- 657 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
ÇANTA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Uzun zamandır kaçıyordu. Daha doğrusu koşmaya gayret ederek, bazen de sürünerek kaçmaya çalışıyordu. Sanki yer ayaklarının altından kayıyor, tutunmak istediği her şey elinde kalıyordu. Arkasına bakmaya bile cesaret edemiyordu. Eli bıçaklı üç adam peşindeydi. Öldürüp parasını alacaklardı. İmdat diye bağırmak istiyor, fakat gariptir sesi çıkmıyordu. Bu ıssız yerlere nasıl gelmişti, bu adamlarla nasıl karşılaşmıştı, bir türlü anlayamıyordu.
“Demek ki kaderimiz böyleymiş” diye düşündü. Televizyonlarda cinayet haberleri ve senaryolarından birisi de şimdi kendi başına geliyordu. Artık ne yapsa nafile, hızlanamıyordu. Geriye döndü, üç adam da iyice yaklaşmıştı. Üçü de haince sırıtıyor ve elimizden kaçamazsın der gibi bakıyorlardı. Birden yerde bir taş gördü, aldı ve zorlukla attı. Taş en öndeki adamın başına gelmişti. Adam acıyla bağırarak yere düştü. Kafasından kanlar akıyordu. Diğerleri adamın başına çömeldiler. Birisi “öldü, öldü” diye bağırıyordu. İkincisi, yere bıraktığı bıçağı alarak, üzerine gelmeye başlamıştı. Öylece donup kalmıştı. Ne dönüp kaçabiliyor, ne de bir şeyler söyleyebiliyordu.
Çaresiz, ağlamaya başlamıştı. Hıçkırarak ağlıyordu. Adam da iyice yaklaşmıştı. Elindeki bıçağı kaldırmış, vurmak için geliyordu.”Artık sonum geldi” diye düşündü. Adam bıçağı hızla savurdu...
Omzunda hissettiği darbeyle yerinden fırladı. Aynı anda da başını bir yere vurmuştu. Yüzünü acıyla buruşturdu.
-Sakin ol hemşerim, kendine gel.
Bön bön etrafına bakınmaya başladı. Bir yandan da başını tutuyordu. Karşısında duran adam devam etti:
-Sanırım rüya görüyordun. Ben bu otobüsün şoförüyüm. Son durağa geldik. Bak, senden başka kimse kalmadı. Aşağı inersen, ben de otobüsü garaja teslim edip eve gideceğim. Vakit gece yarısını geçti.
Gerçekten de otobüsteydi. Demek ki, kâbus görmüştü. Ter içinde kalmıştı, fakat rahatlamıştı. Sendeleyerek ön kapıya yürüdü, aşağı indi. Kaldırımda yürümeye başladı. Serin havayı içine çekti. Birkaç adım atmıştı ki, önüne “pat” diye bir şey düştü, hemen arkasından da otobüs şoförünün sözlerini işitti:
-Hey, çantanı unuttun. Allah’ım bana sabır ver, her gün böylelerine denk gelirsem, halim ne olur benim.
Otobüs, arkasında koyu bir duman ve eksoz kokusu bırakarak uzaklaşmaya başlamıştı.
Eğildi, şoförün fırlattığı çantayı aldı. O anda aklına gelmişti, çantası yoktu ki. Şoföre bağırmak için başını kaldırdığında otobüs köşeyi dönmüştü bile. Elinde çantayla kalakalmıştı. Bir kadın çantasıydı bu.
“Yarın sabah götürüp, kayıp bürosuna teslim ederim” diye mırıldandı.
Şöyle bir tarttı, çanta bayağı ağırdı. İçinde ne vardı acaba? Ya, son günlerde çok duyduğu gibi bomba olursa. Tüyleri diken diken olmuştu. Atmak istedi. Patlayabilir korkusuyla vazgeçti. Yavaşça yere koydu ve eliyle yokladı. Çantanın içinde öyle bomba olacak tek parça eşya yoktu. Küçük parçalar halinde bir şeyler vardı. Rahatlamıştı, çantayı yavaş yavaş açtı, sokak lâmbasına doğru çevirdi. İçinde ne olduğunu hâlâ anlayamamıştı. Sağ elini dikkatlice çantanın içine soktu. Bunlar, tespih gibi şeyler olmalıydı. Birini tutup dışarı çekti. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Bu, üzeri kıymetli taşlarla süslenmiş bir inci kolyeydi. Elini tekrar çektiği şey ise, üzerine altın liralar takılmış bir altın zincirdi. Nefesi tutulacak gibi olmuştu. Kolyeleri tekrar çantanın içine doldurdu. Korku ile çevresine bakındı. Kimsecikler yoktu. Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başlamıştı. Hızlı adımlarla eve yürüdü.
Eve vardığında, anahtarı kilide sessizce soktu ve çevirdi, içeri süzüldü. Kapıyı yavaşça kapattıktan sonra içeriyi dinledi. Herkes uyuyordu. Doğru mutfağa girdi. Çantayı masaya boşalttı. Şaşkınlığı iyice artmıştı. Çünkü burada bir servet vardı. Bir süre öyle şaşkın şaşkın baktı. Sonra sandalyeye yığıldı. Ne kadar yorgun olduğunu oturunca anlamıştı.
Çantayı geri götürecek miydi? Bir an durakladıktan sonra:
-Tabii ki götüreceğim, diye söylendi.
İşte o anda, içinde sanki birisi daha konuşmaya başlamıştı. Fakat hep yanlış şeyler söylüyordu:
“-Artık zengin oldum, sürünmekten kurtuldum. Horlanmaya, onun bunun emrinde çalışmaya, sık sık kovulmaya, ücret alırken yalvarmaya paydos.”
“-Hayır, hayır. Bu çanta ve içindekiler benim değil. Bulunan her şey, sahibi bulununcaya kadar bulan kimseye emanettir. Emanete hıyanet edilmez. Yarın sabah ilk işim kayıp bürosuna uğramak olacak.”
“-Senin kadar aptal bir daha dünyaya gelmez. Doğruluk timsali olarak sen mi kaldın? Düşün çektiklerini... Ömrünün sonuna geldin, hâlâ bir baltaya sap olamadın.”
“-Ya bir de yakalandığımı düşün. Ömrümün sonuna kadar sıkıntı içinde yaşadım, lâkin utanmadım, utanacak bir şey yapmadım. Hep gururla yaşadım.”
“-Hay senin gururuna tüküreyim. Bu nasıl gurur. Her gün akşama kadar kapanan kanalizasyonları açmak mı gurur? Yoksa istediğin iki yüz elli gram kıymayı verirken alayla bakan kasabın karşısındaki halin mi vakarlı?”
“-Namuslu olduktan sonra her meslek kutsaldır. Hem toplumda iş bölümü vardır. Herkes aynı işi yapamaz ya.”
Adam böyle düşünürken uykuya dalmıştı.
***
Açılan kapının gıcırtısıyla gözlerini açtı. Karısı kapıdan uykulu gözlerle kendisine bakıyordu. Sabah da olmuştu.
-Efendi, gecenin bu vaktinde mutfakta ne yapıyorsun?
Cevap için bir şeyler söyledi, fakat ne demek istediğini kendisi de anlayamamıştı.
Kadının gözleri masaya ilişince, yuvasından fırlayacakmış gibi açıldı.
-Ahmet, bunlar ne, nereden buldun bu mücevherleri?
-Şey, otobüste unutmuşlar, geri vermek istedim olmadı. Biraz sonra, evet, biraz sonra kayıp bürosuna gidip teslim edeceğim.
Kadının şaşkınlığı iyice artmıştı.
-Doğru söyle, çaldın mı yoksa? Allah’ım, bu günleri de mi görecektim? Karakollarda, hapislerde mi sürüneceğiz, ne yaptın sen adam, ne yaptın?
Ahmet, yalvaran bir sesle cevap verdi:
-Necla, vallahi otobüste unutmuşlar. Araba bulsam, gidip otobüs şoförüne teslim edecektim. Karakol bile ne kadar uzakta biliyorsun.
Karısı doğru söylediğine inanmaya başlamıştı. Ne de olsa kırk yıllık kocasıydı. Masaya yaklaştı, elleri ile mücevherleri karıştırdı. İnci kolyeyi alıp boynuna geçirdi ve aynaya doğru yürüdü. Kasıla kasıla baktı aynaya. Sonra hızla kocasına döndü. Yüzünde şeytani bir gülümseme belirmişti:
-Ne yapacaksın, ne yapacaksın? Bir daha söyle hele.
Ahmet ürkek bir sesle cevap verdi:
-Kayıp bürosuna...
Sözünü tamamlayamadı. Çünkü karısının avını parçalayacakmış gibi açılan, kaplanlarınkine benzeyen ağzını görmüş, sözleri ise onu adeta dondurmuştu.
-Aptal, salak. Hem kimse beni görmedi diyorsun, hem de geri vermekten bahsediyorsun. Kırk yıldır çektiklerimiz sona erdi, zengin olduk. Hayır, hiçbir şeyi geri vermeyeceksin.
Ahmet yalvarmaya başlamıştı:
-Olur mu hanım, başkasının malını izinsiz nasıl alabilirim? Kim bilir nasıl da arıyorlardır şimdi.
Ani bir hareketle, karısının boynuna geçirdiği kolyeyi çekti aldı ve ardından masadakileri çantaya doldurmaya başladı.
Bunun üzerine karısı üzerine atılarak, onu duvara yapıştırdı. Kafasını da çarpmıştı, acıyla kıvrandı. Kesin kararını vermişti. Hızla kalkarak kadının üzerine yürüdü. Sağ elini vurmak için kaldırmıştı.
Karısı geri çekiliyordu. Bir müddet öyle kaldılar. Neden sonra, Ahmet başını sağa sola sallayarak, mücevherleri çantaya doldurdu. Dışarı çıkmak üzere kapıya ilerledi ve kapıyı hızla çarparak dışarı çıktı. Karısı arkadan homurdanıyordu:
-Kafasız, bir daha bu eve gelme. Gidersen bir daha gelme.
Yürüdü...
***
Kayıp bürosu, belediye otobüs garajının hemen yanındaydı. Kararlı adımlarla büroya yaklaştı. Tam kapıdan girmek üzereydi ki, öylece kalakaldı. İçerde birileri çanta ve mücevherlerden bahsediyordu. Daha çok kavga ediyor gibiydiler. Gözükmemeye dikkat ederek içeri baktı.
İçerde iki polis ve iyi giyimli bir bayan, masa başındaki bir adamla tartışıyorlardı.
Bir ağlama sesiyle odanın köşesine baktı. Birisi yere çömelmiş, hüngür hüngür ağlıyordu. Polislerden biri, ağlayan adama bir şeyler söyledi. Her sözü duyamamıştı, ama çantayı sorduğunu anlamıştı.
Adam başını kaldırdığında, onu tanımıştı. Bu, akşamki otobüsün şoförüydü.
Hemen kaçmalıydı, işler tehlikeli olmaya başlamıştı. Dikkat çekmemek için yavaş yavaş yürümeye başladı. Tam binanın köşesini dönmüştü ki, orada bulunan bir kapı hızla açıldı.
İki polisin arasında bulunan otobüs şoförüyle göz göze geldiler. Şoförün gözleri parlamıştı. O da kendisini tanımıştı.
-İşte, dedi. İşte, akşam otobüste uyuyan adam, unuttuğu çanta da yanında.
Polislerden biri Ahmet’in üzerine atıldı ve kıskıvrak yakaladı. İçerde gördüğü bayan yere düşen çantayı kaptı ve açtı. Ardından sevinçle haykırdı:
-Evet, bu çanta benim çantam. İçeri girip bakalım, eksik var mı?
Önde çanta sahibi bayan, arkada iki polisin adeta sürüklediği Ahmet içeri daldılar. Odaya girdiklerinde bayan çantayı masanın üzerine boşalttı. Her şeyi kontrol ettikten sonra rahatlamış bir sesle:
-Hepsi tamam, dedi.
Ahmet’in ağlamaklı gözlerine baktıktan sonra devam etti:
-Demek ki niyeti çalmak değilmiş. Buna göre, ortaya koyduğumuz mükâfatı da hak etmiş oldu. Cebinden bir zarf çıkardı ve uzatırken:
-İşte, dedi. Çantayı bulup da getireceklere vaat ettiğim ödül. Bu senin hakkındır.
Ahmet şaşkın şaşkın bir zarfa, bir polislere bakıyordu. Bunu fark eden bir polis:
-Kusura bakma, seni yanlış anladık galiba. Parayı alabilirsin, diye ekledi.
Çekinerek zarfı aldı ve koşarcasına dışarı çıktı.
Çok yorgun ve uykusuzdu. Evine doğru yürüdü.
-----------------------------------------
YORUMLAR
Yorumlarıyla teveccüh gösteren dostlara candan teşekkür ediyorum.
Şiir ve hikayeye 20 yıl kadar ara verdikten sonra tekrar başladığım şu günlerde ilginiz beni çok memnun etmiştir. En son bir dergiye gönderdiğim eserimi daktilo ile yazıp posta veya faks yoluyla göndermiştim.
Selamlar.
Konu benzerleri duyulan bir konu olmakla birlikte anlatım yönteminizi çok beğendim. Yeri geldiğinde kısa ve vurucu cümleler, yeri geldiğinde uzun ve duygusal aktarımlar etkileyiciydi.
Başlangıçtaki gerilim kısmını film izler gibi okudum, tasvir ve tahliller çok güçlüydü. Ev konuşmaları kısmında enerjisi düşen anlatım, sonuçta çok toparlanmadan bitirilmiş. Yazar, muhtemelen, son yargıyı okuyucuya bırakmak istediği için tam bir final yapmamış. Ahmet Bey'in parayı aldığı anki durum saptanırken duygularına hiç değinilmemesinin nedenin bu olduğunu düşünüyorum.
Günün başarılı yazısı olarak değerlendirilen yazınızı ve yazı dilinizi kutlarım Hüseyin Bey. Daha nicelerine.
Saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ tarafından 3/15/2019 10:08:33 AM zamanında düzenlenmiştir.