- 1020 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
MEZUNİYET TÖRENİ
Bir burjuva yeminiydi aşkın çağrısı belki de İlahi bir düş’e mezar olan yenilgi.
Ah’ların kaynadığı bir mevsimdi ölümcül sessizliğe resti çektiğim o ilkbahar sabahı.
Korukların rengi idi özlem ve aşk’ın çağrısı az sonra çağlayacak sağanak.
Göğün bitiminde mavi gölgeler vardı ve yetimliğin ç/ağrısına yenik düştüğüm.
İsli yüreklerin silecekleri çalışmıyordu ve ben başımı kaldıramıyordum derslerden ne de olsa şunun şurasında sayılı günler kalmıştı mezuniyetime.
İksirli bir şerbeti içer gibi yudumlamıyor adeta doyamıyordum satırların çetrefilli saldırganlığında ben bilgiye ve ölüme yeniden ve yeniden ötenazi yapmanın verdiği cesaret ile.
Muhbir kuşlar soluksuzdu; matemin fevri rüzgârına da yenik düşmüştüm.
Sise yenik düşen şehrin bulutlarını aradı gözlerim. Sabahın kaçı mıydı da ben geceden kalmış bir sarhoş gibi hala kitabın satırlarında geziniyordum esefle.
Üzünç yüklü bir yılın son demleriydi adeta ne de olsa Haziran ayı finallerin denk düştüğü sersem bir aydan fazlası değildi gözümde.
Gecenin sönük ferine takıldı gözüm.
Sözcükler can çekişiyordu sanki aklın minvalinde ben parti veriyordum her dersin kendine has tınısıyla kocaman parmaklarına bilginin bir dokunup uzaklaşıyordum.
Şehrin matemi bürümüştü gözlerimi belki de kayıp bir meltem tadındaydı içimdeki yavru kuşlar ve mızmız ruhuma inat bağıra çağıra tekrar yapıyordum en azından bölümü derece ile bitirmenin bir forsu olurdu az zaman sonra atılacağım iş hayatında iyi bir referans.
Çatık kaşlı olmayı özlemiş miydim ne?
Hele ki hasta yatağında görmekten nefret ettiğim bir coşku gibiydi babama duyduğum özlem.
Ne iyileşiyordu ne de tek sözcük çıkıyordu ağzından.
Yoğum bakımla servise alındığı oda arasında geçiyordu günleri ve büyük ihtimalle mezuniyetime gelemeyecekti.
Aptal olduğumu yeniden ispatlamıştım işte.
Arkadaşlarımın hepsinin ailesi şimdiden yerlerini almışlardı bile kampusta kutlanacak mezuniyet törenimize giyecekleri kıyafetler bile hazırdı çoğunun.
Meali olmayan yorgunluğun kaçıncı basamağı idi ki ve içimdeki ölü neşeye ağıtlar yakmaya bile vaktim yoktu.
Yorgun kuşlar tuzağa düşmüştü işte ne de olsa av da avcı da bendim.
Mevsim çok sabırsızdı tıpkı içimin geçtiği geç saatlerde fincan fincan kahve ile bolca doping yaptığım beynime lanet okurken ve içimdeki efkarı anlatmaya sözcük bulamazken ben bol bol muhasebe hesabı yapıyor ve maliyet muhasebesinin bana kaça mal olacağının tahmini ile edilgen bir öğrenci olma hüviyetime çoktan çöplüğe göndermiştim.
Belki de işime geliyordu bunca acı.
İşime geliyordu belki de ölüm yalarken yüzümü hangi yüzle aynaya baktığımı unutup sadece hastanede olmadığım saatlerin ve nöbetlerin yasını tutuyordum üstüne üstük babam bu hastalığa yakalandığı ilk günden beri mahiyetini bizler ondan saklarken.
Körebe bir acıyı sahiplenmiştim ve sınıf arkadaşlarımla diyaloga bile girmeden ders notlarını temize geçirip bir de çektirdiğim yüzlerce sayfa fotokopi ile hemhal olduğum kadar kendimle yüzleşemiyordum.
Vazifemdi öğrenci kimliğim ve ben evlat olduğumu bile unutmuş sakil ruhumla sefil bir yolculuk yapıyordum.
Kabuk değiştirecek olan bizlerdik aslında: biz, yeni mezunlar illa ki iş hayatına atılacak ve tutunacaktık bir bir ne de olsa hocalarımızın üzerimizdeki emeği asla yadsınamazdı.
Matemin doruğunda titreyen bir yapraktım belki de bir küçümen öyküsü.
Ne büyüktüm ne de çocuk.
Ne kadındım ne de asi.
Sadece küçük bir kız çocuğuna delalet acı dolu yüzümü saklama gereği bile duymazken içimde taklalar atan bir sirk maymununa gönderme yapıyordum ne zamanki uzun bir yürüyüşe çıksam.
Hayatımın baharı idi lakin azap mevsimine denk düşmüştüm bir yaz vakti ve coşkum yenik düşmüştü eleme.
Uzun bir zamandı o koca dört yıl üstelik bölümün hatırlı hocalarının bana duyduğu güven ve inanç sayesinde zorlukları hala aşabiliyordum.
Öykündüğüm hiçbir şey yoktu.
Ne koca kampusun yeşil örtüsü ne de işletme fakültesinin mimarisi aslında ait olmadığım bir dünyanın rüyası idi babamın gördüğü ve benim de eşlik etmemi istediği o rüya.
Açılım getirmek gerekirse sırf ailem istediği için İngilizce İşletme okuma hevesine yenik düşmüştüm lakin suni bir heves sırf ailemi memnun etmek ve hatırı sayılır bir mesleğin de erbabı olmak üzere.
Kukumav kuşları pek bir rağbet ediyordu okulun gösterişli ortamına ve ne yazık ki onları-kukumav kuşlarını-gören sadece bendim ve yine bendim gözüken lakin onların gözüne sonuç itibariyle bir hayalet gibi girip çıkıyordum amfilere aslında yorgun ruhuma atıfta bulunup yorgunluğun kitabını yazıyordum üstüne üstük aynı dönemde annem bir trafik kazası geçirmiş ve bu da ona iki ameliyata mal olmuştu.
Hain bir evlat olduğuma bizzat inanmıştım ne de olsa ben öğrenci olma hakkımı kullanıp evle okul arasında mekik dokuyordum ve hastaneye uğradığım gün ve saat sayısı da azınlıktaydı.
Aşkla baktığım bir hayat olmalıydı oysa önümdeki ve hayallere daldığım lakin tek gördüğüm karabasandı üstelik gözüm açık görmeyi başardığım…
Geriye ne zaman dönsem ve o uzun dört seneye ne zaman kuş bakışı bir hasretle göz gezdirsem adını bile hatırlamadığım nice insan var yine o yıllara ait üstelik yolumun ancak iki üç tanesi ile kısa süreli kesiştiği.
Çimenlere bir kere bile oturmadığım daha dün gibi aklımda ve kantine kaç kez uğradığım bir elin parmağını geçmez.
Üniversite ortamından ziyade kendimi idam sehpasına çıktığım hayali ile yüzleştiğim seneler.
Üstelik cellâdım da babam iken.
Bu duyguların yoğunluğuna ancak seneler sonra vakıf oldum ve sırf iyi bir mesleğe üye olmak adına babam istiyor diye girdiğim işletme fakültesi.
Ve daha dün gibi aklımda: beni ziyarete gelen babam ve beni sorgulayan gözlerle inceleyip elele tutuşan kızlı erkekli gruplara bakıp da benim de onlar gibi bir sevgilim olup olmadığı sorgulamasını ulu orta yaparken.
Aşkın haznesine düşmediğim gibi Gayya kuyusunda asla çıkamadığım bir dönem ve zincirleme hastane maceralarımız.
Babamın aldığı o uzun kemoterapi kürleri; annemin geçirdiği ameliyatlar ve koğuşumdan ayrı düşmemek adına tek ders bile kaçırmamam gerekliliğine yürekten inanıp çıktığım o kısa mesafe koşusu.
Başka ayrıntılar da var lakin onları hala kendime saklıyorum ne de olsa göz önünde bulunan bir evladın da iç isyanıdır tüm olup biten.
Varlığımı idame ettirmek ise sırra kadem basan hayallerim.
Sır verip serlerimi de kendime sakladığım.
Ve çat kapı gelen mezuniyet töreni.
Koca kampus cıvıl cıvıl ve ben cüppemi giymiş beklemekteyim sıramı tıpkı az sonra dar ağacına çıkacak bir mahkum gibi gözüm kapıda annemi ve kardeşimi beklerken.
Şükürler olsun ki tören henüz başlamışken kapıda beliriyor yorgun annem ve canımdan çok sevdiğim afacan kardeşim.
Derken anons ediliyor ismim ve sahnede alıyorum yerimi.
Yüzümde dolanan bulutlar ha yağdı ha yağacak.
Ve bölüm başkanım beni tebrik ediyor ve elime iki kağıt tutuşturuyorlar.
Biri diplomam ya diğeri?
Ne ilginçtir ki aradan geçen koca beş sene sonu tesadüfen öğreniyorum bana verilen o diğer kâğıdın bir başarı belgesi olduğunu ne de olsa en yüksek notla bölümü bitiren ilk on öğrenci arasındayım.
Törenden sonra çekilen üç beş resim sanki bir cenaze töreninde canlı cenaze iken zatı âlim ve elimde iki resmi belge.
Resimde eksik olan şeyler var.
Aslında resimde olmayan benim.
Aslında yanımda olması gereken de hiç kimse ne de olsa hiçliğimle henüz tanışmadığım bir hayal dünyası, dünyamın dönmediği bilakis dünyanın başıma yıkıldığı…
Derken hastaneye dönen annem ve kardeşim ve ben nerede unutulduğumu bilmeden bir koşu eve gidiyorum gireceğim inziva öncesi bol bol gözyaşı döktüğüm bir mezuniyet töreninin de resmini çizdiğim…
Ve birkaç ay içerisinde hanemizde verdiğimiz bir eksik ile yeni bir kâbus başlıyor.
Reşit olmayan bir acının rüştünü ispatladığı ve duygularımı kundaklayıp soluk bir yüzle altına imzamı attığım ilk işime de giriyorum cenazemiz kalktıktan sonra.
Uyuduğum yıllar.
Unutamadığım.
En çok da unutmayı istediğim ve alt edemediğim bilumum duygu seneler sonra yeniden üniversiteye dönüp başka bir bölümde yüksek lisans yapmama vesile en azından çok sevdiğim bir bölümde öğrenci kimliğimi yeniden sırtıma geçirip yeni bir dünyanın da kapısını araladığım belki de sonuna kadar kapattığım…
YORUMLAR
Merhaba Gülüm hanımefendi yazın dünyasının ele avuca sığmaz üretken kalemi şair-yazar kalem dost. İşte sanatın, edebiyatın böylesine güzelliği tartışılmaz soylu bir yararı vardır entelektüel birikimi olan saygın yurttaşlara.
Yazmak ne kadar soylu bir eylem. İç dünyamızı, hayallerimizi, beynimizi tırmalayan, hafızamızı dolduran yaşanmışlıkların üzerimizdeki taşınamaz tinsel ağırlıklarından bizi azat ediyor.
Gülüm hanım, bu bağlamda içtenlikli yazılarınız çok hoş. İçinde yurt insanının özgürlük savaşlarını, kırgınlıklarını, özlemlerini ve de bastırılmış duygularının destanlarını yazıyorsunuz.
Aynı yollardan nicelerimiz geçti. Fikirlerimiz alınmadan, ebeveyinlerimizin çok bilmiş halleri. yönlendirmeleri... neler neler.
Dilerim yazılarınız genç çiftlere ışık tutar gelecek kuşakların özgür bir ortamda yetişmesi adına.
Emeğe ve sanata sonsuz saygımla güzellikler dilerim soylu gönlünüze.
Gülüm Çamlısoy
Sizin gibi değerli bir eğitimciden bu yorumu almak adına mutluyum.
Çok çok teşekkür ediyorum aydınlık şahsınıza.
Var olun.
En derin saygı ve selamlarımla.