- 743 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yalnızlık yalnız kalamamaktır
İntiharlar alınganlığa dayanır. İster büsbütün hayatın sonlandırılması olsun, ister lokal bir ölüm, en nihayetinde hepsinin ucunda ’karşı koyamama’nın çığlığı vardır. Bence, biraz da bu nedenle, her türden intihar eğiliminin tedavisinde izlenmesi gereken yol, yaralıyı daha fazla ilgiye boğmak değil, ’yaralayıcı ilgi’ye veya ’yaralayıcı ilgisizliğe’ karşı koymasını öğretmektir.
Karşı koymasını bilmeyen kişi, nasıl eder eder, alınabilecek şeyleri bulur. Hayatının mükemmel olması dahi onu engelleyemez. Hatta bazen çevresindeki sevginin yoğunluğu aksü’l-amel yapar. Alınganlığının seviyesini arttırır. Öyle ya! İnsan daha çok sevdikçe daha çok da alınır. Her işareti kendisine yapılmış gibi okur. Çünkü sevmek, kalbini, sevilenden gelen etkilere açmaktır da bir nevi. İçimize giremeyen kalbimizi kıramaz. Kalp dediğin ancak içerden kılır.
Duygulardan bazıları pencerelere benziyor. Bazıları da kapılara. Pencerelere benzeyenler kalemizi terketmeden dışımıza yönelttiğimiz haykırışlarla dolu. Mesela: Öfke de bence kalbin pencerelerinden birisidir. Sokakta top oynayan çocuklara evinizi terketmeden bağırdığınız gibi kendiliğinizi terketmeden de bağırırsınız. Korunaklı bir yerden konuşursunuz. Öfkelendiğiniz şeyler rahatsız edebilir ama yaralayamaz. Hatta kimi zaman öfke hayata bağlanmaya da sebep olabilir. Öfkelerinin ayakta tuttuğu insanlar vardır. Bazıları başarılarını da öfkeleriyle açıklarlar.
Öfkenin, inadın, kinin, hasedin, hırsın motivasyonları kesinlikle küçük görülmemelidir. Her neyse. Kapılara benzettiğim duygular ise, arkadaşım, bizim ’etkilemek için’ değil ’etkilenmek için’ göğsümüze kuşandığımız duygulardır. Onlarda kendiliğimizi bir miktar terkederiz. Bir miktar değişiriz. Bir miktar açılırız. Tıpkı suya katılan şeker gibi yeni bir oran buluruz.
Bu tarz duyguların zenginleştiriciliği daha fazladır. İnsan içine çoğalır böyle şeyler yaşadığında. Ancak, buraya dikkat isterim arkadaşım, etkilenmeye de açılır. Kapınızdan giren herkes bir parça evinizin ahalisi olur. Yalnızlığınızı azaltır. Ötekinden haberdar eder. Yalnız kalamadığınızdan ötürü sık sık yalnızlık da çekersiniz. Ve gelenler kolay kolay gitmez. Gidense asla terketmez. Hep gider. Gitmeler unutulmaz. Belki Cemil Meriç merhuma "Yalnızlık yalnız kalamamaktır!" dedirten de budur.
İşte, tam da bu noktada, "Demek kalb, ebedü’l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir, bu fâni dünyaya razı değildir!" diyenin verdiği ders daha güzel anlaşılıyor. Madem ki, bir kere gelen, kalbimizin zannınca, hiç gitmemek üzere geliyor. Ve madem ki, bir kere misafirimiz olup bizi ikilikle tanıştıran, yalnızlığımızın da sebeb-i vücudu oluyor. O halde, geçicilikten anlamayan bu evsahibinin, gitmesi mümkün olmayan bir misafiri de bulunmalı/bulunabilmeli.
Peki, arkadaşım, ’gitmenin mümkün olmaması’ ne demektir? Bence tastamam ’Allah’ demektir. Evet, Cenab-ı Lemyezel, fani mahbubların sahip oldukları tüm kusurlardan münezzehtir. Yani, elbette, bırakıp gitmelerden de münezzehtir.
Burada hemence alınganlık meselesine de bir tornistan yapmak istiyorum arkadaşım. Sence, hiç gitmeyen bir yâre kalbinde yer açmış olan âşık, nehrin üzerindeki süprüntülerin gelip-geçici tavırlarından alınır mı? Onların kaş-gözünden, hır-güründen, afra-tafrasından sarsılır mı? Bana sorarsan iman bu yönüyle de bir şifa veriyor. En batmaz tekneye sığınmış olan gemici dalgaların inciticiliğinden de korunmuş oluyor. Zaten, hakverirsin herhalde, insanı ’insan’ yerine koyan nazından o kadar alınmıyor. İnsanı ’Allah’ yerine koyanların yüzü intihara bakıyor. Yani ki hiyerarşiyi düzelt işler düzelir. Yahut da dediği gibi bitireyim: "Pencerelerden seyret. İçlerine girme."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.