- 777 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Deniz
Sabahın ilk ışıklarıyla akşamdan hazırladığım oltam ve sırt çantamla her zaman gittiğim deniz kıyısındaki kayalıklara doğru yola koyuldum. Alışkanlık haline getirdiğim bu olay genelde iki haftada bir gerçekleşirdi. Evimden sahile kadar ineceğim upuzun bir cadde bulunuyordu. Cadde, köşede araçlarının başında bekleyen birkaç taksici ve hemen onun alt tarafında açılan birkaç dükkanın müşterileri haricinde hala tenha sayılırdı. Kısa sürede sahile ulaşıp kumsalı boylu boyunca adımlayarak, her zaman gittiğim kayalıklara doğru yola koyuldum. Sağ tarafımda geceden kalmış birkaç ayyaş sızıp kalmıştı, hemen onların biraz ötesinde sabah sporunu plajda yapan yaşlı bir çift göze çarpıyordu. Sahilin bir diğer tarafı epeyce canlı gibiydi. Pazar gününü burada, güzel bir yerde geçirmek isteyenler erkenden gelmişlerdi. Oradan oraya koşuşturan çocukların sesleri denizin hışırtılarına karışıp kayboluyordu. Balık tutmak istediğim kayalıklara vardığımda, orada bir çiftin hemen hemen her zaman bulunduğum kayalara yakın bir yerde oturduklarını fark ettim. Yaşları yirmi beş, otuz ya vardı ya yoktu. Ben bir yandan çantamı çıkarırken çocuk şöyle bir döndü bana baktı, başımla selamladım. Gülerek karşılık verdi ve tekrar önüne döndü. Ben kısa sürede oltamı hazırlayıp yanımda termosta getirdiğim çayımı fincanıma koyup içmeye başladım. Denizinde sakin olacağı tutmuştu bugün. Çocuğun yanında ki kızın sevgilisi olduğunu konuşmalarından anladım. Dinlemek istemesem de bir süre sonra kulaklarım iyice konuşulanlara kabardı. Her zaman gelen balık bugün oltaya gelmiyor ve iyiden iyiye canım sıkılıyordu. Çayımı tazeleyip bir sigara yaktım. Oltaya balık takılmıyor, yemi bile yemiyorlardı bugün. Çocuk kızın ellerinden tuttu ve ayağa kaldırdı.
‘’Bak işte deniz şu an tam önünde. Hani gözlerinde o sonu görünmeyen karanlık var ya, işte o renk siyah, denizin maviliği de öyle aslında, gökyüzüyle birleşip sonsuzluğa uzanıyor. Birde yüzüne gelen hafif esinti var, bunun bir rengi yok ama kokusu var. Düşünebileceğin belki de en temiz kokudur o.’’ dedi.
Bir süre sustular. Konuştuklarından ve hareketlerinden kızın göremediği açıktı.
‘’Maviyi anlatsana bana,’’ dedi kız. Çocuk duraksadı ne diyeceğini merak ettiğimden döndüm onlara. Kızın gözlerinde güneş gözlüğü vardı. Üzerinde topuklarına kadar varan beyaz bir elbise vardı. Bir süre sustular. Kız konuşmuyor sadece onun konuşmasını bekliyordu. Düşünmeden edemedim. Benim hayatım boyunca yüzlerce defadan fazla geldiğim deniz nasıl anlatılırdı ki. Bugüne dek yazılan ve bilinen hangi kelime anlatmaya yeterdi denizi ya da maviyi.
Çocuk gözlerini kapattı, tam bu sırada hafif bir esinti ufakça bir dalgayı ikisinin ayaklarına serpti. Adeta çocuğun konuşması için dua ediyordum içimden. Sessizce, ’Devam et.’ dedim. Cümleler teker teker sırasıyla döküldü ağzından. ’Mavi üşümektir,’ dedi çocuk. Duraksadı, yüzünde beliren ve gördüğümü inkar edemeyeceğim bir acıyla iç çekti ve devam etti.
‘’Mavi serinlemektir ve sanırım mavi titremektir…’’
YORUMLAR
Ressamlar, ince çizgileri olanlar, boya ustaları, kelimeleri uçurtmalaştıranlar, şimdiye dek hiçbir insanın yapamadığıdır renkleri anlatmak. Sesleri anlatması mı zor? Belki. Fakat renkler kadar değil. Çünkü renkler, yalnızca bir şeylerin sembolü değil. Onlar bakıldıklarında bir his uyandırır insanda. Yazı doğuştan görme yeti yitimi bulunan bendenizin hayli ilgisini çekti. Ön yargısızlığın da bezendirildiği yazı hadi devam etsene dedirtenlerdendi. Biri anlatmaya, biri anlamaya, biri anlaşılmaya çalışan üç kişi gördüm ben yazının satırlarında...