- 667 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
..................................
Anlatılana göre Marko Paşa, Sultan Abdülaziz zamanında yaşamış ünlü bir Rum hekimmiş. Aynı zamanda devletin bürokratik kademelerinde de bulunmuş. Marko Paşa halk arasında çok kısa sürede ünlü olmuş çünkü kimseyi başından savmaz, herkesin derdini uzun uzadıya dinlermiş. Ama gel gör ki halk çözemeyeceği dertleri de kendisine getirir olmuş. Hatta gün gelmiş hastalık dışındaki sıkıntıları da paşaya taşımaya başlamışlar.
Marko Paşa’nın gönlü kapısına geleni başından göndermeye hiç razı olmazmış. Karşısındakine derdini çözemeyeceğini de söyleyemezmiş. Derdi dinler dinler, hastanın konuşması bitince, “Anladım anladım, ama ne?” diye sorarmış. Hasta da şaşırırmış tabii. Başlarmış baştan anlatmaya. Yine anlatır, anlatır, lafın sonu gelince aynı tepkiyle karşılaşırmış: “Anladım anladım, ama ne?”
Üçüncü anlatmadan sonra paşa yine aynı tepkiyi verince karşısındaki çaresiz kalır, en sonunda pes eder, evine geri dönermiş. Kısa zamanda Marko Paşa hekimliğiyle değil de hiçbir şeye çözüm bulmamasıyla anılır olmuş. İnsanlar o günden beri çözülemeyecek bir işle karşılaştıkları durumlarda “Derdini Marko Paşa’ya anlat” diyerek konuyu kapatmaya başlamışlar.
İşte böyle, alt yanı çıkmaz sokak olan, bir itin öteki ite, onun da kuyruğuna buyurduğu, içinden çıkılmaz durumlar için kullanılır bu deyim.
YORUMLAR
İki satır karalayabildiğim için hadsizlik etmek istemem aslında. Çünkü şiir adına konuşabilmek başka hasletleri de barındırmalı. Fakat madem kendimizce söyleşiyoruz, güfteleşmek diyeceğim ben de. Uyak ve redif bir şiir ölçeği. Bunlar aranırken anlamın kaybolması pek olacak iş değil. Çünkü şiir seslerin birbirini yakalaması gibi bir söyleyiş biçimi olamaz. Evet uyaklı söyleyiş kulağa hoş gelir. Fakat anlamsız sesler ayrışması ise, o halde de göze batar.
Ay akşamdan doğarken
Komşu börek yaparken
Çık balkona da göreyim yüzünü
Sizin evin ordan geçerken
Evet sesler epeyce bir uyumlu. Fakat komşunun börek tepsisinin orada ne işi vardı değil mi?
Ay akşamdan doğarken
Gün kızarıp biterken
Nasıl da kanar içim
Sevdiğimi söylerken
Burada ise sanki uyum ve anlam fena sayılmaz. Yani birbirinden bağımsız sesler kümesi de değildir şiir, aklımıza her geleni söyleyişimiz de. Kendince anlamları olmalı ve okunduğunda, düz yazıdan ayrılmalıdır. Güzel bir tartışma konusuydu. Akıl yordurdu, düşündürdü. Benim gibi sıradan bir yazanı bile konuşturdu üstelik. Teşekkürler...
YUSUF ASIM
Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümâyân,
Güller gibi… sonsuz, iri güller
Güller ki kamıştan daha nâlân;
Gün doğdu yazık arkalarında!
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrârını ömrün eder i’lân.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Âlemlerimizden sefer eyler?
Ahmet Haşim
“Şiir, sözle musiki arasında, sözden ziyade musikiye yakındır.” diyerek kendisini eleştirenlere cevap vermiştir.
sizin verdiğiniz örnek şiir değil ki anlamına bakalım. Uyak redif ve ahenk saf şiirin tek özelliği değil, diğerleri nerede?
Düşüncenizi paylaştığınız için teşekkürler ama şiir ile manzume farkı burada ortaya çıkıyor.
yaş nane, kuru nane
kül oldum yane yane
kül olması bahane
haydi ordan divane... Görünüşü şiir, anlamı var, uyakları fena değil ama şiir değil.
saygılarımla.