- 415 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Esinti Lazım
Oldum olası sevemedim bir güne sığdırılmaya çalışılan özel tarihli günleri.Ayrıştırıcı, uzaklaştırıcı, konunun özünden, amacından saptırıcı olarak görmüşümdür.
Ama bu günlere dair yapılan etkinlikleri, farkındalık yaratması açısından değerli bulmuşumdur.
Üzerine kitaplar yazılan, methiyeler dizilen kadın. Yan yana, birlikte paylaşımla, kendi kabuğundan çıkmak isteyen ama yine önünde kocaman bir duvar olan erkeğin karşısında mücadele vermek zorunda kalan kadın.
Annemiz, kendimiz, bacımız, evladımız hemcinslerimiz… hayata bende varım diyerek, toplumsal cinsiyet ayrımcılığına karşı kendi kozasından çıkmak isteyen kelebeğin çabasını gösteren kadınlarımız.
Her yıl 8 Martta Dünya Emekçi Kadınlar gününde, 12 Mayısta Anneler gününde, 5Aralık Dünya Kadın Hakları ününde anılan sonra unutulan kadınlarımız. İstedikleri sadece eşit hak ve muameleye sahip olmak, kendi gücü ölçüsünde toplumda her alanda ve her yerde var olma çabası, hayat mücadelesi.
Çok şey değil istedikleri oysa. Çiçek bahçesinde gülün yanında bülbül gibi, kaktüs çiçeği yanında leylak gibi. Olması gerektiği gibi. Bu birlikteliği çok görüyor sindiremiyor birçokları, üstünlük egoları hakim oluyor karanlık zihinlerine. Kadına mücadeleci ruhu karşısında kötü mana ve anlamlar yüklüyorlar.
Anne, abla, yar, sevgili, … insanların kadına yüklediği güzel değerlerin karşısına kirli, hastalıklı beyinler zıt, incitici manalar yüklüyorlar.
Ya dini bahane ediyorlar, ya kültür deniliyor ya da namus denilerek bir set çekiliyor düşüncelere. Küçük yaştan itibaren kimilerinin iğrenç bakışlarında, kimilerinin sözlü ve fiziksel tacizleriyle toplumsal baskı kadına hissettiriliyor. Bu baskılar karşısında sinen kadın ya daha mücadeleci oluyor ya da kendini, kendi kabuğu içine hapsediyor.
Toplumsal cinsiyet anlayışının getirdiği toplumsal baskı, İslamın kadına yüklediği anlam, kültür ve gelişmişlik seviyesi gibi birçok unsur kadınla erkeği yan yana getirmekten uzaklaştırıyor.
Yine eğitime bağlayacağım ama bu olumsuz tavır ve düşünceleri değiştirmenin en büyük yolu da bana göre gene eğitimden geçiyor. Eskiden idealist öğretmenlerimiz vardı. Fen bilgisi dersinde bile hayatın kendisine dair öğütler verirlerdi. Birinci sınıftan başlayarak lise dönemine kadar kaçıncı sınıfta olursak olalım onları pür dikkat dinler öğüdümüzü alırdık. Genelde konular anne, aile, kadın, doğaya, hayvana ve insana saygı, hoşgörü, toplumda uyulması gereken kurallar olurdu ve örneklemeler yaparak ders aralarında hayat dersi niteliğinde konular anlatırlardı.
Şu dönemde artan kadına yapılan şiddet unsuru ve uygulamalar gösteriyor ki gereken bilinç, ne okullarda nede aile içinde tam olarak verilebiliyor.
Gelişmiş bir ülkenin en büyük göstergelerinden biri kadına verilen değerle ölçülüdür. Kadına verilen bu değer imkan ve olanaklar dahilinde hoşgörülü, sağduyulu, özgür bireylerin yetişmesinde büyük önem arzediyor.
Bundan 1400 yıl öncesinde dünyada İki Cihan Perver’i Hz. Muhammed yitik bir toplumda kız çocuklarını başında taşıyarak yüceltmiş. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk gibi bir dahi de 20 Mart 1930 da ülkemiz kadınlarına haklarını geri vermiştir.
Hal böyleyken 21.yüzyılda bizler hala bu konuları konuşuyor çözüm yolları arıyoruz. Çözüm kadının erkeğin arkasında değil yanında, birlikte vermesi gereken bir mücadele.
Küllerinden yeniden doğmak için bir esinti lazım.Kaybolan değerleri tekrar kazanmak, kanayan yaraları iyileştirmek için.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.