- 764 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AMERİKANIN KARA YÜZÜ
Bugün dünya haritasına baktığınızda Peru adı verilen ülkenin yerli halkı olan İnkalar, son kralları Atahualpa’nın anısına bir heykel dikmeye karar verirler. Ve İnkalar çok sevdikleri, unutamadıkları Kralları Atahualpa’nın heykelini Amerika Birleşik Devletlerindeki bir dökümhaneye sipariş ederler. Heykel dökümhanede tamamlanır Peru’ya gönderilir. İnkalar o büyük paketi açtıklarında çok şaşırırlar. Çünkü karşılarında duran kralları Atahualpa’nın heykeli değildir. Ama bu kimdir diye merak ederler. Evet, karşılarında bir Amerikan yerlisinin heykeli durmaktadır ama çok sevdikleri kralları değildir o. Araştırırlar ve komik gerçeği öğrenirler. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki dökümhaneden yanlışlıkla sizlerin de tanımış olduğu Pocahontas’ın babası olan Kızılderili Reis Polhata’nın heykeli Peru’ya gönderilmiştir.
................
İşte bu karışıklık karşısında İnkalar ne mi yaparlar? ne yapmaları gerekir? Elbetteki urumu dökümhaneye bildirmek, Kralları Atahualpa’nın heykelini istemek. Ama İnka halkı, son derece yoksul insanlardan oluşur. Taşıma ücreti çok fazla tuttuğundan heykel geri gönderilmez ve bugün de hala gidenler görürler. Peru’nun Cusko kentinde bir meydana dikerler Kızılderili Reis Polhata’nın heykelini.
.............
Atahualpa, 1533 yılında İspanyol sömürgeciler tarafından öldürülen İnkaların reisidir. Atahualpa öldürülür ve bütün eşyaları beyaz adam tarafından eritilir. Çünkü Atahulalpa’nın bütün eşyaları altından yapılmaktaydı.Sahi siz Kızılderililere yapılan saldırıların bittiğini mi sanıyorsunuz? Gerçi diyeceksiniz ki Çetin Altungüneş Amerika’da Kızılderili mi kaldı? Kızılderili reis Seattle’ında adını taşıyan kentte bir heykeli vardır. Amerika da Seattle diye bir kent vardır ve bu kent adını Kızılderili reis Seattle dan almaktadır. İşte bu kentteki Reis Seattle’ın heykeline neredeyse hemen her gün saldırılar yapılmakta, heykelin üstüne katran dökülmekte, boyalarla küfürler yazılmakta ve hatta kurşun sıkılmaktadır.
..............
İşte ünlü Kızılderili reis Seattle!ın adını taşıyan bu kentte 1953 yılında son derece ilginç çarpıcı bir olay yaşanır. 1953 Yılında Paul Robeson adlı kara tenli bir şarkıcı Seattle kentinden konser vermesi için çağıran Kanadalılara şarkı söyler. Robeson Kanada ya konser vermeye gidemez, Fakat Seattle dan şarkı söyler Kanadalılara. Neyle mi? Elbetteki telefonla. Kara tenli şarkıcıya Amerikanın Koreyi işgaline karşı çıktığı için ülkeden çıkış izni vermemesi üzerine Robeson’un aklına bir kurnazlık gelir ve o ki davete gidemiyorum bende telefondan şarkı söylerim der bunu da gerçekleştirir.
...........
Nazım Hikmet, ’’Korku’’ adlı şiirinde Robeson’a şöyle seslenir:
’’Ne iskonto ne komisyon ne de vade isteyen bir dost eli sıcak bir kuş gibi gelip konmamış ki avuçlarının içine...Ümitten korkuyorlar Robeson ümitten korkuyorlar...Ümitten korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam...Türkülerimizden korkuyorlar Robeson’’
.............
Amerika Birleşik Devletleri Kore işgaline karşı çıktığı için kara tenli şarkıcıya ülkeden dışarı çıkması için izin vermez. Yine Amerika Birleşik Devletleri’nin sakıncalılar listesinde yer alan çok ünlü sanatçıdan söz etmek gerekir. Hepiniz onu çok iyi tanıyorsunuz. Kim mi? Bakın size sanatçıdan bir bölüm okuyayım, neler söylemiş:
’’Askerler bu vahşi adamlara adamayın kendinizi. Sizi hor görüyor, size köle gözüyle bakıyor, hayatınızla oynuyorlar. Davranışlarınıza, düşüncelerinize duygunuza hükmetmeye kalkıyorlar. Sizi hayvan terbiye eder gibi şartlandırıp aç bırakıp topun ağzına sürüyorlar. Doğaya aykırı olan bu adamlara teslim etmeyin kendinizi. Bu makine gibi duygusuz makineleşmiş adamlara. Sizler birer makine değilsiniz. Sizler birer hayvan değilsiniz. Yüreğiniz de insan sevgisi taşıyorsunuz. Nefrete kapılmayın. Ancak sevilmeyen kişiler nefret eder. Sevilmeyenler ve anormal olanlar. Kölelik uğruna dövüşmeyin. özgürlük için dövüşün.’’
............
İşte Amerikan ordusunun askerlerine seslenen bu usta sanatçı da sakıncalılar listesinde yer almış. Hatta bir ara yurt dışına çıktığında Amerika’ya dönmesine izin verilmemiş. Yurttaşlıktan çıkarılmak istenmiştir. Fakat sonradan açmış olduğu davayı kazandı bu sanatçı. Kazandı da Amerika’ya geri döndü mü? Hayır. Şimdi ben Amerikayı reddediyorum deyip son nefesine kadar bir daha Amerika’ya dönmedi. Bu güzel insan da sizlerin Charlie Chaplin diye de tanıdığı Şarlo’dur.
...........
Afrika kökenli insanlar İkinci Dünya Savaşı’na gönderilen Amerika birliklerinde çoğunluğu oluştururlar. Evet, Şu anda çok ünlü bir film var ya, Pearl Harbor diye İkinci Dünya Savaşı’nı anlatır. İşte o dönemde Amerika ordusunda çoğunlukta bulunan askerler, özellikle cepheye ilk gönderilen askerler Karatenliler, yani Zencilerdi. Bu insanların başlarında elbetteki Beyaz subaylar bulunmaktaydı. Cepheye alkışlarla gönderilse de Karatenli insanlar, Amerika da Karatenlilerin kanları Kızılhaç’a kabul edilmiyordu. Bunun nedeni kan verme yoluyla ırkların karışma olasılığına inanılmasıdır.
.............
Karatenli bir boksör olan Muhammet Ali Clay, mutfaklarda Beyaz adamın artıklarını yiyenler adına yumruk salladığını her maça çıkmadan önce, bütün tertiplere rağmen hiç korkmadan söylemiştir.
...........
Muhammed Ali Clay,bu güzel insan mutfaklarda Beyaz adamın artıklarını yiyenler adına yumruk salladığını söylemekle kalmayıp kendisine üniforma giydirilmesine izin vermez.Ve Vietnam Savaşı’na da gönderilmeyi de reddeder.
Amerikalılara hiçbir kötülük yapmamış olan Vietnamlılara karşı bir düşmanlığının olamayacağı sözleri Kızılderililer tarafından alkışlanır Amerika’da. Ama, Dünya Şampiyonluğu ünvanı elinden alınır, hapis ve para cezasına çarptırılır.
..............
Amerika Birleşik Devletleri işgal ettiği Vietnam’da çok doğal olarak kendi ülkelerinin özgürlüğünü savunmak için cepheye savaşmaya giden Vietnamlılardan bir kısmını esir alır. İşte bu Vietkonglu mahkumlara Amerikalılar esir kamplarında sürekli olarak kovboy filmleri gösterirler. Bütün sahneleri hiçbir tepki göstermeden izleyen esirler, özgürlüklerini savunmak için kovboylara saldıran Kızılderilileri beyaz perdede görünce oturdukları sıralardan ayağa kalkarlar ve çılgınca yürekten alkışlarlar.
...........
Kewin Costnur’un yönettiği ve baş rolünde oynadığı Kurtlarla Dans adlı film 1991 yılında 7 Oscar kazanır. Bu Oscarlardan biri de en iyi senaryo dalındadır. Michael Blake aynı adlı romanından uyarladığı senaryosunun kendisine kazandırdığı Oscar’ı almak üzere ödül törenine yaşlı bir Kızılderili kadın ile gider. Ve ödülü almak üzere sahneye o yaşlı Kızılderili kadın ile çıkar. Kadın, kendi dilinde bir konuşma yaparken salonu dolduran uygar giysili Beyaz adamlar homurdanarak dışarı çıkarlar.
...........
Kurtlarla Dans adlı filmin senaryosunu yazmış olan Michael Blake’in romanı 1863 yılının Mayıs ayında Teğmen John Dumbar ile Komançi kabilesinden Sıkılı Yumruk arasında yaşanılan olayları içerir. Evet, sizlerinde izlemiş olduğu o Kurtlarla Dans filmi, gerçek bir yaşam öyküsüdür aslında. Filmde görülen Reis, kitapta da adı geçen On Ayı adlı Kızılderilidir.
Reis On Ayı’nın Beyaz adama söylediği sözlere kulak veriyoruz:
’’Bizi bir Rezervasyona yerleştirmek istediğinizi. Bize evler, hasta kulübeleri yapacağınızı söylediniz. İstemez, sizin olsun. Ben rüzgarın özgürce estiği, gün ışığını hiçbir engelin durduramadığı kırlarda doğdum. Hiçbir şeyin sınır tanımadığı, herşeyin özgürce soluk aldığı bir yerde doğdum. Ve şimdi de orada ölmek istiyorum. Duvarların arasında değil.’’
...........
Asıl adı Parravassamen olan Reis On Ayı, Kiova, Apaçi ve Komançi kabilelerinin temsilcileriyle birlikte Waşington da Beyaz Ev’e davet edilir ve bu daveti kabul edip yola çıkar.Ordunun gücünü gösterip gözdağı vermek amacıyla Kızılderili Reislere ilk önce askeri kışlalar gezdirilir.Sonra da, Kızılderili İşleri Komisyonu Başkanı Francis Walker, Beyaz Ev’in doğu odasında reislere yaptığı konuşmada şunları söyler:
’’İlkin şunu söyleyeyim. Burada temsil edilen kabileler önümüzdeki Aralık ayının on beşine kadar bütün reisleri, önderleri, savaşçıları ve aileleriyle Sil Kalesi’nin ve temsilciliğinin on mil yakınında kamplarını kurmuş olmalıdır. Orada ilkyaza kadar patırtı çıkarmadan kalacaklar ve temsilcilerinin rızası olmadan asla kampı terk edemeyeceklerdir’’.
............
Reis On Ayı, teslim olmak anlamına gelen bu şartları kabul ettikten sonra köyüne geri döner. Saygınlığını yitiren Reis, kabilesinden tamamiyle kopar. Yaşantısının son günlerinde yanında yalnız ve yalnızca oğlu vardır. Tüm halkı terk eder Reis On Ayı’yı. Ve Parravassamen adlı bu Kızılderili 23 Kasım 1872 tarihinde duvarların arasında öldüğünde güneş içeriye pencere aralığından sızmakta, rüzgar ise kapının altından girmekteydi. Oysa o daha önce kendilerini Rezervasyon bölgelerine yerleştirmek isteyen Beyaz adama şunları söylemişti:
’’Bizi bir Rezervasyona yerleştirmek istediğinizi. Bize evler, hasta kulübeleri yapacağınızı söylediniz. İstemez, sizin olsun. Ben rüzgarın özgürce estiği, gün ışığını hiçbir engelin durduramadığı kırlarda doğdum. Hiçbir şeyin sınır tanımadığı, her şeyin özgürce soluk aldığı bir yerde doğdum. Ve şimdi de orada ölmek istiyorum. Duvarların arasında değil.’’
Evet, böyle demişti Reis On Ayı ama ne yazık ki sonu rüzgardan ve güneş ışığından uzak dört duvar arasında oldu.
...........
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.