- 1130 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ROBİNSON'a KIYAK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
ROBİNSON’a KIYAK
Hayatım; aklımı değil ,duygularımı, lanet empatilerimi , aşırı hoş görülerimi dinleyerek geçti gidiyor. Bu yüzden yaptığım aptallıkların haddi hesabı yoktur. Hayatıma olumsuz yön veren , başımı hep belaya sokan bin bir olaydan sadece biridir Robinson. Robinson kim mi? Belanın katmerlisi, yeryüzüne insan mı yoksa hayvan mı olarak geldiği belli olmayan , tipik bir yaratık. Yine de bir vatan evladı, bir baba, korkunç öfke ve sempati yükü , bir garip asker işte.
Bir bahar günü, Patnos Komando Bölüğü’nün , kış şartlarında yapılamayan eksik atışlarını yaptırıyordum. Yanımda kurt köpeğim Pars , doğanın inanılmaz uyanışı ile yerden fışkıran, alabildiğine uçsuz bucaksız Malazgirt Ovası’nı, bin dallı Isparta Halısına çeviren çiçek cümbüşü ,alabildiğine açık mavi gökyüzü ve kuşların Kot Tepe yamaçlarından verdiği senfoni konseri. Sezonun ilk tırmanışını bu sabah sporunda yaptık. Sevgili dostum Muzaffer Tekin ve Tamer Uman benden evvel çıkmışlar Urartu Kraliçesinin evine. O sabah onlarla çayımı yudumlarken sarayın duvarında efsane sarı yılanı görüyoruz üçümüz. Bileğimden kalın, kıvrılmış yatıyor ,korkusuz. Yakalamaya cesaret edemiyorum, onun bahar güneşi keyfini bozmadan sadece seyrediyoruz. İki metre boyu var sanırım. Kraliçenin altınlarını koruyor, bu yüzden sarı , adamı yer ulan bu, yok yutar... Bu gün hiç kötü bir şey olmasın , yüzüm biraz gülüyor, ağaç dikme günlerim geldi, zorla da olsa İl Tarım Müdürlüğünden iki bin fide aldım . Hafta sonu köylere gideceğiz. Erciş’ten Doktor ve hemşireler de gelecek. Güya gebelikten korunmayı anlatacaklar kadınlara, biz ağaç dikerken. Çocuklar bayram edecek prezervatiflere su doldurarak oynarken.
Atış devam ediyor . Çocuklar fena değiller. Nezaretçilerin başları bize yaklaşan dört kişilik gruba dönüyor. Üç İnzibat ve ortalarında elleri kelepçeli bir tutuklu. İnsanların bağlanması bana ters gelir ama yapacak bir şey yok. Yine Yarbay Kocabıyık’ın bir oyunu galiba. Üzerinde eski bir asker elbisesi, başında kep yok, en garibi ise ayakları çıplak. Başlarında izbandut gibi bir Başçavuş ve iri kıyım iki inzibat eri. Hoş geldiniz , buyurun çay içelim. Arazide, odun ateşinde yapılan çayın tadına doyum olmaz. Nedir bu gördüğüm , yalın ayak yürüterek getirmişsiniz üstelik? Astsubay,bu adamı üzerinden atabilecek olmanın mutluluğu içinde gibi görünüyor. Bana dosyasını uzatırken çok sempatik. Çözün lan kelepçelerini. Bu adama elleri kelepçeli askerlik yaptıramayız ya. Yaşı kırk iki. Ben daha yirmi yedi yaşımdayım. Yıllardır hapishane ,dağlarda firar hayatı, kaçakçılık, iki cenaze ,sayısız yaralama var adamda. Yedi tespit edilmiş çatışması var, Jandarma ile. Bu çatışmalarda iki eri öldürmüş, dört de yaralı var. Urfa ve Antep Ceza evlerinin baş belalısı. Ona bot bulamadık, çünkü kırk sekiz numara ve ayağına bir şey giymiyor. Yatakta yatıramadık , tuvaletini bahçeye yapıp, kıçını da taşla siliyor. Delireceğim ama hayır, çok sakin ve hoşgörülü olmam gerekiyor. İyi de , bu adamın Komando Bölüğünde ne işi var? Önce Tabur Komutanına uğramışlar, dağıtımı ısrarla benim bölüğe yapmış. Yarbay Kocabıyık’ın bir kazığı daha. Bana çok güveniyormuş. Buyur buradan yak!
Adamı teslim aldık, inzibatlar gittiler. Üçünün de yüzleri kurtulduk dercesine gülücükler saçıyordu. Peki bu adamı nasıl ve nerede çalıştıracağız? Takım komutanları yavşak sırıtışlarla, aman bana verme dercesine , etrafımızda dönüyorlar. Çaycı iki çay getir. Kaç yaşındasın? Nüfusa göre kırk iki Kumandan. Atmış gibi gösteriyorsun, çok zorlu bir hayatın olmalı. Ne iş yaptın bu güne kadar? Hep kaçaktaydım. Başka bir şey bilmem ben. İyi de, burada yirmi ay askerlik yapacaksın. Yapamam kumandan, hayatta yapamam. Ben yatakta yatamıyorum, ayakkabı giyemem, yakamı iliklersem boğulur gibi olurum. Askeriyenin yemeği yetmez bana, avlanırım, tavuk çalarım, koşmam gerek her gün, delice koşmam gerek. İyi de sana ben çek git diyemem. Bak dosyanı teslim aldım. Artık bu komandolarla yirmi ayını dolduracaksın. Biliyorsun değil mi, eski askerliklerin hep yanmış. Yeniden asker edilmişsin. Başçavuş Hüseyin ,elinde dosya ile yaklaşıyor. Affedersiniz Komutanım, bu adamın henüz hüküm almadığı dokuz mahkeme dosyası çıktı. Üç tanesi üste fiil, gerisi firar ve emre itaatsizlik. Tamam Hüseyin , moral bozma, ona nasıl yardımcı olabiliriz onu söyle bana? Silahlarla ilgin var galiba? Var kumandan, atın yanına asılıp, boynunun altından tek elimle , at tırıs koşarken bir elmayı vururum. Vay canına , getirin oğlum bir tüfek. şarjörüne de beş mermi basın. Bir numaralı hedefe yat bakalım. İki yüz metreden beş atım ateş serbest. Kum torbalarına dayasana tüfeği. Yok kumandan , dirseklerim yeter bana. Peki at bakalım. Ateş kes, hedef bildir. Hedef Çavuşu telefonda. Komutanım, üç on iki, iki on bir. On ikilerin delikleri kibrit kutusu kadar üstelik üçgen çizmiş. Adamın yattığı yerden ayak tabanlarına bakıyorum, bu ayaklar ayakkabı giyemez. Safi nasır , köseleden farksız. O anda ağzımdan ROBİNSON CRUSOE ismi çıkıyor ve sonuna kadar esas ismi sadece mahkeme dosyalarında geçecek.
Komando Bölüklerinin , mahsur kaldıklarında nasıl ateş yakacakları, nasıl yabani hayvanları tuzaklarla yakalayıp yiyecekleri, nasıl soğuk veya güneşten korunacakları barınakları inşa edecekleri ve bir çok hayatta kalma yollarını öğrenecekleri hayatı idame parkları olur. Atış sonrası, onun yanına bir çavuş vererek bölüğe ait yerleri öğrettiriyordum . Ertesi gün Ahmet Çavuş yanıma gelerek, Robinson’un yatak yerine yerde yattığını, Tuvaletini kimseye aldırmadan Bölük bahçesinin ortasına yaptığını, burnunu keserek , onun ayaklarına uydurduğumuz botları giymeyi reddettiğini öğrendik. Üzerine gitmekten de çekindiklerini utanarak söylüyordu. Geldiği yerde bir subay ,iki astsubay ve sayısız çavuşu darp etmişmiş. Ona bu güç veren özelliklerini kıracak olan tek kişi vardı ,o da bendim .Sabah içtimaında , en arkada duruyordu. Başında kep, ayağında bot yoktu yine. Robinson, diye seslendim. Yavaş adımlarla bana doğru yürüdü, önümde durdu. Çavuşlara, subay dövdüğünü anlatıyormuşsun . Nesin lan sen? Benim bölüğümde ,subay astsubay ve çavuş .ikerim demişsin , doğrumu bu? He doğrudur, gelip aynen dediğimi yaparam . Artık dönüş yoktu, bela yavaş yavaş yavaş gelmişti üzerime. Adamın çok sıkı olduğu belliydi. Ya bu lafları yutacak ve komando beremi takamayacak, bölük önüne çıkamayacak ,yahut ta taşıdığım üniformanın gururunu, şerefini ölümüne koruyacaktım. Ona üst üste beş sağ direk çıkarak yere düşürdüm. Karşı koyuyordu , onun bana savurduğu Osmanlı Tokat’ı da dudaklarımı parçalamıştı. Tekrar ayağa kalktığında birkaç çavuş yardım etmek istediyse de,bu benim meselem , geçin yerlerinize diyerek , tabancamın kabzasıyla iki vuruşta yeniden yere düşürdüm onu. Kafası patlamış, bir dişi kırılmıştı. Revire dört kişi zor taşıdılar onu. Götürürlerken intikam alacağını söylüyordu. Olayı seyreden Tabur Komutanı yanıma yaklaşarak , Bu adamı, biri iyi bir benzetmeli diyordum . Seni tebrik ederim , geri adım atsaydın bu komandolara gerçekten emir kumanda edemezdin , Bu mesleğimizin görünmeyen yüzüdür. Ama bundan sonra neler olacak çok merak ediyorum. Ertesi gün Bir çavuşla odama geldiler. Hayret, esas duruşu öğrenmiş, çakı gibi asker oluvermişti. Yazıcıya ,Hayatı İdame Parkının nöbetini kaldırın. Robinson oranın sürekli nöbetçisi olacak. Orası onun tam aradığı yer , diye emir verecektim. Oraya emirsiz kimse girmediği için , tam istediği hayata kavuşmuş gibiydi.
Arada sırada , onu ziyaret ediyor, onunla dertleşiyordum. Büyük kızı, kocaya kaçmış , oğlanlar okula gitmiyormuş, geçim çok zor olmaya başlamış. Kızı bulup gebertmek istiyormuş. Anasına da hesap soracakmış.
Bir sabah onu baş parmağını emip tükürürken buldum. Ne oldu Robinson? Yılan soktu komutanım . Hangi yılan ,Göster bakayım. İşte bu dişi Bozyürek. Vay canına engerekten sonra Türkiye’de ki en zehirli yılan . Komutanım bu yılanı elimle besliyordum , hainlik etti. Hemen revire git , yılan serumu getirtmiştim, bağlasınlar. Değmez Komutanım ,bir ısırıkla revire mi gidilir? .Getir lan kolunu, dirsek üstü bir turnike yapalım. Komutanım , beni dağlarda çok yılan soktu, zehiri emerek tükürdüm . Çok az kana karışmışsa da bana tesir etmez . Başın dönerse hemen bana haber ver. Biraz oturayım da ilk yarım saati kontrol edeyim . Ailen, çoluk çocuk, anlat bakalım. Şu ateşte pişmiş çaydan doldur bir bardak sohbet edelim. İki avradım var . Has kadın bana yakın yaşta. Öbürü on sekizine yeni bastı. Onu Türkmen köyünden kaçırdım, daha on beşindeydi. Çocukların ikisi ondandır. Ben de, on altı yaşımda teyze kızıyla evlenmişim. Altı çocuk ondan var. Büyük kızım, bizim köyden evlidir. İki torunum var ondan. O çok değerli bir kızdır. Hiç yüzümü eğdirmemiştir benim. Nasıl oldun Robinson? Geçti Komutanım ama şu nankör yılanı bana versen, ona bir ceza versem , çok içim rahatlar. Kafeslerde yüzden fazla yılan var. Bir tanesi benim yılanım . Zehir dişlerini kırdık ama dişler yeniden oluşuyor . Pars’ın en iyi arkadaşı o . Boynuna sarılır, birlikte gezerler . Erlere yılan yakalamayı ve pişirip yemeyi öğretiyoruz. Yiyen bir daha istiyor, eti lezzetli kerataların.
Sevinçle kafesten onu ısıran yılanı çıkartıyor, gözlerine bakıyor, onunla Kürtçe konuşuyor, dişlerine bakıyor, yılan ellerinin arasında ve aniden bir ısırışta kafasını kopartıyor. Bana vizite kağıtlarını imzalatmaya gelen yazıcımın kusarak bayılmasına şahit oluyorum. Benim habercim de aynı şekilde. Robinson’un yüzü kan içinde. Kafayı koparıp attığı gövdeden akan kanları hiç ziyan etmeden bir güzel içiyor. Eliyle bana da iç diye işaret ediyor. Ben de daha önceleri yılan kanı içmiştim ama bu sefer benim de içim bir tuhaf oldu . Direniyor ve çaktırmıyorum. Yüzü gözü kan içinde ama çok mutlu. Kanı içmediniz , bari onu odun ateşinde kızartıp yerken siz de gelin sofraya Komutanım . İntikamımı aldım, sağ olun .
Kafeste ki bülbül yumurtlamış, dört yavru gelecek. Robinson onlarla daha yumurtadan çıkmadan arkadaşlığını kurmuş bile. Kafesin başından ayrılmıyor, konuşuyor anne ile. Onu bu parkın hayvanları bağlıyor sanki hayata. Nihayet beklenen dört yavru yumurtalarından çıkıyorlar. Robinson uçuyor sevinçten. Bu adamın içinde şefkat de yüklü . Anne bülbülü solucanlarla besliyor . İlk defa insanın eline gelen bir bülbül görüyorum. Onu atmaca gibi salıyor ve ‘Geh geh’diye bağırarak kafese çağırıyor. Benim Pars bile çok seviyor bu adamı . Yavrular on beş günlük olmuşlar, Tüyleri çıkmış bile. Durmadan bir şeyler yemek istiyorlar, ağızları hep açık. Görülecek manzara.
Ona neredeyse bütün sebzelerin tohumlarından vermiştim. Koca bir bahçe yaptı Subay ve astsubaylar evlerine giderken bu açık sebze marketine uğrayıp , Robinson bu akşam ne var ? diye soruyorlar . Bahçeye kimseyi sokmuyor. Nerdeyse bir dönümden fazla ,içinden yaz kış su akan bahçemizde neredeyse her sebzeden mevcut. Demetleri dağıtırken o içten gelen teşekkürlerin afiyet olsun demelerini unutamam. Domates , biber , patlıcan… Cumartesi ve Pazar askerin günü.
Patnos esnafından Harun Bey’İ davet ediyorum ,bahçede odun ateşinde lahmacunla çay içmeye Bu topraklarda hiçbir şey yetişmez diye on beş kişi parkı gezerlerken şaşkın ve biraz da utanır gibiler. Lahmacunları yılan etinden hazırlatmış. Benim için neyse de..
Bu sabah onu ağlarken buluyorum, barınağında. Neyin var , neden ağlıyorsun Robinson? Affedersiniz Komutanım, Tamer Yüzbaşımın kedisi kafesin telini kırıp dört yavruyu da yedi. Onu yakaladım ama Tamer Yüzbaşı çok üzülür diye öldüremiyorum da, yani ne yapacağımı şaşırdım. Sadece anneyi kurtarabildim Komutanım. Kedi ellerini parçalamış, onu sakın öldüreyim deme .Aman Robinson , Tamer de kedisine çok düşkün, bak sakın öldüreyim falan deme, ufak bir ceza yeter ona..
Tamer’le onun odasında oturmuş çay içiyoruz. Muzaffer Tekin de geliyor. Ne lan bu surat? Bir şey mi oldu? Kedim yok ortalıkta . Dünden beri aramadığımız yer kalmadı. Senin Robinson’dan şüpheleniyorum . Kedimi kuzu çevirme gibi kızartıp yemez değil mi? Gülüşüyoruz. Yeyip yemeyeceğini bilmem ama ,kış için eldivene ihtiyacı olduğunu söylüyordu, senin tekir kedine bakarak. Biraz sonra bir takırtı geliyor kulağımıza .Sonra kapı tırmalanıyor. Tamer fırlayıp kapıyı açıyor. Bir de ne görelim? Dört ayağında yarımşar ceviz kabuğu içine , alçı dökülerek terlik giydirilmiş, koca tekir kedi sucunu biliyormuş gibi süklüm püklüm bize mırlıyor. Tamer kucağına aldığı kediciğine sevgilerini sunarken, Ulan bunu kim yaptıysa anasını avradını… Ben yapanın kim olduğunu bildiğim için istemeden sırıtıyorum. Bu safhada söylemek demek , aman Allah’ım.
Havaların soğuğu aniden bastırır doğuda. Robinson ayakkabı inadından vaz geçmiyor. Fırıncı küreği gibi iki ayağının altında Caterpillar lastiği gibi bir nasır oluşmuş ki, ne diken batar , ne soğuk geçer. Kurban bayramına gitmek isteyenlerin listesi masamda duruyor. En başta onun ismi var. Yazıcıyı çağırıyorum. Bu listeyi kim yaptı? Başçavuşumla ikimiz hazırladık Komutanım. Peki Robinson’un davalarının devam ettiğini, davası devam edene izin verilemeyeceğini bilmiyor musunuz? Biliyoruz Komutanım ama Robinson’a laf anlatamadık. Çağırın şu Robinson’u.
Robinson, şimşir kabak kafası, çıplak ayakları ve önü açık parkasıyla karşımda duruyor. Adamın Medine Dilencisi nden farkı yok. Bak Robinson askerlik kanun ve yönetmeliklerine göre sana izin vermem imkansız. Haklısınız Komutanım ama mektup aldım, kızım üçüncü torunumu doğurmuş, büyük oğlan üzerinde silahla yakalanmış, iki karı fena kavga etmişler .Büyük avrat, küçüğü kötü dövmüş. Bir de ikinci avratı çok özlemişem. Yani anlarsınız ya. Anladık, anladık da, seni eğitim alanında ki bozulan nişan monitörünü yaptırmak için on gün görevli göndereceğim. Tabi Yarbay onay verirse. Eğer o gece saat on iki de nizamiye Astsubayına teslim olmazsan , yemin ediyorum herkesin önünde seni haşat ederim. Komutanım ben size söz veriyorum, isterseniz üç taş da atarım, biliyorsunuz bunun manası karılarım boş olsun demektir. Haydi aslanım , beni sakın komutana ve diğer subaylara rezil etme.
Elimde görev kağıdı Yarbay Kocabıyık’ın odasındayım. Uzattığım görev kağıdına bakar bakmaz ,Bu Robinson değil mi? Evet o Komutanım. Yani o monitör başka bir yerde onarılamıyor da Kilis’e mi gidecek? Yüzbaşım ,seni mantıklı bir subay olarak bilirim ama bu yaptığın kendini ve beni ateşe atmak değil mi? Biliyorum Komutanım, fakat bu er izine gitmek zorunda. Yapabileceğim başka bir şey bulamıyorum. Mazeretleri karşısında , empati yapmak zorunda kaldım. Lütfen imzalayın Komutanım. Hayır Yüzbaşım, senin çocukça düşüncelerine katılmıyorum. Çıkabilirsiniz.
Allah kahretsin elimde görev kağıdı ile Tabur Karargahı’ndan çıkıyorum . Dünya adeta başıma yıkılıyor. Yazıcı koşarak yanıma gelip, imzaladı mı? diye soruyor. Başımı sallayarak hayır diyorum.
O gün Yarbay Alay Nöbetçi Amiri. Onun da morali bozuldu sanırım. Eve gittiğimde henüz Jeneratörler çalışmadığı için botlarımı bile çıkartamadan yatağa uzanıyorum. Akşam saat on dokuz dan , yirmi otuza kadar Belediyenin sonra da yirmi bir otuza kadar askeriyenin jeneratörü çalışıyor. Henüz Patnos ‘a elektrik bağlanamamış. Gazete üç gün sonra geliyor. Telefon için sabah kayıt verip, akşama kadar beklemen gerek. Umumiyetle gemici feneri ve lüks lambası kullanıyoruz. Durmadan asayiş olayları, takip, soyguna gitmek, köy kavgası ayırmak bitmez dertlerimizden. Henüz evli değilim. Kapım çalıyor. El feneri ışığında saatime bakıyorum, saat gecenin ikisi. Gelen benim bölük yazıcım . Ne oldu oğlum gecenin ikisinde? Komutanım , Ömer Kocabıyık yarbayım, Robinson’un yanına gittikten sonra , beni çağırıp getir o yazıyı dedi ve görev kağıdını imzaladı Sonra da al götür , sabahı bekleme , Yüzbaşın zaten uyumuyordur , diyerek size yolladı. Çok sevinmiştim gece yarısı da olsa imzalamasına.
Kurban Bayramına üç gün kala Robinson’u görev iznine göndermiştim. Görev kağıdını eline verirken adeta geç kalma sakın dercesine yalvarıyordu gözlerim. Bayram pek çok olayla, takip ve çatışmalarla, iki ağır yaralımızla uğraşarak geçmişti. Ama aklımda hep Robinson vardı. Dönecek miydi , yoksa dönmeyecek miydi?
Dönmeyecekti. Bayram sonrası Yarbay da ben de çok üzgündük. Yazıcım benim yapamadığımı yapmış , izine gittiği gün den itibaren fir ar yazısını hazırlamıştı. Sen bu yazıyı Alay Personel Subayına bildirdin mi? Evet komutanım, Başçavuşumla konuşup size söylemeden bildirdik. Gelseydi sehven oldu diye geri çekecektik. Aslında iyi yapmıştı yazıcım ve Astsubayım.
Bir ay sonra Kara Kuvvetlerinden iki Albay Müfettiş yazıhanede beni ve Yarbayımı çağırıyordu. Kilis’te Jandarma ile çıkan çatışmada yaralı olarak ele geçmişti . Sorguda, benim dümen çevirdiğimi, Yarbay’ın da buna göz yumarak onu izine yolladığımızı söylemişti . Bu ifade önce Jandarma Genel Komutanlığına , oradan da Kara Kuvvetlerine gitmiş ve onlar da yerinde incelemek üzere iki müfettişle bize ulaşmışlardı. Firar yazısını önlerine atınca ,Albaylar; Yüzbaşım donduk burada ,çayınız yok mu? Yine yırttırmıştı kurban olduğum.
Bir ay hastanede kaldıktan sonra öldüğü bize bildirildi. Kazandan ve künye defterinden kesin düşüm yapılması ve dosyasının mühürlü olarak Askerlik Şubesine gönderilmesi isteniyordu. Ondan sonra Hayati idame Parkına kimi görevlendirdiysek olmadı. Zoraki bakımla biraz adam ettiysek de ,Parkın artık güzelliğinin olmadığı , kar altında yıkık viraneler gibi durduğunu görebiliyorduk. Park nöbetine erler gitmek istemiyor, Robinson’un ruhunun oralarda olduğuna inanıyorlardı. Kim bilir belki de.
YORUMLAR
kukurikuu
Sayfamda olduğunuz için teşekkür eder , saygılar sunarım
Çok güzel... Birçok sinemacıya, tiyatrocuya ilham verecektir...Hatta siz bunu bir sinopsis olarak teklif edebilirdiniz...
Robinson'a insanların, hayvanların, hatta bitkilerin farklı farklı tepkiler vermesindeki 'hikmet'in sorgulanması ilginç açılımlara, yorumlara, değerlendirmelere götürecektir alımlayıcıları...
Gerçek Robinson kadar kıymetli bu anlatı bence...
Selam ve saygılarımla.
Yekta Attila tarafından 3/21/2019 6:47:14 PM zamanında düzenlenmiştir.