- 703 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KIR ATIN NALLARI
[
Bu gün, atanamayıp düş kırıklığı yaşayan öğretmen adaylarını görünce, öğretmenliğe atandığım ilk günleri anımsadım. Bir o yıllardaki güzellikleri bir her şeyin Arap saçına döndüğü bugünü düşündüm.
Öğretmenliğe atandığım o ilk gün, hayatımın en kutsal günüdür.Yeni bir mesleğin, yeni bir yaşamın ilk adımı… On dokuz- yirmili yaşın tatlı heyecanı; unutulur mu? Aradan elli yıl geçmiş.
Şöyle olmuştu o gün:
Bir ay süren stajdan sonra, çiçeği burnunda biz öğretmen adaylarını il Milli Eğitim Müdürlüğüne çağırdılar. Yüzden fazla öğretmen adayı, 4-5 kişilik atama komisyonunun karşısına dizildik. Komisyon başkanı kısa bir açıklama yaptı: “Arkadaşlar, biraz sonra atamanızı yapacağız. Ancak, öğretmen bekleyen okul çok, öğretmen sayımız az... Şimdi öğretmensiz köylerin adını okuyacağım. Adını okuduğum köyü isteyen arkadaşınız parmak kaldıracak. Böylece herkes istediği köye atamış olacak. Şayet bir okulu birden çok arkadaşınız isterse kur’a çekeceğiz,” dedi ve öyle oldu. Birkaç saat içinde yüzden fazla öğretmenin görev yeri belirlendi. Elimize birer göreve başlama yazısı verip başarı dilediler.
İlk görev yerimize giderken cebimize konulan para şöyleydi: Bir ay süreli staj için bir maaş+gideceğimiz köyün uzaklığına göre yol harcırahı+bir maaştan fazla donanım (kılık kıyafet) parası+peşin verilen ilk maaşımız... Şimdi bir o günü bir bugünü düşünüyorum. Yıllarca atanamayan ya da hak ettiği mesleğe atanmayı mucize sayıp sevinç gözyaşları döken gençlerimizi görüp üzülmemek elde mi? “Eğitimde çağ atladık,” diyorlar, öyle mi?..
Daha önce de paylaştığım bir anıyı yeri gelmişken bir kez daha özetlemek isterim:
Öğretmenliğimin ilk yılı, Nisanın ortalarıydı. Nereden, nasıl duyulduysa, “Yarın müfettiş gelecekmiş,” dediler. Tek öğretmenli, tek derslikten ibaret sınıfımızı bir güzel silip süpürdük. Pencereye birkaç saksı yerleştirdik. Derken, Davetsiz misafirimiz öğleye doğru geldi. Bahçede bir o yana bir bu yana volta atıp duruyoruz; çocuklar bahçede cıvıl cıvıl!.. Bir süre sonra, “Ben şu karşı köye gideceğim,” dedi. Ben, “Sınıfa girmeyecek misiniz, denetlemeyecek misiniz?” dedim; güldü. “Bak çocuklar cıvıl cıvıl oynuyorlar. Siz de Cumhuriyetin çağdaş bir öğretmeni olarak köyün, köylünün gözü önündesiniz. Eee! Hafta sonları bayrak da dalgalanıyor; Ne güzel! Neyi teftiş edecekmişim!” deyip yürüdü.
Şimdi o günler gitti, bu günler geldi. Neler mi oldu?
*Köy okulları kapatıldı.
*Cumhuriyetin çağdaş öğretmenleri, köyün köylünün elinden alındı.
*Bayrak gönderden indirildi,
*Köyü cıvıl cıvıl inleten çocuk sesleri kesildi.
*Okul binaları, lojmanlar çürümeye terk edildi.
* Çağdaşlık
*Öğretmenin yerini imamlar aldı.
Sonuç: sınavlarda “sıfır” çeken öğrenci ordusuyla nereye gittiğimizi bilmeden yürüyoruz..,
“Eğitimde reform yaptık,” diyorlar, öyle mi?
Meslektaşım Sabri Özkara saygın, efsane bir Matematik öğretmeniydi. Mükrimin Halil Lisesinde birlikte çalıştığımız yıllarda bir anısını anlatmıştı. Olayın ayrıntısını unuttum. Aynı anıyı dinleyen öğretmen arkadaşlarımız mutlaka vardır, umarım daha ayrıntılı anlatırlar.
Şöyle anlatmıştı Sabri Özkara:
“Mesleğin ilk yılında (ilk yıllarında) Elbistan’ın ….. Köyüne atanmıştım. Oraya vardığım akşam köylüler, köy odasında toplandılar. Çay demlendi, çörekler önümüze konuldu, şuradan buradan konuşuyorlar. Ben yorgun, uykusuzum, aynı zamanda heyecanlıydım. Bir ara Kürtçe konuşmaya başladılar. Ben Kürtçeyi çat pat anlıyordum. Kendi aralarında: “Bu öğretmeni bir imtihan edelim,” dediler. İçlerinden yaşlı, sakallı biri: “Hoca efendi sana bir soru soracağız,” dedi.
---Buyurun sorun, dedim. O yaşlı, sakallı adam ayağa kalktı:
---- Hoca efendi, seksen sarı at, doksan doru at, yüz bin kır at nalıyla, mıhıyla kaç eder?” dedi. Ben bu sorunun cevabını önceden bildiğim halde işi yavaştan aldım; biraz uğraşmış gibi davrandıktan sonra sonucu söyledim. Cevabın doğru olduğunu bilen köylüler birbirlerine bakarak ve yine Kürtçe söyleyerek:
---Çok iyi öğretmendir… dediler.
Köylüler tarafından “imtihan” edilen yalnız Sabri Özkara değildi; köylerde görev yapan her öğretmenler her an köylünün denetimi altında sayılırdı. Bu nedenle mesleğin gerektirdiği şekilde hareket eder, o ölçüde de saygı görürdü.
Biliriz ki sarı atın, doru atın, yüz bin kır atın nalını mıhını bir çırpıda hesap edebilen halkımız; kendini “Cihanın alimi” zanneden diplomalı cahillerden daha basiretli ve zekidirler. Onlar ki şımarık, diplomalı insanların göremediğini görecek, bilemediğini bilecek ve doğru kararı verecek derecede bilgedirler.
Şimdi ülkemizde yeni bir seçime var. 31 Mart Pazar günü ulusça sandık başına gidip oy kullanacağız. İnanıyorum ki, o ıssız dağ başlarında öğretmeni imtihan etmesini bilen bu halk, o gün, bu hükümeti, siyasi partileri, adayları sıkı bir imtihandan geçirecek; sarı atın, doru atın ve kır atın kaç nalı, kaç mıhı olduğunu gösterecek ve kimsenin etkisinde kalmadan gereken notu verecektir.
Biliriz ki, halkın yaptığı, yapacağı imtihan, en zalim diktatörün kılıcından daha keskin sonuçlar doğuracak güçtedir.
Doğan Soydan / 26 Mart 2019
.
[[
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.