16
Yorum
12
Beğeni
0,0
Puan
2193
Okunma
Bilir misin; canyanığım, kül yanığıyla nasıl savrulur rüzgarda...
Toparlanması imkansız savrulmalardayım, bir tek sen toparlayabilirsin dağılışlarımı...
Ki; düştüğüm mahşer içinde yangınım sen!
Vaha´sına küs Sahra´ydım, bana susuzluğumu hatırlatan yağmur olup yağdın çölüme...
-Ne kadar acemi yaşamışım hayatı, taa ki acılar yok edene dek benliğimi. Kendi kıyısına köpüren deniz gibiyim. Hırçınlığım kendime... Kırık bir kalbin kusuruna bakılmaz...-
tüm iklimler denize akarken
ben, sende mevsimsiz kalakalmışım...
kırılan kilit gibi kapıda
tutulan güneş, ay gökyüzünde
arş ile arzın gizinde
sende kayboluşum...
bir kırık kalp hazanın ortasında
sessiz kalmışlığım...
Dipsiz bir kuyunun yangınını bilir misin külyanığım, varla yok arası kendi derinliğinde cayır cayır yanmanın, duyulmayan çığlığını yutmanın zorluğunu... Dar alan göğsünde bir serçe ölüsüyle yaşamayı bilir misin!
-Her insanın içinde zindanı ve karanlığında hayalini kurduğu mavi göğe bakan denizinyüzü...-
Gözlerin sevgili gözlerin, gözlerin kadar güzel bir dünya yok gözümde. Hangi kara bu kadar güzel içine çeker mavi denizleri, dağları ve gür ormanları!
Aynaya yansıyan yazgımı sende gördüm, vuslata çağıran yangın sendin!
Kırık kafesinde kanatsız kuştum, gülüşüne sığındım cümle yaralarımdan!
Şehri´yarin yüzünde gördüğüm hep aynı ışıltı, boğazında martı çığlığı. Hayaline daldığım kavuşma anı...
Biliyor musun; çıkarınca içinden seni, ölüyormuş İstanbul!
Usumu usuna, kalbimi kalbine kurdum. Öznesi, yüklemi sen şiirler, mektuplar yazdım dökmek istedikçe içimi içine.
Derin sevmek demiştik ya hani, ben uçtum göğ(s)ünün kafesine, kayboldum!
Ya sen!
Sude nur haylazca