana dokunamıyor, biçare gözlerim gölgeni dahi göremiyor. Şair yüreğim onca aşk dersi almışken nereden öğrenecekti seni sevmemeyi?
Belki de imkânsız olduğun için böylesine tutkunum sana.
Gölgeler düşse yüreğimin üstüne, güneş sönecek sanıyordum, şimdi gaddar kara bulutlar kaplamış göklerimi. Acımasız baykuşlar tünemiş başıma. Haydi, çıkar beni içine düştüğüm bataklıktan! Haydi, bir ses ver, bir kibrit yak, biraz aydınlık… Mum ışığı kadarcık olsun yeter. Bu umutsuz bekleyiş ölümden bin beter!
Zor geldi ayrılık bir türlü alışamadım. An gelir insan ağlarken güler, gülerken ağlarmış. Aniden bozarmış hava, günlük güneşlikken, gözyaşları sel olup kalbine akarmış insanın. Güven olmazmış bu kentin havasına da halkına da…
Bir gün tüm cesaretimi toplayıp, sana aşkımı anlatmak istemiştim. O gün sen benden önce davranıp bana o şair bozuntusundan bahsetmiştin. Hani seninle ilgisi yoktu, annene dolanıyordu? Nasıl da değişiverdi atmosfer! Önce annesi, sonra da kızı… Daha neler duyacağım, göreceğim kim bilir neler!
Neler diyeceğimi ne kadar uzun bir süre düşünmüştüm, halbuki. Ne provalar yapmıştım, yalnız kaldığım gecelerde. Nasıl da zorlanmıştım kalbimden gelen sesi uygun kelimelere çevirmekte! Hep itiraf etmek istemiştim aşkımı sana ama korkum ket koymuştu dilime. O an öyle bir andı ki içimde çağlayan duygulara hâkim olamaz hale gelmiştim ama hiçbir şey diyememiştim.
Sen benim sevdiğimdin, sevdiğimi söyleyemediğimdin.
Hep o aşkmavi gözlerine bakan şu çukurlarına kaçmış küçücük, kapkara kırpışık gözlerim açtı başıma bu derdi, seni onlar seçti ve sevdi, onun için en çok onlar etkilendi. Yağmurla ıslanan gözlerini gördüğümde hiçbir sebep yokken hıçkıra hıçkıra başlayarak gönlümü sele veren kırkikindi yağmurları yaz sonunda hasret yağışlarına döndü ve hiç dinmedi gittin gideli…
Aşk denilenin dışı apaydınlık, içi zifiri zindan… Güneş yüzü görmez oldu dumanlı başım. Bakışlarım ürkek, yüreğim titrek… Iskalanmış hayatım ve ben sersefil…
Aynı gök kubbe altında olmak yeter mi hasretle yanan gönlüme! Sadece dostluk eli uzattığın, uzaklardan… Nasıl bir avutma usulü o öyle? Arkadaşça bile dokunamadıktan sonra… O da ne ki imkânsızlığın çiçeği? Ben Güver Uçurumu’nun başında, sen yarın yamacında, o melun da hemen yanı başında… Kadınyarı’ın başında değilim ki atıvereyim kendimi aşağıya! Sağ kalırsam tırmanmaya çalışayım, olduğun yere! Bu baş döndürücü bir derinlik! Bir kere düşen bir daha dönemez geri! İşin gerçeği, boşuna el sallama ta oralardan bana, eline el veremem Uçurum Çiçeği!
Ben rüyalarımda bile göremezken, elin biri… Söyletme şimdi beni deli deli!
Acizin Biri”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 543
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.