- 534 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Başka bir zaman daha vardır
Asfalt kokusu, yolları aydınlatan turuncu ışıklı bulutlardan yağıyordu. Bir şehir gibi yaz mevsimi de tüm hikâyeleriyle geride kalmıştı. Eylül ayının tam ortasında başlayan yolculukları, sanki hiç bitmeyecek de kaç yıl yaşadıysa o kadar sürecek gibiydi. Bir saniyede söylenebilecek bir kelime dilinin ucundaydı; otuz iki yıl. Mırıldandı. Otuz iki yıllık bir yolculuğun henüz ikinci saatinde olduğunu kanıtlayan bir mırıldanmaydı bu, öyle güçsüz... Bunca zaman sonra bir şehri terk etmek, bir hayatı terk etmek gibiydi. Çocukluğunun geçtiği sokakları, aile evinin bahçesindeki limon ağacını, denize inen yokuşları düşündü. Zor olacağını biliyordu, otuz iki yıl ileri gittiği bir yolcuğu geriye doğru sarıyor gibiydi. Bu yolculukta aldığı her kilometre, kendi zamanındaki otuz iki yılın eksi kutbu gibi geliyordu ona. Bir şeyi sıfır ile çarpmaya benzer bir ritüelin içerisindeydi sanki. Yolculuk tamamlanınca sıfır noktasına erişmiş olacak, her şey silinecek ve bu hayattaki mevcudiyetini var eden tüm anılar artık olmayacaktı. Aldırış etmemeye çalıştı. Aldırış etmemeye çalıştıkça koku bulutları yoğunluğunu artırıyor, içine daha güçlü bir şekilde işliyordu. Bir şehri terk etmek, bir hayatı terk etmekti.
Korna sesiyle irkildi, arkada oturan annesiyle ile göz göze geldi. Yanında oturan karısının söylediği ile dikkatini geri kazandı;
“-Benim kullanmamı ister misin? Yorulmuşsundur.”
“Yok iyiyim, karanlıkta araba kullanmak bazen dikkat dağıtıcı olabiliyor yalnızca” diyerek, her şey yolunda tebessümünü dağıttı diğer yolculara. Arabada üç kişilerdi, Mihan, Mihan’ın karısı ve Mihan’ın annesi. İzmir’den Bursa’ya doğru olan bir yolculuğun 16 yılındaydılar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.