- 458 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BUGÜN NİYE HERİFLENMİYON!
BUGÜN NİYE HERİFLENMİYON?
“Dün avradıma güvendim”
-Yiğitlik gücüyün yettiği herkesi dövmek, ona eziyet etmek demek değildir. Yiğitliğin şanında güçsüze yardım vardır. Korumak ve sahiplenmek vardır. Bazen güç ve cesaretin durduğu durumlar vardır. Bunu iyi düşünmek gerekir.
-Türkiye’nin her köyünde olduğu gibi Karacaören’de de yaşamış öyle nüktedan kişiler var ki saymakla bitiremezsiniz. Zaten bu bizim mayamızda vardır. Şu yaşıma kadar bunların çoğunun yaşamına şahit olmuşumdur.
-İbili Emmi’nin öz geçmişiyle başlayıp üç dört kadar öykü tefrikasını yazdığım da kısmet olur okursanız onun Nasrettin Hoca’dan kalır bir yanı olmadığını göreceksiniz.
-Asıl adı İbrahim olmasına rağmen lakapçı köylüleri ona kısaca İbili adıyla hitap eder olmuşlardır.
Babası İbişoğullardan Ali Osman’dır. Katıldığı Osmanlı-Rus harbinde en son köylülerince Bakü’de görülmüş, ondan sonra da kendisinden bir daha haber alınamamıştır.
-Genç yaşta dul kalan Emine oğlu İbrahime hem analık, hem babalık yaparak kol kanat germiş, akrabalarının desteğiyle onu büyütmüştür.
İbili askerden geldikten sonra babadan kalma tarlalarına çocuğu olamayan amcası Hacı Nuru’nun ölmesiyle payına düşen tarlalarının da ilave edilmesiyle bunları ekip-biçmek suretiyle geçimini temin eder olmuştur.
Efendi, kendi halinde, konu komşusuyla döğüşü, çekişi olmayan az konuşup çok dinleyen bir yapıya sahipti. Hayatta tek sıkıntı çektiği sinüzit hastalığından dolayı burun deliklerinin yeterli nefes alıp vermemesinden genizden konuşması idi. Bir de içimine hiç ara vermediği sigara onun bu rahatsızlığının tetikleyicisi idi.
Konuşmakta zorlansa da ne dediği zor anlaşılsa da lafını sözünü dinletir, dinlenir, yerine göre lafını cuk oturturdu.
Anasını bir baba gibi bildiğinden onu daim sever, sayar, bir dediğini iki etmez, onun sözünden “el ne derse desin” çıkmazdı.
Havaların ısınmasıyla köylüler elde tırpan yavaş yavaş sıcaklar çökmeden serinlikte tarlalarını biçmeye gidiyorlardı. İbilinin tarlası da yol kenarında olduğu için haliyle yolun dar olmasından dolayı bu gidiş gelişlerde köylülerce ekinleri çiğneniyordu.
İbili çalışmayı pek sevmesede anasının ısrarlarıyla sabahtan evden çıkıyor yol kenarındaki ekinleri ağırdan ağırdan tırpanla biçiyordu. İşlerin aksak gittiğini fark eden anası gelinine “hadi kızım Sariye; sende kocanla tarlaya gitde hem ona can şenliği ol yalnızlık çekmesin, hem de işleneni yığın yap emi kızım…” diye tenbihledi.
Mustafa Çavuş’un Halil fakir bir babanın dört oğlundan birisiydi. İri kıyım, babayiğit mi babayiğit bir yapıya sahipti. “yiğit soya çeker” derler ya o da öyle biriydi. Her fakir köylü genç gibi bazen kerpiç kesme, ırgat durma, bağ belleme, amelelik gibi işlerde çalışarak geçimini temin ediyordu. “Öyle boş atıp boş laf ebeliği yapanlardan” değildi. Fakirdi ama her şeyin fakiri olunmaz ya, fakirse de gönüllerin zenginiydi ya sen ona bak.
O yıl köy muhtarı onu ve bir arkadaşını belirli bir ücret karşılığı parası ‘köy boccasın’dan karşılanmak üzere ‘kır bekçisi’ yapmıştı.
Tarlaları altlarına verilen atlarla bazen ayrı ayrı bazen de beraber arkadaşıyla geziyorlar, yayılmak için giren hayvanları tespit edip önlerine kattıkları gibi sahibine ceza yazması için muhtarın kapısına getiriyorlardı.
O gün Halil yalnız olarak kır bekçiliği yapıyordu. Ulu Yol denen mevkide bir karı koca ve ekinlerin içinde otlayan bir eşek gözüne ilişince atına bir kamçı vurarak hızla o tarafa doğru yöneldi.
İbili sanki çok çalışmış gibi arada bir sigara molası veriyor dinlenirken hanımı da onun biçtiği sapları toplayarak yığın yapıyor, bazen de ekinlerin içinde yayılan boz eşeklerini getirip tarlanın işlenen kısmına bırakıyordu.
Bu birkaç sefer tekrar edince hanımı Sarriye; “İbraam şu eşeğin zikkesini getirseydin şuraya çakar hayvan da elin ekinine yayılmaya gitmezdi…”
-İbilinin sigara molası bittikten sonra karı koca tekrar çalışmaya başladıklarında başıboş eşek tekrar komşu ekine girmiş karnını doyuruyordu. Aradan bir müddet geçtikten sonra kır bekçisi Halil eşeğin yuları bir elinde diğerinde de atın yularını tutarak çalışanların yanına gelince önce selam verip “kolay gelsin” komşular dediğinde sesin geldiği yöne başlarını çeviren bizimkiler önce suçluluklarından dolayı utansalar da selamı alıp ‘sağol’ demeyi ihmal etmediler. İbili ile Halil iyi bir arkadaş idiler. Bu yüzden İbili eşeğin ekinde yayılmasını (otlamasını) pek nazarı itibara almamış olsa da bunun tersi Halil ne de olsa parayla tutulmuş bir kır bekçisiydi, onun için önce görev gelirdi. Biraz düşünen Halil “Ula İbili; eşeğin elin ekininde yayılmasın, sonra bana laf-söz gelir, onu ya bir yere bağla, ya da hanımın yularından tutsun, sen ekinini tırpanla” dedi.
-Eşeğini bağlayacak zikke veya bir ağaç olmadığına göre demek akşama kadar hanımı Sariye onun yularını elinde tutacaktı öylemi. Bunları düşününce içinden Halil’e çok kızdı. Demek bunca yıllık severek kaçırdığı hanımı eşeği ayakta tutacak o da tırpan sallayacaktı. Bunları düşündükçe kan beynine fırladı. “Ula dürzü Halil; git işine, patladın mı, şurda akşama ne kaldı ki” derken eli tütün tabakasına gitti. İbili durdukça içerliyor, içerledikçe de Halil’in üstüne üstüne gidiyor, önce hakaretlere varan sözleri sonradan küfüre dönüşmüştü bile.
Halil görmüş-geçirmiş birisiydi. Hanımının yanında erkeğine el kaldırmak, onu bir vuruşta yere sermek o erkeğin “bir ömür boyu hanımının yanında küçük düşmesi” demekti. Bunları bilen Halil ‘estağfurullah-tövbe’ getirip duyduğu küfürleri içine atarak ‘hiçbir şey olmamış gibi hızla oradan uzaklaştı.
Ertesi günü İbili hanımı Sariye siz tarlaya ekin biçmeye geldi. Bir iki tırpan sallamıştı ki aniden omzuna değen birkaç deynek darbesiyle kendisini yüzükoyun yerde buldu.
Halil o gece sabaha kadar öfkeden bir dirhem uyku uyumamış, sinirinden yastığı yumruklamıştı.
“Sabah ola hayır ola, ula dürzü ben seni bir yerde yalnız düşürüp bu ettikleriyin ahını senden almam mı” diye diri sabahı diri etmiş, aradığı fırsat da hemen ertesi günü eline geçmişti.
“Neydi lan dünkü havan, haydi o gün yanında hanımın vardı ses etmedim, gel bakalım bugün neye güveneceksin…”
“Bugün niye heriflenmiyon…”
Pabucun pahalıya patlayacağını anlayan İbili işi alttan alma yoluna giderek “Ula gardaşlık otur hele şuraya” cebinden tabakayı ortaya atarken “işte ben de ona güvenip sana kafa tuttum ya” sigaradan bir nefes çektikten sonra “ama ben işi biraz ileri götürdüm herhal, kusura kalma…”
Olanlara ikisi birden kahkahalarla görüştüler.
Çünkü “arkadaşın kılıcı arkadaşı kesmez, onun vurduğu yerden gül bitermiş” derler atalarımız….
ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR
Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmıyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.