- 502 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
-HANGİ ECEVİT?-(1)
Ünlü şair ve yazarlarımızdan merhum Attila İlhan’ın “Anılar ve Acılar” serisi bir devrin meşhurlarındandır. Farklı ideoloji ve kavramları kendi penceresinden anlatırken attığı başlıklar hep hangi sorusuna dayanmaktadır. Her kavram ve olgunun muhtelif insanların, sanat ve düşünce adamlarının prizmasından geçerken farklı düzlemlerde kırılıma uğrayacağı kuşkusuzdur. Bu ise bir dünya görüşü ya da siyasi, tarihi şahsiyetin ele alınmasındaki perspektifi öne çıkaracaktır.
Bunun gibi yakın tarihimizin hiçte siyah beyaz düzlemde ele alınamayacak popüler kişiliklerinden biri de şimdi artık aramızda olmayan Bülent Ecevit olmalıdır. Merhum siyaset adamımızın yaşamının farklı evreleri, kişiliği, düşünce dünyası, politik yaklaşımları hususunda oldukça farklı değerlendirmeler bizleri karşılamaktadır.
Bu noktada alt başlıklardan biri hatta belki de başta geleni içinden çıkıp geldiği sosyo kültürel yapı ve o yapılanma ile kurduğu zihinsel, entelektüel bağ çerçevesinde ele alınmalıdır kanımca. Bu konu Atatürk, Atatürkçülük/Kemalizm, Din/Laiklik, Osmanlı/Cumhuriyet, vs. muhtelif kavramların ünlü siyaset adamımız tarafından nasıl karşılandığının değerlendirilmesini ayrıca gerekli kılmaktadır.
Her şeyden önce devletçi seçkinci elitist bir toplumsal tabakanın mensubudur Ecevit. Ne ki, tam tersine eleştirel bir mesafesi de vardır bu yapılanma ile. Resmi tarih, resmi ideoloji tez ve görüşlerinin dışına çıkan bir kişiliktir açıkçası.
Sözgelimi siyasi yaşamdaki ilk dönemlerine ait “Atatürk ve Devrimcilik” adlı eseri dikkate değer argümanlara sahiptir. Bu çalışmasında Ecevit “Devrimci Tutuculaşması” kavramı üzerinden ülkemizdeki merkezî hal aldığını düşündüğü problemi ortaya koyacaktır. Atatürk’ün her türlü dogmatizme karşı olduğu vurgusu taşıyan söz ve söylemlerinden yola çıkarak giderek tatbikatın bu yönde gelişmediği nokta-i nazarından konulara yaklaşmaktadır. Açıkçası statükoculuk bağlamında eleştirisini geliştirmektedir. Devrimci atılımlar gibi başlangıçta coşkulu siyasal hareketlerin zamanla içe kapanması, tutuculaşması üzerinden gitmektedir bir başka anlatımla.
Ecevit ilgili çalışmasında Atatürk devrimlerini genel yapısı itibariyle üst yapı devrimleri olarak almaktadır. Ağırlıklı olarak kültürel zeminde bir yenileşme, modernleşme arayışı ve çabaları söz konusudur. Bu üstyapısallığı artık devrini doldurmuş, işlevselliğini yitirmiş geleneksel yapılanmaya karşın zihniyetten başlayarak halka halka dışa açılan bir modernizasyon hareketi olarak ele alabiliriz. Ne var ki, devamında radikal bir sorgulama karşımıza çıkmakta; dönemi için büyük bir değer taşımakla beraber o devrimleri önemli ölçüde halkı sömürülmekten kurtarıcı bulmamaktadır.
İlk anda harplerden çıkmış bir ülkenin imkânsızlıkları, Osmanlı’da ekonomik ve ticari faaliyetlerin gayrı müslimler tarafından yürütülmesi, Türklerin ise rençber, asker, memur üçgenine sıkışmak suretiyle ticari birikim ve tecrübeden yoksunluğu, yine 20’inci asrın ilk yarısında dünya genelinde kapitalist iktisadi sistemin çöküntülü bir evreden geçmesi gibi konjonktürel ve yapısal ögeler hatırlandığında Ecevit’in sorgulama ve eleştirileri havada kalabilir yahut iyi niyetin ötesine geçmeyebilir de. Ne çare ki, Kemalist modernleşmeci aydın kesimden gelen bir siyasi kişilik karşımızdadır. Dolayısıyla islami gelenekçi çevrelerin cumhuriyet dönemine karşı eleştirileri karşısında olduğu gibi gericilikle, yobazlıkla savuşturulması da pek mümkün görünmemektedir.
Ancak başla bir ideolojik/politik yapılanmanın kendisini ilerici olarak konumlandıran yapıların eleştirileri bizleri beklemektedir. Sözgelimi Yıldırım Koç’un “CHP’nin Kemalizm’den Kopuşunda Ecevit’in Sorumluluğu” başlıklı yazısında dikkate değer önermeler bulabiliriz de.
Burada yazar “Kemalizm’in başarılarına “üstyapı devrimleri” diye yaklaşıldığında, CHP’de Kemalizm dışında arayışlar gündeme geldi. Kemalizm dışında arayışlar ise CHP’yi, Ecevit’in “demokratik sol” ara aşamasından sonra, Kemalizm’in zıttı olan sosyal demokrasiye götürdü.” Demektedir. Yazısından anladığım kadarıyla değerli yazar gönlünü 60’ların cuntacı eğilimde Milli Demokratik Devrimci anlayış biçiminden kurtaramıyor.
Tamam Kemalizm geçen asrın belli bir bölümünde karşımıza çıkan 3’üncü dünyacı anlayış misali bir ulusal kurtuluş/bağımsızlık okulunu önümüze koyduğu gibi batı emperyalizmi karşısında gerileyen ülkelerde gelişmeci, atılımcı bir dinamizm ve bilincin yeşertilmesini öngörmektedir. Kendi hesabıma küçümsediğimi hiç söyleyemem.
Ancak kalem sahibinin negatife aldığı Kemalizmin zıddı olarak tanımladığı sosyal demokrasi ferdi tasavvur ve çabaların dışında nerededir? Örneğin ülkemizde sosyal demokrat bir siyasi parti, ulusalcı özellikler de gösteren böylesi bir parti hangisidir? Bireylerin ve grupların sahip olduğu bir düşünce tarzı olarak ancak karşımızdadır demek acaba mübalağa mıdır? Solda aradığı etkinliğe bir türlü kavuşamayan sosyal demokrat ve sol liberaller dönem dönem anakronik bir duruşla merkez sağ partilerde siyaset yapmak durumunda dahi kalmaktadır.
Sayın Koç’un “Ecevit’in Kemalizme İndirdiği Darbe” başlıklı bir başka yazısında “CHP’nin Kemalizm’den kopuşunda ikinci kırılma noktası, İsmet İnönü’nün “ortanın solu” politikası ve ardından Bülent Ecevit’in “Atatürk devrimleri”ne yönelik eleştirileridir.” Şeklindeki değerlendirmesi de dikkat çekmektedir. Yazar ülkemizde 70’li yıllarda gelişen sosyal demokrasi derneklerinden adeta yakınmakta, Kemalizmin ise neredeyse heba olup gittiği hususuna işaret etmektedir.
Kuşkusuz sosyal demokrasiyi temellendirmek isteyen demokratik sol arayışların uygulamada ne kadar tutup tutmadığı sorgulanırsa 70’ler bazında tutmadığı söylenebilir. CHP içerisinde de kemikleşmiş yapılanma, statüko Ecevit’e ayak bağı olur kanımca.
“Toprak işleyenin su kullananın” söylemi meşhur bir hadis-i şerifle “toprağın sahibi ona emeğini katan, onu işleyendir” sözünü de anımsatabilir. Yine “kimi ülkelerde kırsal yerleşim yerlerini kalkındırma yöntemi olarak benimsenen, nüfusun kentlere akışını önlemeyi amaçlayan bir yerleşim örneği ya da önerisi.” Olarak tanımlanan “Köykent” projesi akla gelebilir.
Peki Türkiye koşullarında, neydi Köykent? Ne amaçlanıyordu? "Köykentle birbirine yakın köyler arasında işbirliği kurulacak, 4-5 köye okul götürmek yerine köykentlere okullar yapılacak. Sağlık ekipleri kurulacak. Tek bir köyün halkı fabrika kuramaz. Ama birbirine komşu 10 köyün halkı, devletin de yardımıyla fabrika kuracak. Bu şekilde inşallah çok yakında Türkiye’nin köyleri kentleşecek." Demektedir bir defasında Ecevit.
Ancak Türkiye gerçekleri içerisinde bir romantizmin ötesine geçemez. Kuşkusuz parti yapılanmasında da negatif duygular bekler Ecevit’i.
Mehmet Barlas anlatır. CHP hükûmetlerinde Dışişleri bakanlığı yapmış bulunan Turan Güneş "Hiç lodos-poyraz diye bir rüzgâr olur mu" diyecektir sözgelimi. Buradaki espri birbirine ters rüzgârların bir arada esemeyeceği gerçeği şüphesiz.
Buradan hareketle; Bir türbülans dır alırdı memleketi, bi biri eserdi rüzgârın bi diğeri, eski ahşap evi hatırla berhane gibi, o viran evi anımsa maziden hatıra mı demeliyiz yoksa, bir devrin Ecevit hükûmetleri hakkında?
Hiç kuşkusuz rahmetli bakanın eleştirisinde gerçek payı yok değil. Hatta gazeteci yazar Emre Aköz’de “Köykent Gerçekleşebilir mi?” başlıklı yazısında “Bunun adı; kentlerden, sanayi bölgelerinden ve piyasaya çalışan çiftçilerden toplanan verginin, popülist politikalarla kırsala aktarılmasıdır. Suyu kuma dökmeye benzer. Velhasıl Ecevit’in köykent projesi, kentli aydının romantik halkçılığından ibaretti.” Demektedir.
Peki, suyu kuma dökmek sonuç verir mi? Tersi, Dubai’de inşa edilen oteller zincirinde kullanılmakta çünkü. Basra körfezini kumla doldurarak meydana getirilen adalar hani. Burada tatbik edilen yöntem denize kesintisiz kum atımının sürdürülmesi. Kum adacıklarının sürekli beslenmesi, dur durak bilmemek gerekiyor açıkçası. Dolayısıyla, Dubai’de ki bu otel zincirinin doğanın gücü karşısında ayakta durabilmesi oldukça maliyet arz etmektedir. Hatta olası bir deprem ve okyanus tsunamileri karşısında helak olup gidebilir de.
Bu açıdan aldığımızda bir grup köyün kendi kendini besleyen bir havuza sahip kılınması gerçekçi midir? İsrail’de uygulanan Kibbutz sistemi akla gelebilir de; bu sistemin Yahudi toplumunun ancak biyoritm ve genetik duruşla izah edilebilecek bir cemaatçilikle açıklanması da akla gelebilir. Açıktır ki, yeryüzünde bir karınca ya da arı eko sistemi misali bir toplumsallığı tatbik eden ender ülkeler vardır kanaatimce. İsrail, Japonya, vs. birkaç ülkeden ancak söz edilebilir zannımca.
Sözün özü, Ecevit’in döneminde Kemalizm, sosyal demokrasi, demokratik sol kavramları üzerine sorgulama ve açılım yapmak yönünde sergilediği çabalar gerçekçi yönleri olmakla beraber aynı ölçüde güçlükleri de bünyesinde taşımaktadır. Hani derim ki, tatbikat ekseninde ne ölçüde başarılı olunduğu hususu aynı biçimde iyimser kılmamaktadır bendenizi. Şu kadar ki, yarım yüzyıl öncesine ait geleceğe ışık tutan gayret ve çalışmalar olduğu hususu ise inkârı kabil midir acaba?
L.T.
-DEVAM EDECEK-
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.