olur mu böyle iki gözümün çiçeği
Tam da yüreğimden vurdu beni.
- Olur mu böyle iki gözümün çiçeği, ömrümün geleceği ve hüznümün tek
gerçeği! diye haykırmak istedim ona ama tıkandım. Sevmeyeyim mi seni tıka basa? Özlemeyeyim daha?
Kaç kez vuruldum hem de ardı ardına… Sayamadım bile. Yaralıydım bir ceylan gibi. Sol yanımdan vurulmuştum. Kanıyordum damarları paramparça olmuş bir yürek gibi. Bu kadar nişancı olur mu bir kadın? Bu kadar da hedefe odaklı… Gözleri mermi gibiydi, kilitlendi mi hedefine kurtuluşu olmazdı ona av olanın. Yüreğim bir örümcek ağına takılan kelebeğin çaresizliğiyle kıvranıyordu. Onun yalnızlığı yavrusunu yiyen timsahın iştahıyla hücum ediyordu üzerime. Servet-i Fünun romanında kaçmış silik ve soluk bir kahraman gibi hissediyordum kendimi. İnce hastalığa tutulmuş, ümitsiz… Ah yalnızlığım, ah biçareliğim!
- Gelip de sarayım yaranı! demedi bir gün. Varsın demesin ona kalmışım Allah
için. O yara kendi kendine kabuk bağlar. O yara kanar ve durur. Kimsenin pansumanına ihtiyacım yok. Yaranın ağrısından çok yaraya şifa olacak birinin olmayışı canımı daha çok ağrıtıyor.
İtirazım var herkese, isyanım… İyileşmek isteyen kim? Gelme! Bu restimdir sana. Yırtıyorum gömleğimi yüreğimi hedef ediyorum sana. Kolay ölmem. Vurmana bak sen, durma! Meydan okumadır sana olan aşkım cümle âleme. Yalnızlığın başkenti ilan ediyorum yüreğimi. Hüznün üssü… Acı süsüdür ömrümün. Yalnızlık sosudur. Özlem boyu posudur sevdamızın. Ruhumu tecrit ettiğim zindandan sana yazıyorum bunları.
- Neredesin sen? Göğüm maviye döndü, kışım bahara erdi.
O kadar olmadın ki bende, o kadar sevmedin ki! O kadar terk ettin ki! O kadar gittin ki! Bütün biletler sanadır benden kesilen. Oysa senden kesilen biletler bana değildir. Başka yüreklere yelken açtın.
Sayıklıyor gibiydim. Ona o kadar bağlanmıştım ki yok oluşu beni sendeledi. Tutunacak bir dal arıyordum esen bu sert rüzgârda. Sığınacak bir liman arıyordum kocaman dalgaların ortasında.
- Canım acıyor. diye haykırdım.
- Çok mu? diye sordu gaipten bir ses. Sağa sola baktım ama bu aşina ama ağrıma
ağrı katan sesin kaynağını bulamadım.
- Evet, çok.
- Nasıl bir ağrı bu? dedi.
- Tarifsiz…
- Ne kadar?
- Misli yok.
Bir hıçkırık sesi duydum. Ama gaipten gelen sesin ağladığını düşünemedim. Sonra
yağmur yağmaya başladı ya da ben öyle sandım. Yüzüm gözüm yaş içinde kaldı. Biri ağlıyordu da gözyaşlarını üzerime döküyordu gibiydi. Sol yanım perişandı.
Giden bütün hüznünü size emanet bırakarak gidiyordu. Derdiniz katlanıyordu. Yükünüz ağırlaşıyordu. Gözleriniz aşina olduğunu göremediği için kararıyordu, kalbiniz ev sahibi zannettiğini bulamayınca tekliyordu. Kahır dolu günlere girdiğinizi hissediyor, zehrolan bir ömre duçar olduğunuza kani oluyordunuz. Ne yana baksanız kahır, ne yana baksanız terk size el sallıyordu. Her şey üstünüze geliyor gibiydi. Bazen kocaman şehir, bazen kocaman dağlar, bazen kocaman denizler… Karanlık bütün karalığıyla üstünüze çöküyor, buhran bütün azametiyle ruhunuzu ele geçiriyordu. Baharı beklerken kışın en beteriyle imtihan oluyordunuz.
- Kaderim böyleymiş. diyerek acımı birazcık da azaltmak istedim ama nafile! Acı
hadsiz ve tarifsiz bir şekilde beni baştan ayağa teslim almış inim inim inletmekten de geri kalmıyordu. Acım haddini bilmiyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.