- 929 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KUŞLARIN KANATLARINDA BİRLEŞTİ GÖZLERIMIZ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Mutfaktaki çekyat gündüzleri oturmaya, geceleri yatmaya yarıyordu. Açıldığında, ortası oldukça çukurlaştığından beli ağrısa da buna şükrediyordu genç kadın. Kira verecek durumda değildi çünkü. Bu bir nimetti ve yetinmesini bilmeliydi.
Çalıştığı iş yerinde kalıyordu geceleri. Mesai bitiminde koskoca büro onundu. Büro dense bile, aslında orası bir daireydi ve rahatlıkla ev gibi düşünülebilirdi zaten. Müteahhit olan patronu burayı kiralamış, ofis olarak kullanıyordu. Kendisine merhamet gösterip burada kalabileceğini söylemişti.
İyiydi patronu. Hac vazifesini yerine getirmiş, işinde gücünde, kendi halinde biriydi. Akşam 19.00 sonrası büroda kimseler kalmazdı. Kapıyı arkadan kilitler, kendine göre vakit geçirir, sonra da çekyatın üstünde uyur kalırdı. Sabah da erkenden kalkar, ortalığı toplar, kahvaltı yapıp güne başlardı.
Monotondu hayatı. Sabah dokuzda iş, akşamın yedisine kadar gelip giden ihale dosyaları, teminat mektupları, telefon trafiği… Bunaldığı zamanlar olmuyor da değildi hani.
Ne yapabilirdi ki?
Yirmi beş yaşına bile girmemiş bir kadındı. Ankara gibi bir yerde, üstelik eşinden kısa zaman önce boşanmış ve bir de üç yaşına girmemiş kız çocuğunun annesiydi. Kızı da boşandığı eşinin ailesinde kalmıştı. Zaten kendisi alsa ne yapabilirdi ki? Bakamazdı… Ne oturacak evi ne de düzeni vardı. Kendisi burada sığıntıyken, bir de küçücük çocuğu bu düzensiz hayata mı sürükleyecekti? Üstelik çalışması şartken…
Bazen uzun uzun düşünüyor, çözüm bulamıyordu. Daha çok gençti. Hayat hakkında hiç tecrübesi olmadığı halde, fazla bir yerini bilmediği Ankara gibi bir kentte hayata tutunmaya çalışıyordu.
Ankara’da oturup Ankara’nın hiçbir semtini iyi bilmemek garipti belki; ama evlilik yıllarında, bir kez bile tek başına dışarıya gönderilmemişti. Eşinin ailesiyle bir arada oturmuştu. Gidilecekse ya ailece gidilir ya da eşi onu arada bir gezdirirdi. Kendi aile evinde özgür bir hayata sahipken, evlendikten sonra boyunduruk takılmışçasına her şeyine karışılması ona zor gelse de yapabileceği bir şey yoktu.
Ailesi ne derdi şikâyet etse? “Sen istedin biz de verdik” diyeceği kesindi. Kocasını çok seviyordu. Severek evlenmişti zaten.
Kafes içinde bir hayatı hayâl bile etmemişti oysa. Bir sürü kurallar vardı koca evinde.
“-Kayınpederin yanında bacak bacak üstüne atma.”
“-Dar pantolon giyme.”
“-Makyajın biraz fazla olmuş.”
“-Kız odana girdin de kaç saattir neden çıkmadın? Kayınbaba yatmadan gelin yatar mıymış?”
“-Gelinler çok konuşup gülmez öyle.”
Ve uzayıp giden huzur bozucu, özgürlüğü kısıtlayıcı sözler…
Kadın, yavru kuş gibi hangisine uyum sağlayacağını düşünürken kısa zaman sonra kendini adliyede, hâkim karşısında bulmuştu. Boşanma o gün gerçekleşmiş, kadın kocaman şehirde özgürlüğün kendisini beklediğini sanmıştı.
Sadece sanmıştı…
Ne bilecekti ki bir kafesten başka bir kafese kapatılacağını… Dışarda avını bekleyen aç kurtlar vardı oysa. Hele bir de bu kişi yuvadan yeni uçmuş, tecrübesiz bir kadınsa; henüz hayat hakkında fazla bir tecrübesi yoksa, hangi ağacın dalında güvenle bir yuva yapardı ki?
Tek başına bir hayatın içine girmişti artık. Ailesinden bir süre boşandığını gizlese de sonunda duyulmuştu. Babası barıştırma taraftarı olmuş, “Kızım yuvarlanan taş yosun tutmaz. Ya git barış ya da git memleketimize, orada kal. Ben sana bakarım.” dediyse de kendisi hep “Yok! Çalışıyorum baba. İyiyim” demişti. Şimdi bu büroda hem çalışıyor hem de hafta sonları kızıyla vakit geçirebiliyordu. Yine de buruktu içi.
Bir öğle vakti, karşı binanın penceresine takıldı gözü. Ardına kadar açıktı pencereler. Daha önce hiç dikkat etmemişti. Perdeleri çoğunlukla kapalı idi. Belki de denk gelmemişti kendisi.
Kaldığı yerden dikkatle baktı açık pencereye. Bir yatak görünüyordu. Yatağın etrafında iki kadın, ellerinde çarşaflar ve yatakta yaşlı olduğu anlaşılan bir kadın… İki kadın, yaşlı kadını kollarına girip kaldırmaya çalışıyorlardı. Yatağın hemen kenarında tekerlekli sandalye duruyordu. Biraz zorlanarak da olsa, yaşlı kadını büyük bir itinayla tekerlekli sandalyeye oturtmayı başarmışlardı. Pencerenin önüne sürüp yaşlı kadına bir şeyler söylediler ve kendileri de yatağı yeni çarşaflarla düzenlemeye koyuldular.
Yaşlı kadın oldukça bitkin görünüyordu. Pencere önünde başını kaldırıp etrafına bakmaya çalışsa da çok bitkin olduğu belliydi. Biri onun soluk almasına yardım etseydi ne kadar makbule geçecekti. Yüzü beyaz, kırış kırış; ama sevimliydi. Bütün gücünü kullanıp elini pencere kenarına koydu. Kendine göre büyük bir iş başarmıştı. Genç kadın ise, bu cepheden yaşlı kadını hipnoz olmuş gibi izlerken, iki elini birden pencere kenarına koymuştu. Sanki kendi gücünü yoklar gibiydi o an.
Yaşlı kadın varlık içinde yokluktaydı. Özgürlük içinde tutsaktı. Hoş bir evde, kafes hayatındaydı. Kötürümdü çünkü. Kısıtlıydı her şeyi…
Birden yan binaların çatılarından onlarca kuş havalandı. Ortalık birden kanat sesleriyle doldu. Yaşlı kadın sessizce, yalnızlaşmış gözleriyle kuşları izledi. Burukça tebessüm vardı yüzünde. Hani diyordu sanki; “Kuşlar uçuyorlar; ben de özgürce yürüyordum bir zamanlar. Artık kaybettim özgürlüğümü.”
Elleri titredi kadının ve uçan yusufçuklardan biri gelip yaşlı kadının penceresine kondu. Bir süre pencere önünde ileri geri yürüdü, sonra havalandı kuş. Uçtu, uçtu, uçtu…
Yaşlı kadının da genç kadının da gözleri, kuşların özgürce kanat çırpışlarında birleşmişti. Kuşlarda ve kuşların kanatlarında kalmıştı akılları.
Genç kadın pencereyi, onlar da perdeleri kapattı. Perdeler bir daha hiç mi hiç açılmadı.
Fatma Çiçek
YORUMLAR
Kuşlar uçarken insanlarında hayallerini uçururmuş. İnsanlar yürürken kuşların aklını yürütürmüş. Özgürlükte böyle bir şey insan hayallerinde özgürse özgür, kuşlar akıllarında özgürse özgür. Yani özgürlük ya kötülük ya yokluk... Çoğu kadın özgürlüğünü benliğinde tutsak eder kaynana olunca salıverir. Kendini özgür sanarken yıllar öncesi kendisine şimdiki gelinine kötülük eder. Gelinde benliğinde kendini tutsak edemez ve kendini yokluğa bırakır. Tebrikler.
Fatma Çiçek
Arti bosanan her kadin önüne kim cikarsa onun arkasina takilip gidiyor mu? Bunu da anlamis degilim. Insana insan diye bakmak gerekiyor.
Size tesekkür ederim.