- 662 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
-HANGİ ECEVİT?-(5)
Hiç kuşkusuz koalisyon ortaklığının birlikte yürüttükleri çalışmalar salt Kıbrıs meselesi ve harekâtı alanında atılan adımlarla sınırlı olmamaktadır.
Her şeyden önce iki parti arasında henüz hükûmet kurulmadan önce düzenlenen koalisyon protokolünde bazı ifadeler özellikle dikkat çekmektedir.
“Partiler arasında kurulan koalisyonlar, bu koalisyona katılan partilerden her birinin kendi görüşlerinde belli ölçülerde fedakarlık yapmasını gerektirir. Bu bakımdan, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milli Selamet Partisi koalisyonundan da bu Partilerin kendi programlarını tam olarak tatbik etmeleri, eksiksiz olarak gerçekleştirmeleri beklenemez.
Bununla birlikte CHP-MSP koalisyon hükümeti kırgınlık ve acıları gidererek, bütün geçmişin bir yana bırakılmasını; karşılıklı bağışlama ve hoşgörüye dayanan bir kardeşlik ortamının kurulmasını ilk görev sayar.
Türkiye, bugün dünyadaki ve memleketimizdeki hızlı gelişmelerin gerisinde kalan bir politikanın meydana getirdiği çözümü güç iktisadi ve sosyal meselelerle karşı karşıyadır. Koalisyonumuz bu meselelerin idare-i maslahatçılıkla değil, ancak köklü ve cesaretli hamleler, devlet ve millet kaynaşmasından doğacak güçle halledileceğine inanır.”
Cümleler bize zıt ideolojik/politik eğilimde iki partinin ülke sorunlarını çözebilmek maksadıyla kendi teşkilatlarından ve sosyo kültürel paydaşlarından başlayarak ülke düzleminde genişleyen halkalar dahilinde statükoyu aşmak arzu ve heyecanına sahip olduklarını göstermektedir.
Siyasi konular başlığı altında da, ara dönemlerin ülke semalarına taşıdığı pus yüklü bulutların dağıtılmak istendiği anlaşılmaktadır.
“Toplumda iç barışı yeniden kurmak gayesiyle, düşünce ve inanç suçlarını içine alan bir genel af ile orman suçlarına ilişkin af kanunu derhal çıkarılacaktır.
Anayasamızın 68. maddesindeki mevcut affa uğramış olsalar bile ibaresinin kaldırılması çabuklaştırılarak, siyasi hakların iadesi sağlanacaktır.”
Kuşkusuz uygulamada genel af çıkarılmakla beraber ceza kanununun meşhurlarından 141,142,163 kodlu demirbaşları kaldırmak bu hükûmet nezdinde mâlum sebeplerle mümkün olmamıştır. Hani protokol cümlelerinin iyimser havasına da uygun biçimde CHP kesiminin 163 MSP zümresinin ise 141,142 hususunda kendi sosyo politik yapılanmasını aşabilmesi takdir edersiniz ki, mümkün olmamaktadır. Bu konularda samimi çabaları da aşan soğuk savaş dönemi konjonktüründen kaynaklanan yüksek basınç, alçak basınç eğrilerini hesaba katmamak ise bizleri feci şekilde yanıltacaktır.
Dış politika alanında dünyaya karşı dik duruş, meydan okuma eğilimi başlıbaşına bir değerdir. Sonu önemli ölçüde Amerikan ambargosuna dayalı acı iktisadi hatıralarla yüklü bir hüsran görünse dahi. Şu kadar ki, Kıbrıs’ın haricinde Haşhaş Meselesinin ele alınması da dış siyaset çizgimizde akla gelebilir. 12 Mart evresinin aksine Amerika’nın tepki ve beklentilerine direnmek suretiyle bunu politikamıza yansıttığımız süreç yakın tarihimizde önem arz eder tabiatıyla.
Bu meselenin özü bilindiği üzere Amerika’nın kendi toplumunda yaşamakta olduğu uyuşturucu problemi karşısında yine kendisine uluslararası kamuoyunda bir günah keçisi aramasına dayanmaktadır. Bu konuda Adalet Partisi hükûmetinden başlayarak ülkemize haşhaş ekimini durdurmak noktasında baskılar yapılmaktadır. Hükûmetimiz bu baskılara karşı direnmekle beraber giderek üretimi düşürmek yönünde tavır takınmaktadır. Ve takdir edersiniz ki, Amerika’yı bu kısmi siyaset doyurmamaktadır. Daha sonra Nihat Erim’in başkanlığında ara dönem üretime tamamen son verecektir. Ve fakat ardından göreve gelen koalisyon döneminde Ecevit dünya piyasasında kâr marjıda artan haşhaş üretimine yeniden okey verecektir.
Yine, bir diğer dönem icraatı vardır ki; ünlü tarihçimiz Murat Bardakçı’nın “Bir Hanedanın Dramı” başlıklı yazısında da yer verildiği üzere çıkartılan bir kanunla Osmanlı hanedanının erkek üyeleri yurda dönmek hakkını kazanmaktadır.
“Sürgün hanedanın kadın mensupları için 28, erkekleri için 50 yıl sürdü. Kadınlara Adnan Menderes hükûmeti tarafından 1952’nin 16 Mart’ında çıkartılan bir kanunla hakları iade edildi, Türkiye’ye dönüp yeniden Türk vatandaşı olmalarına izin verildi. Erkekler ise bu haklara 1974’te Bülent Ecevit’in ilk başbakanlığı sırasında çıkartılan genel af yasasıyla kavuşabildiler. Padişah torunlarının bir kısmı Türkiye’ye döndü, bir kısmı ise yıllar önce kurdukları düzenlerini bozamayarak önceden yerleştikleri ülkelerde yaşamaya devam ettiler ama çoğu 1974’ten sonra Türk vatandaşlığına geçti.” Denilmektedir ünlü araştırmacımız tarafından.
Bu durum CHP/MSP hükûmetinin ortak platformda sergiledikleri icraatlardan biri olarak görünse dahi Ecevit’in kişiselliği dairesinde okunabilecek bir yüzü de bulunmaktadır.
Her şeyden önce ünlü siyaset adamımızın gönlünde ve zihninde Osmanlı ile nasıl bir bağ kurduğu suali akla gelebilir. Konuyla ilgili olarak “Tarih ve Devrimler” başlığı altında 1954’de yayınladığı bir yazısında:
“Altı yüzyıllık Osmanlı tarihi birçok başarılar, birçok şerefli sayfalarla doludur. Bu tarihi övenler, Sultan Osman’la Sultan Orhan’ın kurduğu sağlam devlet temellerinden, Fatih Sultan Mehmet’in hür düşüncelerinden, Kanunî Sultan Süleyman’ın ortaya getirdiği adilâne müesseselerden dem vururlar. Devrimlerle bütün bunların bir çırpıda kesilip atılmasını gönüllerine sığdıramazlar.
28 ekim 1923 gününe, Sultan Osman’la Sultan Orhan’ın kurduğu devlet ve ordudan, Fatih Sultan Mehmet’in hür düşüncelerinden, Kanunî Sultan Süleyman’ın adilâne müesseselerinden ne kalmıştı?
Onlardan 28 ekim 1923 gününe ne miras kalmıştı ki, ertesi gün, 29 ekim 1923 günü, bir Mustafa Kemal çıkıp da o mirası reddetmiş olsun?
Osmanlı tarihinin yükseliş çağında yaşamış büyük insanlar belki fazlasıyla mükemmel müesseseler kurmuşlardı. Bu müesseseler belki öylesine mükemmeldiler ki zaman onları değiştirememiş, değiştirip kendi akışına uyduramamış, kendi akışına uydurup yüzyıllar boyunca yaşatamamıştı. Zaman bir su gibi akıp geçmiş, ve o müesseseler, bu akışın dışında kalmışlardı. Zamanın akışına uymayan her şey gibi, oldukları yerde kalıplaşıp tarih olmuşlardı. Osmanlı tarihinin yükseliş çağından bu yana doğru akıp gelen zaman, o çağın birer kaya gibi sağlam, birer kale gibi dört yanı örtülü müesseselerinden, 28 ekim 1923 gününe birkaç taş parçası olsun koparıp getirememişti.
Atatürk, Osman ve Orhanların, Fatih ve Kanunî’lerin eserlerini değil, bu eserleri gerilerde bırakıp da yerine yeni eserler kuramamış olanların bize bıraktıkları, içi bomboş bir hazineyi reddetmiştir.” Demektedir.
Burada iki zıt eğilim arasında kuşkusuz gerçekçi bulduğum bir salınım göze çarpmakta. Osmanlı tarihine verilen değer, kendi şartları içerisinde tanınan yükseklik kadar Atatürk ve Cumhuriyet dönemi felsefesine yapılan vurgulamanın gücü de dikkatlerden kaçmasa gerek.
Yanı sıra özellikle 1960’lar itibarıyla edebiyatımızda sergilediği düşünsel çizgi ve bunu romanlarına yedirmesi dairesinde dikkat çeken bir isim de kimi sağ ve sol muhitlerde giderek artan ölçüde etkisini duyurmaktadır. Kemal Tahir’den başkası değildir bu yazarımız açıkçası.
Konuyla ilişkili olarak gazeteci İrfan Bozan’ın Doç Dr Yunus Emre ile röportajı dikkate değer verileri önümüze koymaktadır.
“Önerdiği siyaset kuramı, Marksist temelliydi ancak Kemal Tahir’in Osmanlı’ya sempati ve hürmetle yaklaşması, Batılılaşmaya karşı açık tavır alması ve devleti kutsaması, onu yaşadığı dönemde ve sonrasında hep tartışılır kıldı.” Şeklinde sözlerle konuya giren gazeteci yazarımız devamında araştırmacı akademisyen yazarımızın görüşlerine yer vermekte.
Yunus Emre, Ecevit ve Kemal Tahir arasında bağ kurmakta hatta daha da öteye geçerek “Kemal Tahir’in bıraktıkları olmasa Ecevit yükselemezdi” demektedir. Öyleki Ecevit henüz genel sekreterken Mülkiyeli hocalardan bir takım kurar. Besim Üstünel, Turan Güneş, Deniz Baykal, Haluk Ülman ve Ahmet Naki Yücekök gibi isimlerdir bunlar. CHP’nin 12 Mart’a karşı çıkmasında da yani CHP + Ordu = iktidar formülüne karşı çıkmasının arkasında da bu simalar vardır hani.
Bu isimler tarafından “Biz Müslüman bir toplumun içinden çıkıyoruz. Bu Müslüman toplumun bir takım özellikleri var. Bunlar kızılıp bir kenara atılıp zorla değiştirilmeye çalışılması gereken özellikler değildir. Biz bunları anlamaya çalışıp insanların karşısına çıkarsak, kendimizi anlatırsak, bu insanlar muhafazakâr da olsalar bize oy verir” denilmektedir.
Yine dönemin diğer sosyalist yazarlarıyla özellikle Kemal Tahir arasında bizdeki devlet geleneğini kavramak noktasında ciddi bir farkın altı çizilmektedir. “Yaşar Kemal’de, eşkıyalık sıradan insanın haklı isyanıyken, Kemal Tahir’de bu isyan olumlu gösterilmez. Türkiye’de sağın Kemal Tahir’i sahipleniyor olması biraz bununla ilgili. Türkiye’de sağcılar da “Biz ne yapıyorsak devletin bekası için yapıyoruz” anlayışı çok baskındır. Sağcıların Kemal Tahir’i benimsiyor olmalarının arkasında bu var.” demektedir sosyal bilimcimiz.
Yine bir başka pasajda “Kemal Tahir şunu anlatıyor. Bir takım şablonlara ya da bir takım kuramsal uyarlamalara bakmayalım. Bir sosyalist yöntem var biz onu kullanalım ama kendi ülkemizin de bir gerçeği var. ATÜT varken biz çok iyiydik. Batı’nın feodalitesi ile mücadele ediyorduk, Avrupa bizi dize getiremiyordu ama Avrupa’da kapitalizm ortaya çıktı işte biz onunla mücadele edemedik. Mücadele etmek için Batılılaşma yoluna gittik o da bizi daha çok mahvetti.” Denilmektedir.
Kemal Tahir’in 1960’ların sonları ve 70’lerin başlarında bizdeki sol kesimi derinden etkilemesi hususu şüphesiz salt Ecevit üzerinden okunamaz. İsmail Cem İpekçi, Hilmi Yavuz, Halit Refiğ gibi muhtelif isimlerde akla gelebilir. Hatta Attila İlhan’ın kimi düşünce ve tanıklıklarından söz ederken Kemal Tahir derdi şeklinde söze girmeleri azımsanamaz. Kemal Tahir’in etkinleşmesi zaman zaman bazı sol çevrelerde uyandırdığı tepkiler kanalıyla da anlaşılabilir. Mesela “Tahiriler” yüklemesi Tahir’in görüşlerinde hiçte tek kalmadığını kendi çalıp kendi söylemediğini bizlere duyurabilir de. Birde bakarsınız, bu Tahiriler benzetmesiyle Kemal Tahir’den etkilenen sol jenerasyona ayar vermeye çalışan bir türedi yaklaşım karşınızdadır. Sanırsınız bir tekke verimidir mübarek.
Kemal Tahir’in sosyalist gelenekte saygınlığı, 1938-50 arası hapishane süreci ve Nazım Hikmet’le de kurduğu dostluk bağlamında sonraki düşünsel mecrasına karşın hükmünü yitirmez. Mesela bir İdris Küçükömer’de görülen ötekileştirme, adeta yok sayılma Tahir’de görülmez. Ne ki gıdıklamalar, çimdik atmalarda alttan alttan eksik olmamaktadır.
Hiç şüphesiz Yunus Emre hocanın Ecevit ve CHP’nin 70’ler başarısına dönük olarak açtığı Kemal Tahir parantezi yabana atılmaksızın üzerinde durulası argümanlar içermektedir. Ancak Ecevit’in kişisel tarihini bu kalıba birebir oturtmakta yanıltıcı olabilir.
Son yıllarında sultan Vahdettin üzerine söylemleri de enteresandır. Ülkemizdeki resmi söylemin aksine Vahdettin’i vatan haini olarak görmediği noktasında yaptığı çıkış hatırlardadır. Ve sultanın zor bir dönemde görev aldığı, yerinde kim olsa aynı meşakkatleri yaşayacağına dikkat çekmesini şaşırtıcı bulmadım açıkçası.
Bu tip değerlendirmelerin yer yer Kemalizme/Atatürkçülüğe ihanet olarak okunması da ayrı bir sığ yaklaşımdır bana göre. Daha öncede arz ettiğim hatta Ecevit’in de üstte yer verdiğim bir yazısında ifade ettiği hususlar misali Cumhuriyetin kurucu neslini harekete geçiren etmenler farklıdır. O nesil Osmanlı’nın yükseliş değil çöküş evresini teneffüs ve idrak etmektedir. Bu yüzden de ya kör hafız misali bağlılık ya da kronik bir nefret duyan insanları karşımıza çıkartır ekseriyetle. Bu, ciddi bir analiz birikimine sahip hiç kimse yoktur anlamına gelmez elbet. Bizzat tarihle çok yoğun biçimde ilgilenen Gazinin bu vizyona sahip olmaması imkânsızdır. Peki neden redd-i miras yapar, hı neden şeklindeki kör kütük sorgulamalarında nazarımda herhangi bir değer taşımadığını özellikle belirtmeliyim. Atatürk bir doktrin adamı olmayıp reel politik zeminde de hareket tarzını şekillendiren pragmatik bir şahsiyettir.
Dolayısıyla siyasi düzlemde Atatürk ile Ecevit’in önemli ölçüde zaman/zemin farkından kaynağını alan düşünsel ayrılık noktalarına sahip olsalar dahi; doktriner bir kafa yapısına sahip olmamak, statükoya karşı çıkmak bağlamında oldukça benzeştiklerini söylemek bilmem ki mübalağa mıdır? Hani derim ki, sosyolojik çizgide bir genetik bağ kendisini göstermektedir derinden derine.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.