Bir Dünya Masalı
Doğru ve dini bütün bir insan gibi yaşarken, her şey yolundaymış gibi gezerken, arabasıyla hızla yol alırken aniden bir ses gelir adamın kulağına dış dünyadan. Arabasını durdurdu ve sesin geldiği yere doğru yürüdü. Yerde boylu boyunca yatan yaralı bir adam vardı.
“Ah!” diye inliyordu yerdeki yaralı adam. Meraklı ve endişe dolu bakışlarıyla yanına doğru gitti. “Ne oldu?” demeye kalmadı arkasından başına vurdular, yığılıverdi oracıkta. Uyandığında o diyordu “Vah!” diye. Başında ağrılar, arabasının yerinde yeller esiyordu. Perişan haldeydi. El kaldırıyordu arabalara dursun diye duran yoktu. Eğer çalınmasaydı cep telefonu, polisi arayacaktı. Üstü toz duman içinde kalmış, başında kanamış bir yara ile mecburen yürümeye başladı. İçinden şöyle diyordu ”Herhalde bir film çevirdiğimi sanıyorlar ki durmuyorlar ya da öldüm ve ruhumla yürüyorum, bedensiz!”
Ah! Diyeni gören
Vah! Çekermiş meğer!
Önündeki çalılıkları aştı. Kalabalık bir yere geldi. Adam nereye dönse kahkahalar, şakalar… Kadeh kaldıran kaldırana! Birine sordu “Burada neler oldu?” adam gülüyordu ve konuşmuyordu. “Gül!” diyordu sadece. İçki içmezdi. Susamıştı. Su aradı. Musluktan bile içki akıyordu. İçinden “ Acaba bu rüya mı veya nasıl bir şaka, eğer şakaysa?” Var olduğunu sandığı her şeyini çalmışlar, yokluğunu bir türlü kabul edemiyordu. Oturup ağlamaya başladı kaldırımda. Üstüne yürüdüler ve vurmaya başladılar gülerek! O da gülmeye başladı, alkışlar onaydı. Omuzlar üzerine aldılar kahkahalarla… İçkiyle yıkadılar, zorla içirdiler! Kendisi de gülmeden duramıyordu artık. İçinde hala şaşkınlık vardı hatta sorgulama ama vicdanı rahatsız olmadan gülüyordu işte. Sonra başını kaldırdı. Bir levhanın içinde bir yazı gözüne ilişti.
“Ne kadar gülersen o kadar ölürsün! “
“Ne kadar içersen o kadar bu dünyadan geçersin!”
“Ağlayan görürsen vur, akan suyunu durdur!”
“İşle cinayet budur. Bulursun afiyet!”
…
En zirvede Deccal, tek gözüyle göz kırptı ona yandaki levhayı göstererek…
“Sende oldun bizden, şeytan!”
Son yazıyı okur okumaz, bu mide bulandırıcı söz kulaklarında çınlarken çöle doğru koştu, dünya aşkıyla dolu Leyla’ları geride bırakarak. Anadan doğma girdi kumun içine. Yaktıkça kum, insanlığına ışık saçtı bu durum. Ne üstünde var olana artık heves etti, ne var deyip de oyalandığından yansıyan aynalarında ki varlığını hissetti… “Yokmuşum bu dünyada ben, ezelden. Misafirmişim meğer? Ne verirlerse sınav, sahiplenirsen oluyorsun av!” dedi. Elest âlemindeki sözünü hatırladı.
Kelimeyi Şahadet getirdi o an dilden ve kalben. Özü, sözü, yüzü çözüldü kum oldu, ilahi yel ile savruldu. Görenler çöl de bakıyor ona şimdi. Kendisini gören olmadı bundan sonra…
Kısacası bu öyküde; insan ne kadar imanla donanımlı ve bilgi sahibi de olsa, başına kötülük gelebileceği gibi kandırılabileceği zayıflıkta yaratılmıştır. Bu yüzden her an yaptığı ibadet ve Allah’a olan samimi teslimiyet ile kendini koruyup öbür dünyasını kurtarabileceği; kısacası yaptığı ameliyle değil, Allah’ın rahmetiyle nihai cennete gireceğini unutmamalıdır. Yaptığı kırıntı ameline bakarak, kendine güvenmemelidir de...
Kimsenin cenneti garanti değildir. Allah’ın rahmetine sığınır, umut ederiz sadece!
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.