- 539 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Adaya Mektuplar - 1
"Ben en çok Adalar Vapurunu Severdim.
Konağın cumbasında akşam kahvesi eşliğinde beni beklemelerini,
Eleni Zarifi teyzeden yediğin terliklere inat,
Sokağın başına vardığımda mahcup kaçamak bakışlarını özledim,
Ben en çok Ada Vapurunun seni bana kavuşturmalarını sevdim.."
Adanın çürümeye yüz tutmuş konaklarından birinin sahipleriydi Eleni Zarifi teyze ve kızı Nadalya. Bugün gülümseyerek kaleme aldığım hikayemin kahramanları.
Müşavir Selim Bey’in yanında çıraklık yaptığım yıllardı. Sultanhamam esnafıyla akşam vedası sonrası Adaya varır varmaz, soluğu Yanni’ nin meyhanesinde alır, haftanın belirli günleri derin sohbetlere dalardık. Birkaç dubleden sonra güzelleşir, Adanın efsanevi kızlarının lakırdısını yapardık. İş kolik Necati derlerdi ben denize. Dedikleri kadar da vardı hani. Asla çevremde olan biteni görmez, yarın sabah hangi defter kapatılacak, hangi vergi ödenecek sorularıyla kendimi meşgul ederdim. Kızlarla pek ilgim olmasa da anlatılanları da dikkatle dinlerdim. Bekarlığın, yalnızlığın insan bünyesinde yarattığı küçük sızıları olsa gerek. Kız lafı edildiğinde deniz feneri misali yüzümün kızarıklığı tüm meyhaneyi aydınlatmaya yeterdi. Manav Osman, Kasap Necmi bu halime çok gülerdi. Güzel günlerdi.
Ta ki o Cuma akşamına kadar...
Mizan defterleri, çek ve bonoların tasnifi sonrası dağılmış, Ada Vapurunun burun kısmında demli bir akşam çayı ile ancak nefes alabilmiştim. Vapurun iskele almasını müteakip koşar adımlarla Yanni’ ye vardım. Manav Osman, Kasap Necmi’ nin olduğu toplantılarımızdan biri değildi bu akşamki ziyaretim. Anlam veremediğim bir duyguyla Meyhanede olmak istedim. Rakı denen meret yalnız da içilmez ki. Ayaklarım gitti azizim, sebebini bilemedim. Hayatımın en güzel anılarını, buna mukabil en büyük acılarını yaşayacağım yılların müsebbibi Cuma akşamı bir başıma meyhanedeydim olacaklardan habersiz.
Günün meşguliyetini atmak maksatlı iki kadehi hızlıca yuvarlamıştım. Karşı masada hayli kalabalık bir gurubun kahkahalı sohbetleri dikkatimi çekmiş, on kişilik gurupta ay parçası yüzü ile parlayan Nadalya’ yı ilk kez o akşam görmüştüm. Komşuları ile Yanni’ ye misafir olmuşlar tatlı tatlı demleniyorlardı. İki duble ile da, kınalı ada 8paralanmam, lakin tevekkeli değil bendeki bu ateşin ta karşı masalarda beni kasıp kavurduğunu anlamıştım. Nadalya’ya vurulmuştum. Kalp krizi geçiriyorum sandım. Elim ayağım titriyor, koca meyhaneye sığamıyordum. Bendeki anormal durumu farkeden Yanni; "hayır olsun oğlum, nedir bu halin? Fazla içmeyesin kuzum" diyor, Yanni’nin ikazlarını kulak asmıyor,aklım başımdan gitmiş, masaya çöreklenen bizim kafadarları çok sonra farkediyordum. "Üçkağıtçı, bizsiz demlenmek ha" diyen Manav Osman’a, Kasap Necmi’ye karşı masayı işaret ederek "benim sonum geldi" arkadaşlar dedim. Avazı çıktığı kadar kahkahalara boğulan kafadarların hali Nadalya’nın masasında garip karşılanmış olsa gerek, ters ters bizim masaya baktıklarında nasıl utandığımı bugün bile unutamam. Göz göze gelmiştik Nadalya ile. Kıpkırmızı suratım ile daha ilk bakışta nasıl da kötü bir görüntü vermiştim. Osman; "Oğlum deli misin? Eleni Teyze vurur seni, bir başına kalmış dünyasında güzel kızını yedirir mi? Vazgeç, unut. Sana kız mı yok!"
Günler geçiyor, aklıma hakim olamıyordum. O geceyi unutmak istesem de aksine çukura batıyor, çukurdan çıkmaya gayret ettikçe daha da batıyordum. Kendimi işe vereyim desem fazlaca hata yapıyor, Müşavir Selim Bey’den azar işitiyordum. Bir şey farketmiştim. Birkaç haftadır yaşadığım kahrolası tersliklere rağmen hayatımda ilk kez kelebekler kadar özgürdüm. Umarsızca kanat çırpıyor, çiçek çiçek geziyor, rüzgarlarla dans ediyordum. İliklerime kadar nüfuz eden aşkımı yaşıyordum. Mamafih, ziyadesiyle mutluydum.
Her Cuma akşamı kimselere haber vermeden Yanni’ye gidiyor, bir daha, bir daha aynı gecenin büyüsünü yaşıyordum. Kimseciklere hissettirmeden karşı masaya Nadalya’nın sandalyesine kadeh kaldırıyor, "bu akşam tüm hesaplar benden" diyordum. Çok şükür Yanni devreye giriyor, herkesten adıma özür diliyor param cebimde kalıyordu. Yanni’ den rica ediyor, hiç değilse tüm masalara çiçek yolluyor, herkesin bu aşka şahit olmasından mesut bahtiyar oluyordum. Geceyi garson Şükrü ile kapatıyor, zil zurna sarhoş olup Mehtap sokakta zigzaglar çiziyor, Eleni Teyzenin konağının önünde çaresizce turluyordum.
Durumun vahametini farkeden Ada esnafı olaya el atmış, Nadalya ile aramızı yapmanın çarelerini arıyordu. Nafile aşkın merhemi yoktu. Hasta var, ilacı yoktu. Yanni’ de durumuma üzülüyor, meyhanede yaşanması muhtemel tatsızlıkların önüne geçmek için bir daha mekana gelmememi rica ettiğini sonradan öğreniyordum.
Ada bu küçük yer malumunuz, dedikodular Eleni Teyzenin kulağına gitmiş, anneme haber göndermişti. Nadalya’nın Midilli tüccarlarından biriyle evlilik hazırlığında olduğunu söylemiş, nafile bu aşkımı kör makas ile kestirip atmıştı. Sarhoş bir vaziyette geldiğim gecenin sabahında annemin sözleri ile dağılmıştım. İçim acımıştı. Nefes alamadığımı hissettim. Çok kırıldım çok..
Hayatın bana attığı bu zarif çalımına uzun süre sövdüm. Birkaç aydır hülyalarda gezmem dahi çok gelmişti talihsiz kaderime. Yahu kimseciklere zararım yoktu, kendi kendime oynadığım aşk oyunum hüsranla bitmişti. Kendi hayatımın direksiyonuna ilk kez oturduğum, etrafımdaki olumsuzluklar karşısında hep karanlığa küfretmek yerine bir mum yakıp farklı bir ışık yaymaya kararlıydım. Umut ta olmasa biz bu hayatta neyi başarabilirdik ki! İlk kez başkaları için değil, hepi topu bir kaç aydır kendim için yaşıyordum. Hayatım sadece başkaları tarafından ayrılmış bir çerçevede benden beklenen rolleri oynamakla geçmişti. Perdesi olmayan oyunun tek başıma başrol oyuncusuydum. Ziyadesiyle mesut olduğum oyunda dahi muvaffak olamamıştım.
Birkaç haftadır işe gitmiyor, Ada’nın Eleni Teyzenin konağını gördüğü tepelikte çilingir soframı kuruyor, tek kişilik aşk oyunumda kaybeden beni avutuyordum. Uzaklardan Ada Vapurunu izliyor, hayallere dalıyordum. "Ben en çok Adalar Vapurunu Severdim. Konağın cumbasında akşam kahvesi eşliğinde beni beklemelerini, Eleni Zarifi teyzeden yediğin terliklere inat, sokağın başına vardığımda mahcup kaçamak bakışlarını hayal ettim. Ben en çok Ada Vapurunun seni bana kavuşturmalarını arzu ettim."
İşimi kaybettiğimi Selim beyin annemi arayıp bilgi vermesinden öğrendim. Canı sağolsun, insan düşmeye görsün, üzerinde ayak izlerini göreceği ilkler hep "yakınları" olmuştur.
Son darbeyi Emlakçı Zeki vurmuştu. Konağa "Satılık" levhasını asarken gördüm Zeki’yi. Hayrola dedim, yutkunarak. Gidiyorlar diyebildi. -Üzgünüm Necati,
-Üzülme Zeki, bunu da görmek varmış. Devrilmedim, ama gücüm de kalmadı zira, diyebilmiştim.
Evet, Ada’nın en güzel mevsiminde, Sonbahar’da gittiler. Midilli’ ye gitmişler. Günler sonra Manav Osman söyledi. Masmavi gökyüzü ile her vakit hayranlığıma mazhar olduğum Ada’ ya kara bulutlar çökmüştü. Denizin ortasında küreksiz kalan sandala hapsolmuştum. Meslek hayatımda yüzlerce defterin hesabını dürmüştüm. Tabir oysa şimdi Muhasebeci Necati’ nin defteri dürülmüştü. Yanni’ ye uğrayıp Nadalya’ nın masasına bir gül bıraktım. O gülü Nadalya’ ya verme fırsatını çok gören hayatın acı muhasebesine inat. Mürekkebi bitmeye yüz tutmuş kalemim ile bir not yazdım. Masasına bıraktım. Nadalya’m yalnız sen olacaktın bu aşkın kahramanı. Lakin kaderini sen çizdin, o vakit şimdi ayrılık zamanı. Ben kaybettim, savaş başlamadan düşen kale gibiyim. Senin de canın sağolsun, bu aşka yakışır bir veda olsun.
Yanni’ nin omuzlarında hıçkırıklara boğulduğumu unutmam mümkün değil. "Serin ol oğlum, bugün ağladıkların, yarın güleceklerine sebeptir. Adildir hayat bazen verir, bazen alır. İlk kez yanılmıştı Bilge Meyhaneci. Hayat bana asla vermedi. Tenezzül dahi etmedi. Ünlü bir yazarın dediği gibi; "küçükken büyüdüğümde ne olacağımı çok düşünürdüm, ama ziyan olacağım hiç aklıma gelmemişti. Meyhanede çalan Münir Nurettin’ in taş plağı yarama tuz basmıştı. "Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın. Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın. Beni sensiz bıraktın. Beni bensiz bıraktın."
Çocukluğumun neşesi, gençliğimin aşkı biricik Ada’ya veda vakti gelmişti. Duramadım. Kalamadım. Konağın önünden her geçişimde eksik kalmış anılarımızı yaşamak ağır geliyordu. Pes etmek zoruma gidiyordu. Ah benim dağ gibi duran, dal gibi kırılan kalbim. Veda konuşması dahi olmadan biten sevdama "veda ediyordum" gayri...
Şu anda içinde sevdiğinin hatıralarını bırakıp gittiğim Ada sükunet içinde arkamdan el sallar gibiydi. Önemli olan gittiğin değil, yanında kimleri götürdüğünmüş. Günün birinde kapımı çalacağını hiç düşünmediğim aşk, onunla gerçekleşeceğine asla ihtimal hasıl olmayan bir hayalin içine düşmüştüm. Nadalya ile mutluluk denizinde yüzerken daha derine indiğimde boğulmaya en başında razıydım ben. Bütün zorlukların farkındaydım. Ötesini, gerisini, sonunu düşünmeden..
Elveda Nadalyam...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.