- 702 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ŞAFAĞA KAÇ MI VAR?
Göğün kaldırımlarında miskin bir kuşun haletiruhiye sine bürünen sefil bir gök taşı belki de elzem gözyaşlarına teğet geçen bulutun ıslak bir veryansın kondurduğu şehrin ışıklı tabelası.
Top yekûn hüzün bekçileri nidalar savuruyor şehrin mezarlığına tüneyen iblis kadar kötü ve cahil bir zümrenin mazlumun sırtına dayadığı o azamet ile çakılırken yere ikircikli mısralar.
Beyitlerin tasarrufunda gün ve de ömür belki Aşiyan Mezarlığına düşen yolunda bir sure tadında ölümü anan sur bekçileri yalnızlığın.
İllet bir terennüm saklı bakışlarında.
Devran aslına sirayet etse de insanlar kalpazan düşleri çoğaltıyor semt pazarlarında.
Verdiğimiz her mola.
Tanrının edimlerine ve sitemlerine karşı gelmeyi asla düşünmediğimiz bir mağfiret belki de ikircikli gölgelerin damarına basıp da arşı alaya çıkan bir öfkeyi süt liman yüreklere pelesenk eden huzur ve iz düşümü mabedin sancaklarına dokunan eli bilinmezin.
Hoyrat bir günce soluklanıyor perde arkasında aşkın, beyitler soluyor yalnızlığı.
Bir bültende geçen alt yazı.
Aşkın perhize girdiği sabahın erken ışıkları ve derken büyüyen bir çığ gibi İlahi Aşkın eriştiği gök kubbenin de asılı bekçileri iken üreyen sedalarda hoş bir tını yine yeri göğü inleten…
Bir sefer tasına dolan bakışlar belki de derken somurtan bir acı ve istimlâk edilmiş beyhude hayaller.
Katmanlarında ömrün.
Dalyalarca beyan sunarken günbegün.
Islak gözlerine dadanan çakıl taşları yine deryaların engin tınısında da bir vaveyla aksayan her şiire eşlik eden gölgenin muhatabı iken umut dillenen ve günbegün yitip giden zamanın biteviye raksında bir elemi bir de aşkın közünü sitemle elleyen münafık baykuşun savurduğu bir inilti.
Papaz olan bir nida mı yoksa hani albenisi dudaklarda sarkıt?
Yerle yeksan olan bir şehir mi yoksa, tebaası aşkın kanatlarında bir izdivaca talip?
Öykündüğümüz masallarda serildiğimiz o rahle bin bir gece masallarına eklediğimiz yeniden var oluş şarkısına eşlik eden şakayık bekçileri ve elemin tozu bulaşmışken üstümüze başımıza biz şahikalar aşkı ballandıra ballandıra anlatmaktan geri duramadığımız her saat başında guguk kuşunun yorgun sesine tanıklık eden beşeri bir zafiyetle atıldığımız hüsran bulutu ve tünediğimiz şehrin de en yüksek noktası sancılı bir ölümü dillendiren sakıncalı bir şarkıyı da en yüksek tonda söylerken…
Aşkın isyanına bandığımız gözyaşı.
Gözyaşına eşlik eden rahmetin sunumu ile şükre kapıldığımız ve tüm vesveseleri uzaklara yolladığımız.
Çivisi çıkan gölgelerin mazlumların sırtından geçinen öykülerinde mi yoksa bizler telaşla adımlıyoruz kaldırım taşlarını ve en delici bakışla iz sürüyoruz acının ve engebenin zifiri beraberliğini de topa tuttuğumuz yansız bir şiiri daha gölgelerken bedbin satırlar.
Bedbaht bir çocukluğun belki de yazarın güncesi iken yazılmamış bir hikaye daha sonlanırken aşkı tefe tutan tüm irsi özellikleri de göz ardı edip devasa yalnızlığın eriştiği bir rakımda şehir küllerinden yeniden doğarken…
Şafağa kaç mı var?
Kaç şafakta daha yanacağız, diyebilmenin de bir özrü olsa olsa ve şimdilerin atlas sessizliğinde uzak bir coğrafyadan gönderilen her selamı da başımızın üstüne yerleştirirken…
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
Çok teşekkür ediyorum.
Sonsuz selamlarımla.