- 894 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-HANGİ ECEVİT?-(4)
“Biz milliyetçiliği sokak duvarlarına değil, Egenin serin ve derin sularına, Afyon’un haşhaş tarlalarına ve Kıbrıs’ın Beşparmak dağlarına yazdık..” Der bir mitingte rahmetli siyaset adamımız Bülent Ecevit.
Evet, yine Erbakan merhumla birlikte Kıbrıs Barış Harekâtını ardına almışlığın moral desteği ve maneviyatıyla yüklüdür Ecevit bir dönem. Ve üstteki sözle yüklü söylevi verecektir gümbür gümbür çağlayarak.
Öncesinde 12 Mart muhtırasının ve ara dönemin estirdiği sert ve soğuk rüzgârlarla üşümüş yürekler 1973 yılının güz günlerinde demokrasi ve sivil idareye özlemle dopdolu pupa yelken açılmaktadır. Asıl şimdi yaprak dökümü son bulmuş, ilkbaharla harlanan mayıs çiçekleri açmakta, geç bir yazın sıcaklığı duyulmaktadır gönüllerde.
Sandıktan çıkan sonuç ise tek başına bir iktidar imkânı vermemekle beraber uzun ve meşakkatli görüşmeler ve pazarlıklar neticesinde umuda yolculuğun türküsünü çığırmaktadır. Bu, kısa bir süre öncesinde ülkemizin toplumsal ve siyasal şartları içerisinde akla hayale gelmeyecek bir denemeyi müjdelemektedir. Kemalist devletçi/seçkinci gelenekten beslenen Cumhuriyet Halk Partisi ile önemli ölçüde o evveliyata tepkiyle şekillenen İslami/gelenekçi hüviyetli Milli Selamet Partisi arasında bir koalisyon hükûmeti doğmaktadır.
Genel olarak değerlendirirsek sağ tandanslı bir toplumsal yapılanmayı önümüze koyan ülkemizin sosyo politik atmosferinde tek partili sağ hükûmet evreleri halkımızın geniş reyini almışlıkla motive olarak istikrarlı yönetim evreleri sunmaktadır bizlere. 1950-60 arası Demokrat Parti, 1965-71 arası Adalet Partisi, 1983-91 arası ANAP ve özellikle 2002 sonrası AKP hükûmetleri kalıcılığı ve istikrarı sağlayarak siyasi güç zemininde aradığı icraat ortamını da bulmaktadır. Tam tersine darbe ve ihtilal dönemlerinin zedelediği anti demokratik evrelerin getirisiyle kurulan koalisyon hükûmetleri ise ekseri ara dönemlerin devamı olarak kan kaybını sürdürmektedir.
Bunun kanaatimce bir istisnası 1974 yılında görev alan CHP-MSP koalisyonu olmaktadır. Neden peki? Ne farklılığı var? Yine bir ara dönem sonrası kurulan koalisyon ortaklığı değil mi? Her iki partinin yakın tarihimizin koşulları ve gelişmeleriyle bezeli ideolojik/politik zıddiyeti o kadar açık ki. Kim bilir kurulması, devamı ve sona ermesi bağlamında arz ettiği güçlükler düşünülürse en zorlu bir koalisyon sürecidir belki de. Açıkçası toplumsal tabanlarından başlayarak teşkilat yapılanmaları ve ardlarındaki basın ve fikir muhitlerine kadar inceleme ve değerlendirme yapmadan bu hâlin anlamına varılması mümkün görünmemektedir.
Şu kadar ki, temel bir etken bu hükûmetin kurulması ve bazı önemli başarılar kazanmasını mümkün kılacaktır. Her şeyden önce Kıbrıs meselesi özellikle 1950’lerden itibaren kanayan bir yara ve kriz menbaı olmaktadır. Dolayısıyla dış siyaset eksenli tıkanıklık kendi içinde aciliyetini dayatmaktadır. Tamda bu noktada zıt kutuplar arasında böyle tahterevalli tarzda bir hükûmet modelinin müspet bir netice doğurduğu söylenebilir. Gerçi netice platformunda kazanımların kemale ermediği sorgulaması ve eleştirisi haklı olarak her dem yapılmaktadır.
Ne var ki, iki aşamalı olarak harekât gerçekleşmekte ve Kıbrıs’taki Türk varlığına karşı yapılan zulüm durdurulmakta, yanı sıra belli bir toprak üzerinde egemenlik hakları tesis edilmektedir. Ki bu, bir sonraki evrede Kıbrıs Türk Federe Devleti ve daha sonraları ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin inşasına dönüşmektedir.
Evet, iki aşamalı harekât. Kuşkusuz, öncesinde yoğun bir diplomasi trafiği işlemektedir. 1959’da Yunanistan ve İngiltere ile birlikte kazandığımız garantör devlet konumu bize beraberinde çok ciddi bir yükseklik kazandırmaktadır. Bu sürecin taşları koalisyon hükûmeti döneminde de siyaset ve diplomasinin dehliz ve labirentlerinden geçmeksizin döşenebilir miydi acaba?
Bu alanda zaman zaman şu değerlendirmenin yapıldığını görürsünüz. Efendim! Ecevit diplomasiye gömülür ve harekâta inanmazken; Erbakan ise batı dünyasından ne fayda gelir kardeşim, atılalım vuralım demektedir. Nihayet Ecevit son Londra seyahatinde iken başbakanlığa vekâlet eden Erbakan harekâtı başlatır ve dahi Ecevit bunu haber alıp apar topar yurda döndüğünde ise çoktan adayı yarılarız denilmektedir. Bunu diyen medyatik çevreler böyle bir şeyin devlet perspektifi içerisinde olamayacağını nasıl idrak etmezler anlamak kolay olmasa gerek. Düşünsenize Londra’da görüşme yapan Ecevit’e sayın başbakan neyin pazarlığını yapıyorsunuz ülkeniz harekâta başladı bile deniyor öyle mi?
Oysa gerçek bunun tam tersidir. Erbakan harekâtla ilgili son hazırlıkları tamamlatır, gemiler ve uçaklar kalkışa hazırdır ve Ecevit görüşmeden döndüğünde ise harekât başlatılır. Açıktır ki, diplomasi ve askeri kanallar koordineli çalışmakta ve batı dünyasına karşı harekât büyük bir gizlilik içerisinde planlanmakta ve adım adım oya oya işlenmektedir.
Görünen o ki, CHP kanadının diplomasiye açık siyaseti dahi batı dünyasını harekât öncesi afyonlamaktadır.
Harekâtın başlamasını takiben başbakan Ecevit "Biz aslında savaş için değil, barış için, yalnız Türkler’e değil, Rumlar’a da barış getirmek için Ada’ya gidiyoruz. Türkiye’nin Kıbrıs’ta barış, kardeşlik ve özgürlük için giriştiği harekât, bu sabah erken saatlerde başlamıştır…" demektedir. Harekâtın ideolojisini ve dünya görüşünü de önümüze koyan sözler enteresandır özünde. Gerçektende Kıbrıs harekâtımız ile beraber Yunanistan’da Albaylar cuntasının çökmesi ve komşunun demokrasiye kavuşması, yanı sıra Kıbrıs’ta da darbeci Nicos Sampson yönetiminin yerle yeksan olması göz önüne alınırsa dünya kamuoyuna verilen politik mesaj Ecevit’in söyleminde hayat bulmaktadır.
Halbuki biz iç siyasette türlü hamaset söylemlerini harlandırıyoruz kimi vakit. Bu hamasi ögeler içerisinde Erbakan hocanın ve partisinin emeklerini dillendirmek yerine başarıyı salt Kıbrıs fatihi Ecevit biçiminde manşete taşımakta vardır hiç şüphesiz.
Öncelikle fatih kavramının tarihselliğine göz atarsak eski çağlar ve asırlarda klasik cihangirlik olgusuyla bütünleşen, ülkeler fetheden hükümdar tipolojisi karşımıza çıkmaktadır. Sözgelimi Osmanlı’da padişahlar uzun süre ordunun başında sefere çıkmaktadır. Kanuni sonrası bu hususa riayet etmeyen sarayda kalıp orduyu sadrazamla birlikte sefere gönderen sultanların başarı çıtasının düşmesinde az mı rolleri olur acaba?
Bu düzlemde alırsak modern demokrasilerin temelde fetih ve fatih, cihangir gibi sembollere sıcak bakmadığı da göz önüne alınırsa harpleri daha geri planda siyasi platform üzerinden idare eden devlet adamlarının fatih kavramının gelenekselliğini duyurması oldukça zor ve popülizmden uzak olmayacaktır açıkçası. Demem o ki, Kıbrıs fatihi kavramlaştırması tarihselliğe nispetle daha sembolik ve moral değer kazanmaktadır. Bunun ötesinde Kıbrıs fatihi Ecevit söyleminin başbakan konumuna bağlı bir mantıksallığa sahip olduğu da akla gelecektir elbet. Ne var ki, Erbakan ve MSP’nin küçük ortak parantezinde yitip gitmesi mümkün olmadığı gibi, merhum hocanın gayretlerinin adanın tamamını alacak biçimde harekâtın genişletilmesi yönünde dillendiği de akıllardadır şüphesiz. Bu noktada da küçük ortağın duyuş ve duruşuyla kendisini büyüttüğü ve varlığını yepyeni anlamlara taşıdığı anlaşılmaktadır.
Ecevit cephesinde ise konunun Kıbrıs’taki Rum tarafı zulmünü sonlandırmak, beraberinde adada barışı tesis etmek ve zaferin uluslararası kamuoyu nezdinde tescil edilmesi üzerinden okunduğu anlaşılmaktadır.
Peki zafer diplomatik platformlara başarıyla taşınıp anlatılabildi mi? Bu soruya müspet cevap verebilmek maalesef imkânsız görünmektedir. İşte bu noktada Ecevit ve Erbakan’ın ve partilerinin meseleyi kavramalarındaki derin farklılık ve görüş ayrılığı etkili olmaktadır. Öyle ki, ortaklar arasındaki ihtilaf ve çatlağın giderek büyümesiyle birlikte başbakan Ecevit’in istifasına kadar gidecek bir süreçler manzumesidir bu. Çok kere bu durum Ecevit’in erken seçime giderek başarının ülkemize getirdiği olumlu havayı değerlendirmek istemesine bağlanmaktadır.
Hiç kuşkusuz tam harekâtın diplomatik başarıyla taçlandırılacağı, konunun uluslararası kamuoyunda işleneceği evrede istifa bağlamında ülke çıkarının yüksek tutulmamasındaki basiretsizlik gün gibi ortadadır.
Ne var ki, CHP/MSP koalisyonunun üstte de ifade etmeye çalıştığım toplumsal, siyasal, ideolojik zıddiyeti ele alınmadan kişisel egoya gönderme yapan böylesi bir değerlendirmenin spekülasyondan öteye gitmeyeceği hususu da akla uzak değildir zannımca.
L.T.
-DEVAM EDECEK-
YORUMLAR
Rahmetli iki siyaset adamımız Ecevit ve Erbakan 'iki yabancı' değildiler. Bu ülkenin iki politik değeri idiler. Her zaman ve zeminde birbirlerine karşı siyasi üslup ve nezaketi hiç düşürmeden hareket ettiler.
Kıbrıs'ta da 'birlikte ama yalnız' değildiler. Ardlarında büyük Türk Milletinin varlığının bilincinde, uluslararası ilişkilerin gerçekleri ve rasyonel gerekler dairesinde ve şüphesiz Silahlı Kuvvetlerimizin kutlu varlığı ve desteğiyle, nihayet Allah-ü Tealanın inayetiyle Kıbrıs harekâtını gerçekleştirdiler.
Bu takdire şâyan ulvi günü en derin ve içten duygularımla kutluyorum.
Emeği geçen herkesten Allah razı olsun...
levent taner tarafından 7/20/2019 10:09:29 PM zamanında düzenlenmiştir.