İletişimde Sevgi Toplumu
Çıkarsız…
Yalansız…
Riyasız…
Kısacası kişileri olduğu gibi görüp seven, güven duygusu aramayan bir dostluk, sevgi ve aşk nasıl olabilir, kişiler bir tiyatro perdesinden yansıyan ışıkla başkasını oynamaktan bıkıp kendini kolayca nasıl sergileyebilir ki? Hayatın bir oyun olmadığını, rastgelelik bulunmadığını ve nihayetinde bir mucize hayalinin gerçek dışı olduğunu nasıl anlayabilir ki…
Bir işi yapmak için eskiz çalışması ve iyi bir plan yapılmalıdır. Ancak insan ilişkilerinde plana, oyuna, hileye gerek var mıdır? Cevap kesindir, yoktur. Biz insanlarla savaşmıyoruz, yalnızca mutlu olmak için paylaşıyoruz. Toprak belki yalnızlığa dayanabilir, çöl toprağında hiçbir şeyi üretilmeyebilir ama insan yalnız yaşayamaz, tatlı kavgalar, eleştiriler, yapıcı tartışmalar hep ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Düşünen insan olgusu içinde, kendine benzer düşünceli insanlarla paylaşmaya açtır.
Peki, niçin savaşlar, hasetlikler, çekememezlikler, düşmanlıklar ekilmektedir içimize. Neden senin olsun diyemediğimiz madde düşkünlüğümüz vardır. Neden önyargılıyızdır da başkasının bizi tanımasına izin vermeyiz, kişiliğimizin. Eğer ne yaptığımızı biliyorsak ve her yerde haykırabiliyorsak, gizli işlerimiz yoksa elbette buna izin verebiliriz ama içini dinlesen dışıyla başka, dışını dinlesen içiyle başka bir insan olduğumuzdan buna izin de vermeyiz. Birisinin bizi aşağılamasına izin vermeyecek bir sigortadır yaptığımız bu hareket yalnızca!
Aklımızı çok seviyor ve ona güveniyoruz. O akıl var ya herkesten üstündür bize göre. O ne derse davranışımız da o oluyor. Akıl yanılmaz mı hiç, cevap hem de her zaman! Fakat bunu niçin kabul etmeyiz ki? Cevap basittir, “Ben-Ego”dur. Onu tetikleyen nedir, cevap “Nefis”tir. Nefsin akıl vereni kimdir. Cevap “Şeytan”dır. Akılda, Egoda, nefiste ve şeytanda ne elde tutulur ne görülür ne de ona karşı bir önlem alınabilir şeydir. Ruhun hissettiği ama maddenin ne gördüğü, ne dokunduğu ne de yolunu bilip gittiği bir mekânı vardır. Sanki bir perdenin arkasından bizi görüp yönetmek istemektedir ve çoğunluğumuzu da yönetmektedir.
Eğer kalbinde dünya varsa ve o kalp dünya ile sürekli meşgulse insanı bu görülmeyen cisimler kendine köle etmeye devam edeceklerdir. Kalp sadece maddesel değildir ki, içine kan gelip, sonra onu vücuda pompalayan mekanizma olsun, yaşama hevesini, aşkı ve sevgiyi de pompalar ve ruhunda kalbidir o. Kalp, insanın bu dünya ile öbür dünya arasında ki kapısıdır. Eğer kalp bu dünya ile doluysa, öbür dünyayı görecek kapıyı insan kapatmış demektir. Eğer kapının önündeki yığınları boşaltabilirsek, dünyadan kurtulup yokluğu keşfedebilirsek işte o zaman o cisimlerin köleliğinden kurtulabilir ve onları kalp gözümüzle kolayca görebiliriz. İşte o zaman, insanlar arasında çıkarsız, riyasız, yalansız bir ilişkimiz tesis edilmiş olacaktır. Yokluğu kabul eden bir insan, karşısındaki insanı sadece Allah yarattığı için sever. Allah’ın nurunu görür, mevcut ferasetinden karşısındakinin içini dışını saf olarak süzer ve her hareketinden emin olur.
Elbette eğitimlerimiz ve yaşam alışkanlıklarımız hep engeldir bu tür yaşam düzeyine. Belki de çoğumuza çok saçma bile gelmektedir anlattıklarım. En azından öldüğümüzde yokluğun ne olduğunu ve dünyayı geride bıraktığımızda anlayacağız. Önemli olan ölmeden o yokluğu keşfedebilmek de ve yaşarken cennet provasını insanlar arasında pratik etmek de...
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.