- 723 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
-HANGİ ECEVİT?-(2)
Bir başka ünlü şair ve denemecimiz İsmet Özel’in eserleri içerisinde şiir sanatı üzerine düşüncelerini ortaya koyduğu “poetika” sı “Şiir Okuma Kılavuzu” dikkat çekici görüşleri önümüze koyar. Eserin kapsadığı yazılardan biri şiir ve politika düzleminde düşünsel bir analize yer vermekte.
Öncelikle “Eğer bilimde, felsefede, diğer sanatlarda, siyasette, gündelik hayatta "şiir" olan bölgeler varsa söylenen veya yazılan şiire ne gerek var? Şair kim?” diye sormakta yazar. Yine şiir ve şiirsel kavramları arasında mukayesede bulunmakta. Gündelik yaşamda şiirsel nesir, şiirsel roman, şiirsel bir söylev gibi tabirlerin kullanıldığına değinmekte. “Bale ayakların şiiridir, diye bir söz duyarsınız. “ şeklinde vurguladığı ara bölge tarifi dikkat çekicidir örneğin.
Bu, şiirle politika arasında bağ kurmayı baştan anlamsız kılacaktır. Şair bir duygu insanıdır. Nirengi noktası hayaldir. Aşkın türlü açılımları yanısıra sömürü, adaletsizlik, zulüm, vs. insanlık problemleri de şairin özgürlük alanındadır. Oysa politika toplumsal, ekonomik, siyasal problemlerin çözümündeki imkân hudutları ve araçsallığı önümüze koymaktadır. Bir bakıma ekonominin tanımı misali sınırlı kaynaklarla sınırsız ihtiyaçların tatmin edilmesindeki bileşenlerin değerlendirilmesi, uygun tercihin yapılması meselesi karşımıza çıkmaktadır. Demem o ki, hayal limit tanımazken gerçekler dünyası çitlerle çevrili bir alan olmaktadır.
Kuşkusuz bir politikacının şair olması imkân dahilindedir. Nasrettin hocaya sorarlar: politikacıdan vaiz olur mu, vaizken politikacı olmuşsa neden olmasın der. Bunun gibi şairken politikacı olmuşsa olasıdır elbette. Ne ki, tüm siyasi yaşamı boyunca eleştirilmesi, hayalperest bulunması da imkânsız olmasa gerek. Politikaya atılmayacaktı şiirde kalacaktı denebilir de. Hiç şüpheniz olmasın bu eleştirilerde gerçek payı da yabana atılmamalı.
Evet şairimiz şiir ve politika arasında bir muhakeme ve mukayese de yapmakta üstte arz ettiğim üzere. Hem de en akla hayale gelmeyecek bir mevzu üzerinden.
Geçen asrın dünyaca ünlü iki Marxist düşünce ve eylem insanını ekonomi politik ve şiir çizgisinde kıyaslayarak hani. Biri Rosa Luxemburg diğeri Mao Zedung.
19’uncu asır Avrupa’sında doğup 20’inci yüzyılın ilk çeyreğinde de yaşamını sürdüren Marxist siyasi ve ideolojik akımın tartışmasız kraliçesi Rosa Luxemburg doktrin hiyerarşisinde kendisinden önde olan birkaç isimden devrimci romantiği bağlamında öndedir bence. Bunu belirleyen temel faktör ise yaşamı boyunca yaptıklarından ziyade ölüm biçimidir kanımca.
Sözü Özel’e bırakalım mı yine?
“Rosa Luxembourg jandarma dipçiğiyle kafası parçalanarak ölmesi de dahil olmak üzere birçok şairin heves edeceği bir hareketli hayat yaşamış, eğer benim bildiğim şiir dışında bir şiir varsa, işte o şiiri göze batar bir inatçılıkla yaşamıştır.” Ne ki, yazara göre ekonomi politik bilimi alanında romantik bir söylemi de önümüze koymaktadır. Devrimi takiben sosyalist topluma geçişle beraber ekonomi politik hükmünü yitirecektir yahut başka deyişle bilim olarak rolünü tamamlamış olacaktır Luxemburg’a göre.
Oysa Özel’in anlatımıyla Mao bunu kabul etmez. Açıktır ki, sosyalist bir topluma geçmek artık problemlerle karşılaşılmayacağı anlamına gelmemektedir. Diyalektik çelişki uyarınca üretim güçleri ve ilişkileri arasında yeni çatışma ve sorunlar yine meydana gelecektir. Dolayısıyla ekonomi politik bilimi ve sosyalist düşüncenin üreteceği çözümlere ihtiyaç sürgit devam edecektir. İşin ilginç yanı Rosa profesyonel anlamda bir şair olmamakla beraber yaşam ritmiyle şiirsel olanı verirken Mao ise eser sahibi bir şair olarakta karşımıza çıkar.
“İşte bir yanda genç, hayalperest, pervasız, dünya cennetinin kapılarını zorla açmaya hazır Avrupalı’nın şiirsel yaklaşımı, bir yanda da güngörmüş, kolay aldanmayan, temkinli, yeryüzünde sahip olunacak imkânların sınırlılığından gizli bir bilinçle haberli Asyalı’nın bilgece yaklaşımı. Mao’nun görüşü derin belki ama atılımcı değil. Luxembourg’un görüşü ise safdil ama şairane bir parlaklıkta.” Demekte İsmet Özel yazısına nihayet verirken.
Bunun gibi yakın tarihimizin önde gelen siyaset adamlarından Bülent Ecevit merhumda politik yaşamda duygusal çıkışları noktasında şairliği üzerinden eleştirilir sık sık. Üstte yer verdiğim şiirde kalmalıydı politikaya atılmamalıydı türü söylemler ona yöneltilen tenkitlerde aradığı karşılığı bulabilir de.
Halbuki tam tersi bir yaklaşımla şairliğinin şiir ve eleştiri çevrelerinde aldığı tenkitlerin derecesi oldukça şeddelidir. Açıkçası, iyi bir şair olarak tanımlanmadığı durumlar da azımsanamaz hani. Şüphesiz bu değerlendirmeleri muhakkak bazda ölçü aldığım da zannedilmesin. Şair yönünün tahlil ve tenkide açık bir alan teşkil ettiğini vurguladım. Ne var ki, şiirimizde yeri nedir şeklinde sorduğumuzda; şiire başladığı dönemler edebiyatımızda 2’inci Yeni şairlerinin cirit attığı bir evre. Onlar arasında adı yok. Kim bilir, o denli başarılı görünmediği şairlik ve gazetecilikten çabuk sıyrılarak politikaya atılması asıl başarı basamaklarını hızla tırmandığı kırmızı halıyı ayaklarının altına serecektir belki de. Dolayısıyla şairliğinin, politikada her benimsenmediği durumda gönderme yapılacak, rücu edilecek bir alan olmasının da safsatadan öteye gitmeyeceği söylenebilir.
Birde enteresandır Ecevit’in kararlı, otoriter tavır aldığı bazı durumları şair bir insana yakıştıramayan eleştiriler karşımıza çıkar kimi vakit.
Bunlardan biri 1963 yılında gerçekleştirdikleri bir ihtilal girişimi sonucu idam edilen Albay Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan ile ilgilidir. Daha önce 27 Mayıs ihtilalinde rol oynayan subaylardan Talat Aydemir ve arkadaşları 22 Şubat 1962 tarihinde bir ihtilal girişiminde bulunurlar. Ve fakat yakalanıp o defa affa uğrarlar. Ne var ki, ertesi sene 21 Mayıs 1963 tarihinde tekrar girişimde bulunup yakalandıklarında ise idam edileceklerdir bu kez. Açıkçası oylamada idam yönünde rey veren isimler arasında Bülent Ecevit’de bulunmaktadır.
Bu konuyla ilgili olarak bir değerlendirme özellikle dikkatimi çekmekte.
“Bülent Ecevit... Çok ilginç bir isim, değil mi? Herkes zanneder ki, şair ruhlu, idamlara karşı, ama değil... Bülent Ecevit, idam için oy kullanıyor. Gelin görün ki, Demokrat Partili Namık Gedik’in eşi Melahat Gedik kalkıyor ve “İdam edilmesin!" diyor. Yine DP’li bakanlardan Samet Ağaoğlu’nun eşi Neriman Ağaoğlu ona keza.” Denilmekte.
Buradaki tavır inceliği, idamın aleyhine rey vermis erkek mebuslara karşın; eşleri ihtilal ya da Yassıada sürecinin acısını çekmiş iki hanımefendinin yüce gönüllülüğü yahut kadın olmanın verdiği o analık şefkatiyle de izah edilebilir kanaatimce.
Ne ki, Ecevit’in şairliğinin kriter teşkil etmesi bana tatmin edici görünmemekte. Sorun ikinci defa ihtilal girişiminde bulunmaları hasebiyle idamlarının doğal olduğu noktasında değil. Böyle bir derecelendirme de yanıltıcı olur. Şu kadar ki, idam cezasına yahutta siyasal idamlara eleştirel bakış mantık ve mânâ kazanabilir. İdam cezasının geri dönülmezliği veya siyasi idamların sonraya bıraktığı acı ve hüzün üzerinden bakılabilir konuya.
Kuşkusuz Talat Aydemir’in idamına karşı mesafe uyandıran bazı psikolojik faktörlerden de söz edilebilir.
Mesela gazeteci yazar Abdullah Muradoğlu “Her On Yılda Bir Darbe Yaptık Netekim…” başlıklı yazısında Aydemir’in o dönemde basındaki imajı bağlamında ilginç bir noktaya değinir.
“Gerçekten de Falih Rıfkı Atay bir yazısında "Aydemir’in gözlerinde, Mustafa Kemal’in pırıltılarını gördüm" diye yazmıştı. Gazeteci Cüneyt Arcayürek, Prof. Perihan Çambel’e "Ne buluyorsunuz Aydemir’de de peşinden ayrılmıyorsunuz "diye sormuştu da şu cevabı almıştı:
"Müthiş bir insandır. Her sabah erken kalkar, mutlaka tıraş olur, ayakkabıları her zaman boyalıdır, pantolonu her gün ütülü."
Kuşkusuz bu tip algılamalar 27 Mayıs ihtilali karşısında basın ve aydın katmanlarda uyanan sıcaklığın bir neticesi olarakta okunabilir.
Demek Ecevit ve diğer idam lehinde oy kullanan isimler böylesi bir hisle hareket etmemekte. İkinci bir ihtilal girişimi, bu nereye kadar soru işareti ağır basmakta kimi zihinlerde anlaşılan. Şöyle ki, üstte yer verdiğim hukuk felsefesi bağlamında yapılacak ya da yapılan münazaralar saklı kalmak hududuyla.
Yine, Zülfü Livaneli anlatır:
1996’daki ölüm oruçlarına, bazı arkadaşlarımla birlikte “arabulucu” olarak katıldım. O dönemde Necmettin Erbakan, başbakandı. Mahkûmların tek istekleri, hapishanedeki yaşam koşullarının iyileştirilmesiydi. Tecrit hücrelerinde tek başına kalmamaktı.
Ankara havaalanında kendisine ulaştık. Tutukluların masum isteklerini anlattık, “Birçok genç bu geceyi çıkaramayacak” dedik. “Peki” dedi, “Bu gece Kadir Gecesi. İsteklerini kabul ediyoruz.”
Aradan dört yıl geçti. Bu kez yine ölüm oruçlarında, arabulucu olarak hapishaneye gittik. Çünkü hükümetin verdiği sözler tutulmamıştı. Yine genç insanlar ölüm döşeğindeydi. Aynı süreç yaşanıyordu ama bu sefer Başbakan Erbakan değil Bülent Ecevit’ti.
Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ü bizzat aradım. “Ne olur” dedim, “Ölümlerin önüne geçin. Size resmen yalvarıyorum. ” Etkilendi. “Biraz bekleyin, başbakanla konuşayım” dedi.
Nefesimizi tutup bekledik. Biraz sonra müdürün odasındaki telefon çaldı. Hikmet Bey, “Maalesef Başbakan Ecevit istekleri kabul etmiyor” dedi.
Hükme bağlarken Livaneli; “"Sonuçta “dinci Erbakan” genç ölümlere yol açmamış ama “solcu-şair Ecevit” katliam emri vermiş oldu demekte.
Her şeyden önce rahmetli Erbakan’ın yanıtı pozitif bir yaklaşımı önümüze koymakta. “Bu gece Kadir Gecesi. İsteklerini kabul ediyoruz.” Sözündeki inceliği düşünmek gerek açıkçası.
Beri yandan Livaneli’nin Ecevit’i yorumlayış biçimi enteresan. “solcu şair Ecevit”. Oysa bir başbakandan söz etmekte. Burada solcu solcuyu neden objektif değerlendirmesin ki demek yanıltıcı olur bence. Vaktiyle Yalçın Küçük Thomas Hobbes’in “insan insanın kurdudur” sözüyle benzeşimle “solcu solcunun kurdudur” derdi. Parti ve teşkilat yapılarında bir bakarsınız iki sol aydın kısır çekişmeye düşer. Şüphesiz insana ait ego problemleri sağ yapılarda da kendini gösterir. Ancak ne hikmetse solda bu eğilimler daha ziyade tazyik yapar. Bir de bakarsınız bir tartışma programında birkaç eski tüfek devrimci birbirini yiyor. Nerede kaldı emekçi sınıfın ortak ve ulvi menfaatleri. Kırgınlık ve siyasi hesaplaşmalar var çünkü. Sağ kesim bu tip olumsuzlukları daha “kol kırılır yen içinde kalır” misali örtük hallederken solcu, katliam gibi birbirini boğazlamaya kalkar.
Livaneli’yi müziğiyle, kalemiyle severim, beğenirim. Çoklarından olgun bulurum. Ne var ki, üstte ki tanımlama objektif hiç değil. Erbakan’ı olumlu karşılarken dinci Erbakan demesi, öyle dersiniz değil mi vurgusu belki ama Ecevit’i yorumlarken hükûmetlere bağlı olmaksızın devlette devamlılığı göz önüne almıyor sanki. Bir önceki ayaklanmada mahkûmların isteği kabul görmüş, şimdi ikincisi, giderek mükerrerlik noktasında meleke kesbetmez mi acaba?
Görünen o ki, Ecevit şiir ve politikaya birbirinden farklı kulvarlar açmakta. Ne çare ki, beklentilere göre şairden politikacı mı olur kardeşim ya da tam tersi şair olacak birde şeklinde patika değerlendirmelere maruz kalmakta. Kuşkusuz siyasi hayatı boyunca zaman zaman sergilediği duygusal medcezirler kanalıyla buna sebebiyet verenin yine kendisi olduğu da akla uzak değil hani.
L.T.
-DEVAM EDECEK-
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.