- 652 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İsrailiyatı güya yıkarken ‘İslamoğluiyat’ı dikmek
“Hepsi birer şegul divene canım. Avrupalı bir yuvarlah çizip de ‘İşte dünye budur!’ dirse herkes oğa inanıyor. Ben şu fuçudaki gul gibi Sibiryağına ‘Halistir!’ diye bin yemin ediyorum da kimse inanmıyor.” Hüseyin Rahmi Gürpınar, Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç‘tan.
Şahin Doğan, Risalehaber’deki 02 Aralık 2014 tarihli yazısında, Mustafa İslamoğlu’nun Kur’an’ı Anlama Yöntemi isimli kitabında yaptığı tahriflerden birisini gözler önüne serdi. İslamoğlu, 25. Söz’den alıntıladığı bir metni, aslında Risale-i Nur kelimesi geçmediği halde, içine Risale-i Nur kelimesini de katarak, Bediüzzaman’ın kendi eserlerini Kur’an’ın eşiti gibi gördüğü iddiasına karine olarak sunuyor.
Tabii delili safsata olanın iddiasının neresini düzelteceksin? Arşimed bile dünyayı kaldırmak için dayanacak bir nokta istemiş. Ben de yazıyı okuyunca hayretler içinde kaldım. İddiası iftira olduğu gibi, o zaten malum, dayandırdığı metin de iftira. Kat kat iftiranın lahana yaprağı gibi tortop önünüze konduğu bir kitapla karşı karşıyasınız. İsmi de Kur’an’ı Anlama Yöntemi. Dua edin mümin kardeşlerim: Allah bu yöntemle Kur’an’ı anlamaktan bizleri korusun.
Fakat durun! İslamoğlu bu kitapta bir ‘tersten eğitim’ mi düşünüyor acaba? Yani “Ben kötüsünü yapayım, onlar da bana bakarak nasıl olmaması gerektiğini öğrensinler!” türünden bir çalışma? Ha? Çok mu hüsnüzan ediyorum? Evet, galiba, haklısınız.
Ben de daha önceki günlerde twitter’da kitaptan bir bölümü paylaşmış ve Mustafa İslamoğlu’nun twitter hesabını da ekleyerek sormuştum:
“Bunca yıllık Nurcuyuz, yıllardır da iyi kötü Risale okuyoruz, bu cümleyi Bediüzzaman nerede söylemiş, hiç okumadık, mümkünse İslamoğlu bize açıklasın. Kaynağını göstersin.” Cümle ise şu idi:
“Said Nursi bir yerde ebcedi nasıl keyfî kullandığını şöyle itiraf eder: ‘Bazı kelimeleri ebced hesabı tutsun diye attım. Ama iyi ki atmışım. Hem ebced hesabı tuttu, hem de böyle mana daha güzel oldu.‘”
Doğrusu, tahkik mesleğinin bir özelliği olarak, ben hafızama değil, metne güvenirim. O yüzden Risale metinlerinde bu cümleleri içindeki kelimeleri tek tek aratarak bulmaya çalıştım. Yok, yok, yine yok. Yani hakikaten Bediüzzaman’a ait değil bu ifadeler. Peki bizim ehl-i aklımız, müdakkiklikte alemdarımız, tetkikte mangalda kül bırakmayanımız(!) İslamoğlu nasıl alıntılıyor itiraf diye? Muhtemelen Üstad bizzat kendisine itiraf etti. Fakat nasıl olur? Üstad vefat edeli de çok oldu. İslamoğlu yakazayı falan da sallamaz. Başka şekilde aldı haberi herhalde.
Üstelik İslamoğlu’nu yalanlayacak şekilde Risalelerde birçok ifade de var. Örneğin Birinci Şua’da geçen şu kısım:
“İşte bu risalede mezkûr otuz üç âyet-i meşhurenin bil’ittifak, tekellüfsüz, mânâca ve cifirce Resâili’n-Nur’un başına parmak basmaları ve başta âyetü’n-Nur on parmakla ona işaret etmesi, eskiden beri ulema ortasında ve edipler mâbeyninde meşhur bir düstur ve hakikatli bir medâr-ı istihracat ve hattâ hususî tarihlerde ve mezar taşlarında ediplerin istimal ettikleri mâruf bir kanun-u ilmî iledir. Eğer, o kanuna tasannu karışmazsa, işaret-i gaybiye olabilir.“
Dikkatinizi çekti mi son cümle: Ebced/cifirin geçerliliği için tasannu/yapmacık olmaması şartını koşuyor Bediüzzaman kendi metninde. (Başka yerlerde tevafuk için de kullanıyor bunu.) Ve bu cümleyi Risale-i Nur’da aratınca bulabiliyoruz. Şimdi tabii İslamoğlu’na sormamız gereken birçok soru ortaya çıkıyor: Bütün kitap boyunca, dikkatte ve doğrulukta hep bu seviyede mi idiniz? Eğer öyleyse vay halinize!
Hani bir söz vardır: “Şeytanın en büyük hilesi olmadığına inandırmasıdır” diye. Baudalaire de atfedilir. Al Pacino ve Keanu Reeves’in başrollerini oynadığı Şeytanın Avukatı filminden akıllara kazınmıştır en çok.
13. Lem’a’da Bediüzzaman’ın da altını çizdiği birşeydir bu: “İblis’in en mühim bir desisesi, kendini, kendine tâbi olanlara inkâr ettirmektir.” İşte bence Mustafa İslamoğlu da tam buna benzer birşey yapıyor metinlerinde. Bazı kavramlara öyle bir yaslanıyor ve o yaslandığı kavramların haklılığından/hakikatinden öyle bir güç alıyor ki, bir kere onu diline dolayınca, artık mü’minlere her cerbezeyi (hatta karşısında savaştığı şeyi bile) yuttururum sanıyor. Bir tür Haricî tekniği…
Evet, nasıl o gün Hariciler, dillerinde zâhiren hak sözlerle bâtıl murad edip Hz. Ali’ye karşı savaştılar, bugün İslamoğlu gibiler de buna benzer hak sözlerle bâtıl murad edip ehl-i sünnet ve’l-cemaatle savaşıyorlar. Bunlardan bir tanesi de İsrailiyat meselesi.
İslamoğlu’nun derslerini takip edenler bilirler: İslamoğlu bu İsrailiyat kelimesiyle çok takıktır. Aklına uymayan, hoşuna gitmeyen, zekasının kesmediği, gözünün görmek istemediği her ne rivayet, tevil, icma, kıyas varsa hepsini İsrailiyat ilan edip kapıdışarı eder. Yani demek ister ki:
“Bunlar dinin aslında yoktur ve sonradan dine katılmıştır. Eğer dinin aslından olsa, böyle mantıksız olmaz. İşte Yahudilerden gelmiştir, Hristiyanlar yapmıştır, Farslılar katmıştır…” vs. Rengi, çeşnisi, dıttırısı boldur ama tadı aynıdır bu argümanın.
Naklolunan bilgilerin bazılarında İsrailiyat nevinden şeyler karışık bulunabildiği riski ehl-i sünnetin de gözettiği bir endişesi olduğu için İslamoğlu da dayar sırtını bu genel kabul görmüş endişeye! Ondan sonra sallar kılıcını düşman üstüne. Önüne Buhari mi gelmiş, Müslim mi çıkmış, İbn-i Hacer’e mi çarpmış, İmam-ı Malikî mi rastlamış hiç umursamaz artık. Dane-i hakikatini bulmuştur ya, gayrı dünyada ona dur durak yoktur.
Mürşidim bir yerde der: “Şu bâtıl mezheblerde birer dâne-i hakikat mevcud, mündericdir; mahsus mahalli vardır. Bâtıl olan, tâmimdir.” O da mesleğindeki bâtılın hakkını verir. Tâmim eder de eder. Kimse kaçamaz çeliğinden.
Fakat efendim, bu ehl-i sünnet ulemasına kılıcından aman çıkmayan, nefes aldırmayan âlimimiz, konu Batı kaynakları olursa, hiç de böylesi “Acaba?”lara sahip olmaz. Mesela kitabından bir alıntıyla gösterelim:
“Sayılara gizemli ve kutsal işlev yükleyen ve onları gizli hakikatlerin sembolleri olarak gören ilk kişi Pisagor olarak görülür. Kanaatimiz o ki, Pisagor bunu kendisi icat etmemiş, Mısır’da intisap ettiği sır dininin rahiplerinden öğrenmiştir. Muhtemelen Babil büyücülüğünün temelinde de bu kült vardır. Daha sonra Yahudi kabalacılığına geçmiş ve büyü formülleri ebced/cifir üzerinden yapılmıştır. Kapadokyalı Apollonius, rakam değerli harfleri kullanarak tılsımlar ve büyü formülleri icat eden bir pagandı. Onun tılsım ve büyü formülleri Müslüman çevrelerde de revaç buldu.”
Görüyor musunuz, hiç Batı kaynaklarından şüphe ediyor mu? Gerçi hangi kaynaktan bunları aldığı da belli değil, ama yeterli görmüş ki, hem ‘Kanaatimiz odur ki…’ dedirtmiş, hem de ‘Muhtemelen…’ gibi ehl-i ilme pek yaraşır ifadeler kullanmış. Şimdi, bu noktada durup sormak istiyorum: Buhari’yi, Müslim’i vs. Kur’an’a arz eden (aslında ne Kur’an’ı düpedüz kendi aklına arz eden) İslamoğlu acaba bu bilgileri kime arz ediyor? Kapadokyalı Apollonius’u Kur’an’da mı gördü de bize sorgulanmaz bilgi gibi dayatıyor İslamoğlu? Yoksa Pisagor sûresi diye bir sûreye mi denk geldi bizim okumadığımız bir yerde?
Hiç öyle değil. Daha evvel de dedim, onun yaptığı birşeyleri Kur’an’a arz etmek değil. Doğruluğuna karar verdiği hususlarda Kur’an’ı ve sünneti kendine arz ediyor. “Bakalım, Kur’an tevil edilebilir mi, sünnet de doğruyu tutturabilmiş mi?” diye.
Ve tabii bunun sonucu olarak, hamamda üzerine kaynar su dökülmüş gibi “İsrailiyat, İsrailiyat, İsrailiyat!” diye bağıran İslamoğlu, yavaş yavaş kendi İsrailiyatını kurguluyor İslam içine. Kur’an’da olmayan, sünnette yeri bulunmayan ama kendisinin pek kıymetli ve sorgulanmaz gördüğü kaynaklardan alınmış bu bilgilerle vahyi ve ehl-i sünnet ulemasını hizaya sokan muhterem hocamız, bunlar da yetmiyor, bir de uydurduğu metinleri başka âlimlerin ağzına koyup bize yedirmeye çalışıyor. Bazı rivayetlerini mantıksız bulduğu için Buhari’yi, Müslim’i itham eden aslan parçası; kendi kitabında Bediüzzaman’a demediğini dedirtiyor, dediğine de kaçak kat çıkıp tahrif ediyor.
Kimbilir daha ne şekillerde ıslah edecek bizi. Hepimiz muntazır bekliyoruz. 1400 yıldır yaşayamadığımız İslam’ı, İslamoğlu gelsin de bize öğretsin diye. Fakat durun bir saniye! 1400 yıldır yaşanmıyorsa o zaman alınan mirasın ontolojisi de sorgulanmış olmuyor mu? Allah’ın dinini koruyamadığı ima edilmiyor mu? Arada geçen bütün İslam geleneği sapkınlıkla suçlanmış falan da hakeza? Amaaan boşverin! İslamoğlu’nun aklı yeter size. Yerseniz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.