- 760 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DÜNDEN BU GÜNE, SIRLAR YOLCUSU.
Allah’ın rahmeti üstüne olsun merhum Yaşar Nuri ÖZTÜRK. Bizlere bırakmış olduğun değerli eserlerin için teşekkür ediyorum.
2,ciltlik hallacı MANSÜR adlı kitaplarını okudum ve İslam, dininin bize yanlış tanıtıldığını şimdi daha iyi anlamış bulunuyorum.
Hallaç hakkında çok az bilgim vardı şimdi gerçeği öğrendim, minnettarım.
Toplumun çoğunluğu gibi En el hak, dediği için katledildiği kanısında idim,oysa yoksulların ve mazlumların hakkını saunan bir Allah dostu ve insana değer veren büyük şair süfi bilge ve doğruluktan yana olan yüce bir insan olduğunu öğrendim. KUR AN I KERİMİ, PEYGAMBERİN, söylediği gibi analiz eden âlimlerden olan cesur davranışıyla adını dünya tarihine altın harflerle yazdıran Allah yolundan ayrılmayan bir yüce ruh!
Kendini Allah’a eş koşmuş olarak tanıtılan bu aziz insanı, çok yanlış tanımışız! En el hak (ben hakkım) diyerek Allah’a sirk koştuğu öne sürülmüştür, oysa insanlar fakir ve cahil olsa da ALLAH ( Katında değerlidir,)halkıma ve bana zulmederseniz Allah ı da incitirsiniz, diyordu. O zamanın yönetici ve din adamları genelde zengin ve köklü ailelerden geliyordu; para kimde ise o haklıdır anlayışı o zamanda hâkimdi, tıpkı şimdiki gibi! Hallaç ise yoksul ve soylu olmayan halk çocuğuydu, iyi bir eğitim alma şansı yakalamıştı, Karma tiler denilen sosyal bir toplumdan gelmişti.
Halkı, mallarını paylaşarak yaşıyordu zengin değillerdi ama aç olan kimsede yoktu, onlar başarmıştı; diğer ezilen ve sömürülen halklara ışık tutmak istemişti, o zamanın imkânları el verdiğince, derviş bir gezgin olarak gittiği her şehirde yoksul halklara yakın oluyor.
Durmaksızın konuşuyordu, ihtiyacı olanlara yardım ediyordu, o bir şifa dağıtıcıydı; bütün insanlığa kendi gelenek ve göreneklerini, inançlarını anlatıyordu. O güne keder bu düşünce ve davranışlarla karşılaşmamış halk, mucizeler yarattığını yayarak yönetimdekilerin dikkatini hallaca yönelttiler, iktidarı kaybetme korkusuna düşen Abbasiler, hallacı tehlikeli kişi olarak ilan etti, bir takım iftiralar yayarak halkın gözünde küçültüp onu idam ettiler, hem de en vahşi ve acımasız bir şekilde! Halka emrettiler, taşlattılar ve lanet okuttular. Hallacı tanıyan bir dostu da vardı aralarında emre uymak için gül attı(tıpkı pir sultan a yapılanlar gibi) o anda ah diye feryat etti, oysa taşlara hiç ses çıkarmamıştı; cellât sordu taşlara ses çıkarmadın gül mü acıttı seni! Cevap verdi, “onlar beni bilmiyorlar” dostum biliyordu ondan canım çok yandı! Asırlar sonra pir sultan abdala atılan gül ona da atılmış,çok ilginç değil mi! Tarih tekerrürden ibaretti!.
Dar ağacını öpüyordu bu benim yükselişim diyerek.!
Şimdi anladım ki En el hak dediği için değil, o asırda halkın emeğini sömürenlerin tekerine çomak soktuğu için öldürüldü. Tarih, kendini Allah’a eş tutanlarla doludur, mesele padişahlar, kıralar, firavunlar, yoksul olan insanlara, benim kulum derlerdi, oysa bütün din kitapları söz eder insan sadece Allah’ın kuludur, peki o yönetimi elinde tutanlar Allah’a şirk koşmuyor muydu, bunun izahı nedir, o güne kadar hiç kimsenin aklına gelmedi mi, onları neden idam eden olmadı. Gerçekler ortada kim aksini ispatlaya bilir ki.
Dünya tarihi bunlarla doludur, şairler sofiler, bilim adamları, yazarlar, halka önderlik edenler; yönetimdeki kodamanlara laf etmenin bedelini canlarıyla ödedi. Düşünüyorum da o saltanat düşkünü, aç gözlülerin tarihte yeri ne kadar önem kazanmış ki, çoğunu kimse tanımaz, tanınanlarsa lanetle anılır. Oysa ALLAH ve adalet yolunda, öldürülen insanların isimleri asla silinemez.
Hep merak etmişimdir, çocukluğumdan bu yana ilgimi çekmiştir, geçmişte bu insanlar ne yapmıştı, gerçekten gizli güçlere sahiplerimiydi, kerametleri neydi, halk dilinde çok şey anlatılır, ancak çoğunun efsane olduğunu ortada. Gerçek NEDİR!
Okuduğum yeni çağ kitaplarında, açıkça ifade ediliyor, yedi duyumuz olduğunu ve beş duyunun herkeste var olduğunu ancak 6. ve 7. duyumuzu özel eğitimlerden sonra ulaşıldığı dan dan bahsediliyor. Bunca yazılanlar ve yaşananlar yalan olamaz, mutlak doğruluk yanı olmalı, aksi halde peygamberleri nasıl izah ede biliriz! Bir sırdan bahsedilir, ulaşılması imkânsız sır! Bunun adına sırrın sırrı diyorlar, her şey açıklanabilir ancak o açıklanamaz! Elbette bir gün açıklanacaktır ancak benim ömrüm yeter mi bilemem):
Okuduklarım ve deneyimlerimden yola çıkarak bazı doğrular kafamda canlanıyor, ancak kesin olmamakla beraber olasılığı yüksek bilgilere ulaştığımı düşünüyorum.
Bilim ve yeniçağda her kesimden yazarlar, insan beyni ve işleyişi hakkında bilgilere sahipler artık, yaşadıklarımız kendi seçimimiz diyorlar. Öyle ise hallaç kendi seçmişti o hazin sonu, onun konumunda bir bilgin elbette biliyordu şahitler önünde öldürülecekti ve dünya durdukça yaptıkları ve insanlığa vermek istediği mesajlar kaybolmayacaktı!
O asrın halkını köle olmaktan kurtaramayacaktı ama gelecek nesiller feyiz alacaktı ve de aynen oldu. Ölümünden sonra dünyaya gelen şairler onu izledi. Allah yolunda ilerleyen âlimler, kendilerine, hallacın ruhu yeniden beden buldu o benim diyorlardı, olasılık var mı kimse kesin bilmiyor, ancak bazı insanlar aynı düşünce ve fikirlere sahip ola bilir. Ben kendim deneyimlerime dayanarak söyleye bilirim, her okuduğuma doğru diyemem, ancak içimden gelen sesin bu doğrudur demesi gerekir, kesin doğru demek bile mümkün değildir insan yanılmaya müsaittir.
Sadece değişmeyen bir gerçek vardı insan nefsini terbiye edemiyordu. İnsan medeniyetler kurmayı örgendi iktidarı ve saltanatı keşfetti, ayakta kalabilmesi için kendilerine ucuz işçiler ve köleler edindiler, üretilen nimetler tek elde toplandı ve yönetimde olanların merhametine kaldı, insanlar zaman ilerledikçe doyumsuz bir nefis geliştirdi, mallarını ellerinde tuta bilmek için, daha da zalimleştiler. Halk içinden yetişen bazı, zeki bilim ve ilim adamları halkın acı çektiğini ve ALLAHIN hesap sorabileceğini ileri sürdüler, korka bileceklerini umdular, ancak yönetimi elinde tutanların işine gelmedi; sahte bir Allah inancına sahip oldukları için, korkuyor gibi davranıp, fakirlere sadaka dağıtarak günahlarından arınıyorlardı güya.
Öte yandan halkın hiç yemediği yiyecekleri tıka basa yiyorlardı, en güzel giysileriyle halkın karşısına çıkıp, heybetle halka tepeden bakarak siz bizim kullarımsınız, Allah böyle emrediyor, diyorlardı, tabi bunu kendileri söylemiyordu yandaş din adamları vardı onlarda soylu ve zengin ailelerden geliyorlardı, halka öğrettikleri, ibadetten daha çok yönetime ve kendilerine itaat etmek nasihatinden oluşuyordu.. Ebu zer el gaffar, öncelikle karşı çıktı, onu sürgün ettiler, sonra hallaç geldi ve Nesimi, adını hatırlamadığım onlarca halk dostu, aynı kaderi paylaştı, öldürüldüler.
Sorun şu ki insan henüz tam olarak gelişimini tamamlayamadı, zeki insan azınlıkta, gerçeklik adil olmaktır, kendi nefsimizi kayırmalıyız bu doğal bir haktır ancak bütün insanların nefislerine ve kişiliklerine saygı duyulmalı, yönetimdekiler ve yüksek mevkilerde görev yapanlar kendilerini halktan üstün görmeyi bırakmalı. Kabul ediyorum her insan zeki değil, herkes eşit olanakları sahip değil, eşit haklara sahip olma hakları var. Herkes kendi becerisi ve imkânları ışığında refah içinde yaşamak hakkına sahip olmalı.
Hiçbir canlı diğerinden üstün olamaz bu dünya da ver ise mutlak bir görevi verdir, saygıyı hak ediyor.
Yönetimi ve din işlerini elinde tutanlar yeterince adil olsalardı, halkı köle olarak kullanmayıp kendileriyle eşit tutsalardı, ne o âlimler tekrar dünyaya gelme ihtiyacı duyardı nede zeki, ilim ve bilim adamları katledilirdi.
Geçmişte yaşamış şairler, din âlimleri, gizemli bir dil kullanarak halkı kendilerine hayran bırakmışlar; ya, şimdi ne oldu bilgiler ortaya dökülüyor görüyorum ki hiçte imkânsız bir sır yok. Her şey insanın gözü önünde olup bitiyor ancak o kadar algılarımız kör ki farkına varamıyoruz. Beyinlerimizi bir sis tabakası kaplamış biz gerçeği ararken o hep gözümüzün önündedir. HER ŞEY İNSANDA MEVCUT. Ne ararsan kendinde ara deyimini kaç kişi doğru anladı ki!
Mirza karim norbekov, bir hikâye anlatıyordu, akıl hocasına sormuş, siz bu dünyada varsınız madem neden bizi sahtekârlar yönetiyor, siz ne güne duruyorsunuz! Cevabı bizim siyasete karışmamız yasak! Peki, kim yasakladı, yeni çağ sofi hocalarını! Allah mı söyledi! Hiç sanmıyorum, geçmişte yaşananlardan ders almış olmalılar, öldürülüyorlardı çünkü, geleceğe ışık tutan kalmayacak baktılar ki, en iyisi kabuklarına çekilip olanlara seyirci kalmak diye düşünmüş olmalılar.
Haksızda sayılmazlar; ancak,’ yatakta ölen yiğit mundardır diyordu’ hallaç onca emekten sorma sessiz sedasız ölmeyi göze almamıştı 70 küsur yaşlarına gelmişti kendini öldürmelerini seve, seve kabul etmişti, o bir yerlerde ölseydi şimdiye kadar unutulmuştu!
Ölümsüz ruhlar hakkında, Günümüzde yazılmış birçok yazı okudum, ruhun yeniden beden bulduğuna dair; inanmak istiyorum ama bazı şüphelerim var. Tarihte, aynı konuları savunan din ve bilim alimlerinin yeniden dünyaya gelmiş olanlar olduğu bahsediliyor,oysa bana sorulursa aklın yolu birdir; beyinlerin aynı doğruyu keşfetmesi olamaz mı, veya kendilerinden önce yaşayan bilginlerin fikirlerini doğru bulmuş olmalılar.!
Hallaç darağacına giderken, şöyle bağırıyordu!
Öldürün beni öldürün!! Yeniden geleceğim! Belki geldi veya gelmedi kesin bilemeyiz, lakin onun insanlığa tuttuğu ışık asla sönmüyor, ilelebet gelişerek çoğalıyor, bu ölümsüzlük değilse nedir!
Onu öldüren cellâdın ve emri verenlerin, asla adı anılmayacaktı ama o ölümsüz olacaktı!
Ve bu hep böyle olmuştur, onun gibi halka mal olmuş bütün isimler asla ölmedi.
Onun içindir ki gelişmiş ülke kanunları, idamı yasaklıyor, çünkü hiç hak etmeyen bozguncular da ilahlaşa biliyor!
Yeter KARAER.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.