- 680 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
RESİMSİZ BİR ANI
Bu sefer resimsiz yayınlıyorum. Umarım sitede anı yazısı yayınlamak suç değildir. ( Site kuralları içinde böyle bir yasaktan bahsedilmiyor )
Not:
1- Bazı okurlar yazdıkları yorumların tarafımdan silindiğini sanıyorlar. Öyle bir şey kesinlikle yok. Şahsıma küfür edilmiş olsa bile yorumları silmem.
2- Yazıma yapılacak yorumlardan ben sorumlu değilim.
3- İçinde siyasi tek kelime geçen yorumlara cevap yazmayacağım.
---------------------------------------------------------
Rahmetli Ozan Arif bir türküsünde şöyle diyordu:
Bir it vardı tutmuşlar,
Marmaris’e atmışlar,
Oh ne iyi etmişler
Ne itti be vay vay vay
unutmam kolay kolay
İsmail Türüt’ün Türüt Şov programında bu türküyü çalıp okuyunca Kenan Evren dava açtı Ozan Arif ve İsmail Türüt’e... Mahkeme ise ’Zat-ı Âlinizle alakasını tespit edemedik ’ Diyerek takipsizlik kararı verdi.
Evet, bunu da hatırlattıktan sonra anımı yazabilirim sanırım.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Tamamı aynen yaşanmış bir anıdır.
----------------------------------------------------------------
Sene 1972 veya 1973.
İstanbul Bakırköy Lisesinde bazen 2 Fen E bazen 5 Fen E dediğimiz sınıftayız.
Bir hafta önce aşağı yukarı tüm derslerden sınava tabi tutulduğumuz için yeni haftanın ilk dersinden itibaren merakla sınav sonuçlarını bekliyoruz. Pardon yanlış oldu, koskoca altmış beş kişilik sınıfta sınav sonuçlarını sadece Duygu merak ediyor. Ben dahil diğerlerinin böyle bir merakı yok. Bizim için sonuçlar belli. Aslında Duygu için de sonuçlar belli ama kız her nedense sınav sonuçları okununcaya kadar neredeyse kalp krizi geçirirdi heyecandan.
Bizler elli puanı aldığımız zaman Beşiktaşın şampiyonluğuna sevinen Çarşı Grubuna dönüşürdük adeta. Duygu ise her sınavda 100 tam puan çekerdi ama yine de merakla beklerdi sonuçları.
İlk dersimiz Tarih. Deli Nimet ( Allah rahmet eylesin ) Girdi sınıfa. Hızlıca yoklamayı aldıktan sonra direkt beni işaret etti.
-Sami Tahtaya kalk, Bize İnebahtı Deniz Savaşı ve Kıbrıs’ın fethini anlat.
Teneffüste az göz atmıştım konuya ama aklımda çok da fazla bir şey kalmamıştı. Nimet Hanım rahmetli de eksik anlatımı hiç sevmezdi.
‘’ Hocam ! Siz anlatsanız? Ne de olsa benden çok daha iyi anlatırsınız.’’ Dediysem de Nimet Hanımı ikna edemedim. Mecburen aklımda ne kalmışsa anlattım.
Hocam ! Özet olarak söyleyecek olursak Haçlılar İnebahtı’da bizim gemilerimizi yakmakla ancak sakallarımızı tıraş etmiş oldular. Biz ise onlardan Kıbrıs’ı almakla kollarını kestik.
-Aferin. Yer yer hikaye anlatsan da konunun özü buydu. Otur yerine.
Sonra sınıfa döndü Nimet Hanım.
-Evet çocuklar ! Bu millet öyle bir millettir ki, isterse bütün gemilerinin demirlerini gümüşten, yelkenlerini atlastan, halatlarını ibrişimden yapar. Yeter ki inansın...
Dersin işlenişi bitip teneffüs zili çalmaya beş dakika kala yazılı sınav sonuçlarını okudu Nimet Hanım. Geleceğin Tarih Öğretmeni olacak olan ben yine 45 puandan yukarı çıkamamıştım. Sıra arkadaşım Necdet 30 puanlarda sürünüyor, sınıfın geri kalanı içinde elli puanı doğrultmuş olanlar göbek atıyordu ve her zaman olduğu gibi Allah’ın belası Duygu yine 100 tam puan almıştı.
Gıcık oluyorduk Duygu’ya. Gıcıktan da öte nefret ediyorduk ondan. O niçin bizim gibi değildi ki?
İkinci Ders İngilizceydi.
Asuman Hanım sınıfa girdi. ( O da rahmetli bildiğim kadarıyla. Değilse Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin. ) Hep birlikte suratına bakıyoruz. Eğer ‘’ Günaydın kaz kafalılar !’’ Derse yaşadık. Çünkü keyfi yerinde demektir. Dolayısıyla da kimseyi sözlüye çekmeyecektir. ‘’Günaydın çocuklar!’’Derse yandık ki hem de nasıl yandık.
-Günaydın kaz kafalılar !
Ohhh. Rahat bir nefes alabilirdik. Topluca cevap verdik:
-Günaydın hocaların en güzeli...
Ya Rabbi şükür. Keyfi yerindeydi. Solundan kalkmamıştı.
Asuman Hanım kara tahtaya geçti ve konunun başlığını yazdı: Vegetables...Yani o gün sebze ve meyveleri öğrenecektik.
Gerçi çoğunu biliyorduk ama bunlar daha önce öğrenmediklerimiz olacaktı.
Asuman Hanımın huyu idi. Tahtaya bir kelime yazar, sonra bu kelimenin manasını yine İngilizce olarak yazar, şayet tercüme edemezsek sözlükten bakmamıza izin verir, daha sonra da bu kelime ile ilgili bir cümle kurmamızı isterdi.
O gün pek çok kelime yazdı, biz de ıkına sıkıla bazı cümleler yazıp hocaya gösterdik.
Derken tahtaya yazdı : Cucumber. ( Hıyar )
Necdet’e ‘’ Oku bakalım’’ Dedi. Necdet ‘’ Kıkımbır’’ Diye okuyunca Asuman Hanım gülmekten yerlere yattı. Sonra kendisi ‘’ Kukambır’’ diye okudu ki bana göre ikisi arasında pek de fark yoktu.
Derken cümleleri de kurduk. Ama benim kurduğum cümleye resmen bayıldı Asuman. ( Gerçek manada yani mecazi olarak değil.) Ben şöyle bir cümle kurmuştum ‘’ Necdet is very good friend but he is a cucumber ‘’ ( Necdet iyi bir arkadaştır ama o bir hıyardır. )
Zavallı Necdet’in adı o dersten sonra ‘’ Kıkımbır ‘’ Kaldı.
Asuman Hanım da yazılı sonuçlarını okudu.
Necdet:Thırty Points ( Otuz puan )
Sami : Thirty points
Duygu: Hundret Points ( Yüz puan )
Yüzüne karşı demesek de hepimiz Duygu’yu öldürmek istiyorduk. Sınıfımızın ahengini, düzenini, birlik ve beraberliğini bozuyordu. Ondan bir şekilde intikam almalıydık ama nasıl? Tüm sınıf dökülürken o nasıl olur da hep 100 tam puan çekerdi?
Teneffüste tüm sınıf bunu konuştuk aramızda.
-Ooolum bu ne yaaa. Biz böyle dökülürken Duygu nasıl olur da her sınavda yüz tam puan alır?
-Ya, Nimet Hanım haydi neyse, Asuman Hanımdan yüz puan almak mümkün mü? Kadın E yerine A yazdım diye beş puan kırmış anasını satayım.
-Yok arkadaş. Bu kız kesin sınav sorularını ve cevap anahtarını çalıyor.
-Haklısın valla. Başka türlü olamaz.
-Saçmalamayın lan. Hocaların her birisi sınav sorularını dolaplarında saklıyorlar. Dolapların anahtarları da kendilerinde. Hem Asuman Hanım soruları önceden hazırlamıyor. Sınıfa girip aklına ne gelirse onu soruyor öyle değil mi? Herkesten çalsa bile Asuman Hanımdan çalması mümkün değil.
-Lan bence bunun babası var ya, adam ensesi kalın. Hocalara rüşvet yediriyordur kesin.
-Yok deve. Hocalar rüşvet yiyen insanlar olsa Edebiyatçı Şevki Hoca Galatasaray Lisesi önünde taksicilik yapar mı geceleri?
-Haklısın valla. Bu kızda bir iş var ama anlamadım gitti.
-Yahu arkadaşlar neden çok çalışıyor, çalışmaktan bakın gözleri bozulmuş da bardak dibi kalınlığında gözlük takıyor demiyorsunuz da böyle saçma sapan tezler ortaya atıyorsunuz? Biz okuldan kaçıp sahilde eşşek gibi volta atarken bu kızın bir gün olsun okuldan kaçtığını, hatta okula geç geldiğini gören oldu mu? Onu geçtim teneffüslere bile çıkmıyor zavallı. Harıl harıl hep ders çalışıyor. Yalan mı?
-Hastirrr lan Sami. İnsan ne kadar çalışırsa çalışsın sürekli yüz puan alamaz.
-O da doğru.
-Neyse zil çaldı. Derse geç kalmayalım yoksa Nurten Hanım sözlüye çeker valla.
Üçüncü Ders matematikti. Yani Nurten Hanım’ın dersi.
Nurten Hanım( Allah rahmet eylesin ) bir şeyler anlattı lakin biz öküzün trene baktığı gibi bakıyoruz kara tahtada yazılı olanlara. Öyle ki biraz önce Asuman Hanımın İngilizce olarak anlattıkları bile şimdi Nurten Hanımın anlattıklarından daha az yabancıydı bizlere.
Dersin sonunda Nurten Hanım da yazılı sınav sonuçlarını okumaya başladı:
-Necdet: Sıfır Puan.
Necdet sırıtarak yerine oturdu. Mübarek sanki sıfır değil de en az elli puan almış..
-Sami- Kırk beş puan
Nasıl bir ‘’ Heyyyoooo !! ‘’ Çekmişsem artık Nurten Hanım hemen devreye girdi.
-Aferin. Bayağı ilerleme var ama bu daha önceki yirmileri, yirmi beşleri telafi etmiyor. Daha çok çalışmalısın.
Sonra devam etti.
-Duygu,doksan yedi puan.
Sınıf şokta...Duygu resmen dondu. Göz yaşları içinde ayağa kalktı.
-Hocam ! Üç puanımı nereden kırdınız?
Nurten Hanım açıkladı niçin o üç puanı kırdığını lakin bizler tabii olarak bir şey anlamadık. Bizim tamamen anlamadığımız bir dilden anlatıyordu çünkü. Logaritmada mı, integralde mi her ne zıkkımsa ufak bir hatası olmuştu artık ne demekse.
Duygu zırıl zırıl ağlayıp neredeyse üzüntü krizleri geçirirken bize gün doğmuştu. Onunla dalga geçmek için tüm sınıf taarruza geçtik hemen teneffüste.
-Üzülme Dugucuğum. Her genç kızın başına gelir böyle durumlar.
-Helal olsun Nurten Hanım’a. Nasıl da oturttu ama.
-Ne oldu Duygucuğum? Neden öyle morardın? Reng-i ruhsarın da solmuş. Ay yazıııkkk. Kıyamam ben güzelime.
Artık hepimiz Duygu’yu ezme yarışına girmiştik. Ben hafifçe omuzlarına dokundum.
-Duygucuğum ! Sana bir bardak su getirmemi ister misin? Ağlamaktan o kadar çok sıvı kaybın oldu ki maazallah susuzluktan böbreklerin iflas edecek.
Son olarak Necdet de salvo bir atış yaptı.
-Duygucuğum ! Geçmiş olsun.
Duygu nihayet başını kaldırdı ve hepimizin ama özellikle de Necdet’in gözlerinin içine baktı.
-Asıl size geçmiş olsun arkadaşlar. Ben aldığım 97 puana üzülürken en fazla 45 puan alıp bunu büyük bir zafermiş gibi kutlayan sizlere geçmiş olsun. Hele de sana çok geçmiş olsun Hıyar Necdet. Kendin yüz puan üzerinden sıfır çektiğin halde hıyarlığına bakmayıp benim aldığım 97 puanla dalga geçebilecek bir zekaya sahip olduğun için asıl sana geçmiş olsun. Hepinize geçmiş olsun arkadaşlar. Allah şifalar versin sizlere.
YORUMLAR
Ben de dün bu yazıya bir yorum yapmıştım hocam. Yorumum siyasi kategoriye mi alındı, bilmiyorum. Sizin bu yazınızın bende uyandırdığı hisleri aktarmaya çalışmıştım mümkün olduğunca. Kısır siyasi çekişmelerin, lokal ve yüzeysel örnekler üzerinden yürütülen dayatma ve kabullendirme çabalarının altında yatan, gerçek olduğuna inandığım psikolojik nedenleri ortaya koymaktı gayem. Siyasetin siyasetçi olmayan biri için çok da büyük önem arz etmediğini, siyasetçilerin propaganda çabalarına alet olmamak gerektiğini vurgulamaya çalışmıştım.
Sizin bu anınız Türk toplumunun kişilik yapısı üzerine düşünmeye sevk etti beni. Ve şu kanıya vardım: Bu ülkede insanlar, nefsim de dahil olmak üzere, elde edebildikleri üzerinden teorik ve pratik mânâda daimi bir memnuniyet havası estiriyorlar. Bu bir bakıma güzel şey fakat bu memnuniyet havası hep yüzeysel kalıyor. Bilinçaltında sağlıklı bir inanç oluşturabilecek şekilde tezahür etmiyor. Bir bakıma diyebilirim ki bireylerin ve toplumun eksikliklerini görmesine engel teşkil ediyor. Neticede süreç kibir ve haset hissini beraberinde akıp gidiyor. Tabii bu esnada dayatma ve zorla kabullendirmeye çalışma arzusu; kendi düşünce biçimini, yaşam tarzını, dünya görüşünü yayma ihtiyacı da sürece kendiliğinden dahil oluyor.
Sağcı, solcu, dindar, deist, ateist, milliyetçi, kemalist vs olmak da pek birşeyi değiştirmiyor. Benim kendimden, çevremden, ülkeden gözlemlediğim kadarıyla toplumun kişilik yapısı büyük ölçüde ideolojik kalıpların içine sıkışmış, kendisine benzemeyeni ötekileştirici bir düşünsel, duygusal ve davranışsal silsilenin içine hapsolmuş durumda. Şuan üyesi olduğumuz sitede bile insanlar kendi görüş ve düşüncelerini, hiç göreceli değilmiş, kesinlikle gerçekmiş gibi okurlara sunuyorlar ve farkına varmadan dayatma arzusuna kapılıyorlar. En azından insanlar bunu böyle hissediyorlar. Siyaset gibi hassas ve kutuplaştırmaya sebep olucu bir kavramın gereksiz yere lokal ve yüzeysel örneklerle, günlük hayatın bu denli içine sokuluşu bizi ideolojik yobazlığa haddinden fazla itiyor gibi geliyor bana.
Mesele çok uzun hocam. Dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım.
Saygılarımla
sami biberoğulları
Zaman zaman siyasi yazılar yazsam da , hatta bu yüzden zaman zaman yazılarım site yönetimince silinmiş olsa da aslında yazmaktan hoşlandığım tür bu değildir. Mizah ya da tarihle ilgili konuları yazmayı daha fazla severim. Lakin elbette bir siyasi görüşümüz var ve maalesef nasırımıza dokunulunca '' Eh bir kaç satır da biz yazalım'' Diyor nefis..
Selam ve saygılar.
sami biberoğulları
Selam ve saygılar.