YEŞİLİN İÇİNDE YOLCULUK
Yorgun bakışlarla etrafı biçiyor gözlerim. Alabildiğine yeşil alabildiğine yalnızlık var. Yokluk var, susmak, gitmek var içimde. Yağmur yağıyor inceden üzerime bıçak gibi, mermi gibi gelip geçiyor yüreğimden. Yol önümde ayaklarım toprağın üzerinde bu yalnızlık atlasında yürümeye başlıyorum. Her adım yeni acılar doğuyor kalbimde. Yeşil, masmavi Gök, kuşlar var yeni başladılar gözyaşı makamına ,güftesi muamma başka bir lisanda. Başlıyor yolculuğum böylece evvelâ dağa tırmanıyorum bu görkemli buhran dağına, zirvesine çıktığımda hedef yeniden başlıyor benim için. Menzilim : Çam ağaçlarının altında oturmak .Yürüyorum hiç durmadan, soluklanmadan elimde babamdan kalma eski bir radyo çalıyor kuşlarla birlikte . Yürüyorum hayallerimi yırta yırta geçip sonra oturuyorum bir taş üzerine ayaklarım sırtıma yüklenen gamı, tasayı, üzüntüyü taşıyamıyor. Etrafta kavak ağaçları sıralı ;bilgi ,uzun ,gök gibi, zor gibi çıkması kederli bir şekilde bakışları... Uzaktan bakıyorum onlara ama düşüncelerim gölgesinin altında oturuyor. İnce bir ırmak misali çay akıyor. Hülyalara dalıyorum, yanına gidiyorum. Önce gözlerimi, içimin pisliğini, iki hatta üç yüzlü insanları, onların yalanların temizliyorum. Sıvıyorum ayaklarımı giriyorum içine. Yosunlu taşlar ayağım öpüyor. Çayın sükûnu eşliğinde ilerliyorum akıntıların tersini. Bir ve varım orada birde muntazaman tüten bir semaver dumanı. Duman’ın isiyle hülyamdan çıkıyorum. Önümde Kader çiçeği kederli kederli bakıyor bana kara bahtından dolayı. Kader çiçeği öpüp kalkıyorum Yukarıdaki çam ağaçları menzilim.Çağırıyorlar bas bas bağırıyorlar "Burası güzel ,burası senin için gel." diyorlar gölgeleri rast ederken. Rüzgarın fısıltısı geliyor kulaklarıma o da üzgün üzülme diyebiliyorum sadece , bir de "sen de biraz beni dinle" deyip radyonun sesini açıyorum yürüyorum hayallerime dalıyorum yine sevdiğimi düşünüyorum zaten hep aklımda olanı ilkin o gözlerini sevdim çocuklara bakışıyla suya ağaçlara o Menekşelere, sarı güle bakarken sevdim nur parçaları dökülmüş yüzünü, ellerini ;sevda şarkıları mırıldandığın eşsiz sesini sevdim ama İlkin o yeşil gözlerine tutuldum. Ben seni sevdiğimde ne ellerin, yüzün ne de sesin vardı. Sadece tutulduğum yeşil gözlerin vardı. Bu yüzden düşünüyorum uzun uzun dalıp gidiyorum yeşillikler içine. Oradan düşlerimden sıyrılıp gerçeği düşüyorum:Acı. Zihnim iyice kalabalıklaşıyor sadece susmak yetiyor insana... sanıyorum olmuyor zihnimde hep bir kargaşa.Sadece gitmek diyorum. Ardımda ömür hikayemi, anılarımı bırakıp ama sevdiğim diyorum onu bırakmak kaçmak olmaz mı? Olmayınca istediklerim gitmek yenilmek midir? Yarım kalır başlangıçlarım, çıkışlarım ,hedeflerim, arzularım ... Gitmeyeyim o vakit sadece sana geleyim ne kadar gitmekle başlasa da yolculuğum.
Ezan, namaz vakti ne zaman gelir diye düşünüyorum. Radyo çekmiyor kuşlar bırakıyor inkisar dolanmış şarkılarını .Ezan okunmaya başlıyor kulağım okşuyor öyle güzel öyle hoş bir ses. Nereden geldiğini anlamaya çalışıyorum ama tık yok su diyorum su . İlerliyorum bir göze geliyorum. Tertemiz akıyor ayaklarımın altından ,zemzemin kardeşi mi akrabası mı acep diyorum .Öyle temiz parlıyor. Bu su üzerinden aydınlık, karanlığıma aksediyor usul usul. Eğiliyorum,dizliyorum bir taşın üzerine iki yudum çekiyorum içime sanki yeni doğmuş bir bebek gibi kesiliyor nefesim. Vur diyorum vur sırtıma bir soluk alayım bu bana fazla Ellerimi bu ulvi su ile yıkıyorum Niyet ettim Allah rızası için deyip başlıyorum abdest almaya 3 kere ağzıma 3 kere burnuma...Sonra gözlerim arıyor kılabileceğim boş bir alanı. Kestiriyorum bir yeri ceketimi çıkarıyorum özenle yere seriyorum açıklıkta namazını eda ediyorum. Ellerimi açıp sevdiğim için dua etmenin iç huzuruyla mütebessim bir adama bürünüyorum dünyanın en mutlu insanı olarak. Kalkıyorum kederi üzerimden atmak amacıyla silkeniyorum. Bu sefer kuşlara eşlik eden ben oluyorum onlar da en güzel şarkılarını seslendiriyorlar: Aşk şarkısını. Bir taraftan radyoyu açıyorum hangi makamdan olduğunu bilmediğim bir şarkı, diğerlerine nispeten daha hareketli söylüyor naif sesli kadın. Zannımca nihavend ,evet nihayet bu zor dilemmadan kurtuluyorum .Sözlerine dikkat kesiliyorum şimdi"Razıyım gönlümü yerden yere vur/ Razıyım karşımda eller gibi dur "diye haykırıyor hoş sesli kadın. Benim menzilim aşikar, yolum açık ,dilim tutuk hedefime doğru yürüyorum. Sonunda o yemyeşil ağaçların dibine varıyorum .Sigaradan derin bir nefes çekmecesine çekiyorum içime aşk ıtırını oturuyorum bir toprağın üzerine sırt sırta veriyorum ağaçla, karşımda çam ağaçlarıyla dolu orman gözümü yeşilin en güzel tonuna boyuyor. Çay akıyor başlangıcı belli değil, sonu nerede? Çayın diğer tarafında bir dağ başlıyor çıkması imkânsız gibi. Bayır yukarı ne yapabilirim nasıl zirveye ulaşırım yalnızlık eşliğinde bilmiyorum. Serin bir cam kokusu geliyor yüreğime açıyor ruhumun karanlık kapılarını böylece. Çekerim iç cebinden bir kağıt parçası çıkarıyorum. Kalemini almıyorum elime ucunu açmak amacıyla bıçağımı alıyorum, yontuyorum kadersiz kalemimin ağzını. Bir taraftan konuşuyorum kendimle ,kalemimle "Sen senki bir kalemsin. Boynun gitgide kısalıyor ömrüm gibi. Sana sır veriyorum kendi lisanınca. Aşkımı,sevgimi,yeşili anlatıyorum. Sen de bana buna karşılık olarak parçanı veriyorsun ,canından parça veriyorsun. Binlerce kağıtları seninle karalıyorum. Neticede ben sana sır veririm ,sen bana baş verirsin her şeye rağmen."
Kağıdı önüme alıp açıyorum.Başlıyorum gördüklerimi, sevdiğimi,düşüncelerimi, şiirimi yazıyorum. O zaman susuyorum ve dinliyorum zihnimde dolaşan kalabalık , kalabalıklar kadar büyük yalnızlığımı. Devam ediyorum suskunluğuma zaten susmak; yalnızlığın lügatı, şiiri değil mi? Yazıyorum bu sebeple suskunluğumu. Yazdığım bu karalama duyguyu dürüp, aldığım yere, ceketimin iç cebine kalbimin olduğu yere zarif bir edayla yerleştiyorum. Kalkıyorum ayağa nefes alamıyorum yine bir soluk daha ciğerimi parçalıyor. Koşar adımlarla çayın önüne geliveriyorum. Ayaklarımı sıvıyor ve su ile bir oluyorum oracıkta. Karşıya geçiyorum bu imkansız çıkması zor korku dağına tırmanmaya başlıyorum. Ne zaman çıktım ne vakit zirveye ulaştım anlayamayorum kendi sesimin kalabalığından. Öyle ıssız bir yerin dağ başı yalnızlığını yaşıyorum. Bir mağara ile göz göze geliyoruz. Bulutların gözyaşıdan yıpranmış taşları yosunlar kaplamış bu mağarada almış nasibini hayattan. Gözünden girmek amacıyla atıyorum adımımı baldıran otları halı yapmış , kokusu burnumu sızlatmaya yetiyor, Kınından yeni sıyrılmış kılıcın keskinliğinde bu koku. İçinde oldukça büyük bir odayı andıran boşluk ,tavan yüksek ,yerde bir çaput onun üzerinde bir parça kuru ekmek naşapanın içinde kapkara olmuş su. Oturuyorum önünde Besmele ile başlıyorum kuru ekmekten bir ısırık alıyorum boğazımı yırta yırta mideme ulaşıyor. Üzerine zehir sinmiş sudan bir yudum içip bitiriyorum elimdekileri. Yanımdaki radyoyu açıyorum cırıltılı bir türkü dinlendiriyor yalnızlığımı. O an yine aklımdan çıkmayan sevdiğim geliyor gözlerime .Sadece gözleri yetiyor bir çift eşsiz, durgun, aşkla bakan.Kapıyorum gözlerimi gözümden düşmesin diye son bir nefes alıyorum kokusundan yüreğimde hissediyorum kokusunu. Müsterih kelimesi ilk defa bir anlam kazanıyor O zaman o an son nefesini vermek istiyorum Bunları yaşadıkça yüzümde tebessüm gülleri sarı sarı açıyor, onlar açtıkça gözlerimi sıkıyorum bırakıyorum kendimi kararmış çaputun üzerine...
Ve gözlerim açıyorum. Sobanın sıcaklığı vücudumu terlemiş anlımda Secdenin izi çıkmış sûkun eşliğinde doyumsuz huzur .Sobanın üzerinde su irbiği, bir çaydanlık, uçları birbirine değen iki sedir sedirin önünde bir rahle üzerinde Yasin suresi açık vaziyette furan Kur’an-ı Kerim. Her şey yerli yerinde duruyor her şey... Ya biraz evvel gördüğüm rüya neydi diyorum. Hayretimi içimden haykırarak.Duruyorum düşünmeye başlıyorum 62 yaşında ki vücudumun içinde yaşayan 20 yaşlarında bir genç . O gençlik halinde gezdiğim o yerler ,o radyo ,mağara, kağıt, kalem... Nasıl diyorum yeniden nasıl şükrediyorum hâlime uzun uzun düşünüyorum gördüklerimi dalıp dalıp da boğuluyorum gördüklerimin içinde. Bu durumdan eşimin, "Bey, namazı kıldıysan ineklerin tuzu bitmiş kapının ardındaydı sana zahmet getiriver hele" demesiyle düşüncelerimden sıyrılıyorum ayağa kalkıp diğer odanın kapısının önüne geliyorum yitiyorum tahta kapıyı gıcırdıyor her zamanki gibi.Her seferinde yağ sürüyüm menteşelerine diyorum ama yine düşünmekle kalıyorum.Kapının ardında asılı olan mantomu giyiyorum tuz çuvalı alıp eşimin yanına gidiyorum avluya iniyorum evin merdivenlerine basarken babam geliyor aklıma ben çok küçükken babam ve abim büyük taşları üst üste koyup yapmışlardı ancak anne olmasaydı yapamazlardı sanıyorum ki onlar da öyle söylüyorlardı zaten .Merdivenleri teker teker indikten sonra hanımının yanına avluya gidiyorum kocaman gülümsüyor bana.Gülümsemesiyle unutuyorum olanları rüyayı, merdiveni onlarda önceki yaşanmışlıkların yanına dalıveriyor tuzları ineklerin yalaması için belirli olan üç beş düz taşın üzerine serpiyorum Sonra bir taş üzerine ben de oturuyorum soluklanıp hanıma olan biteni aklımdakileri anlatıyorum. Konuşmam bittikten sonra tebessüm ediyor içtenlikle "Hayırdır inşallah" diyor güzel yüzüyle .Bir yandan da ineğin sanmaya devam ediyor teneke helkeye her sağmada kulağımın aşina olduğu bir ses duyuluyor. Ben de gözüme kestiriyorum babamdan kalma mütemadiyen asılı duran radyoyu. Açıyorum her zaman aynı frekansı buluyorum. Oturup dinliyorum dinledikçe zihnimde bir şeyler canlanıyor en sonunda hatırıma geliyor duyduğum. Heyecanla hanımıma :"Bu benim düşümde duyduğum şarkı, sözleri ne olur geri dön bitsin bu gurur diye işte, hanım işte ne güzel bir tevafuk."Bana uzun uzun bakıyor gözlerime heyecanıma mutluluğuma sesime bakmaya devam ediyor, bir yandan da tebessüm edip hayran gözlerle kulaklarını bu şarkı ile dolduruyor . Sağması bittikten sonra gözlerini gözlerimden hiç ayırmadan yanıma gelip oturuyor , dizleri dizlerime değiyor elleri ellerime üzerine getirip sımsıkı tutuyor gözleri gözlerimde ve gözlerimin ta içine baktığını anlıyorum .Ben o ağaç altında yazdığın şiiri biliyorum,diyor ve başlıyor ezberden okumaya ama bu ses dilinden değil yüreğimden çıkıyor. Bu ses; ne güzel zarif naif eşsiz bir ses .Söyledikçe şiiri hece hece kalbimin üzerindeki gergefe nakşediyor sevgisini .Ben dinliyorum dinledikçe şiiri hatırlıyorum içinde Gördüklerim, aşkım, düşüncelerim ,yalnızlığım vardı Bir çift göz vardı, yazdıklarım yaşamışlıklarım vardı içinde. O an ikimizin de gözlerinden yaşlar süzülüyor Yeşil gözlerinden düşen elmas parçacıkları yanaklarına dedikçe ben de durduramıyorum gözyaşlarımı. Eşimin kokusunu içime çekiyorum, siliyorum gözyaşlarını sevdiğim diyorum Ağlama, sen ağladıkça gözyaşların her biri ok oluyor saplanıyor yüreğime ağlama" deyip sarılıyorum sevdiğime evvelde de olduğu gibi huzurluyum. Ama bu sefer gözlerim açık yeşilin içindeki yolculuğuma yeniden başlıyorum sevdiğimin gözlerinde...
FATMA GÜL KA*
YEŞİLİN İÇİNDE YOLCULUK Yazısına Yorum Yap
"YEŞİLİN İÇİNDE YOLCULUK" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.