BAHARDA DENİZ HAVASI
Güzel bir bahar sabahının bütün cilvelerini gözlemlemek, tazeliğini içime çekmek için bu pazar erkenden uyanmayı göze aldım. Mavi kot, beyaz tişört ve spor ayakakbılarımla gayet dinamik görünsemde hala ‘’uyusam mı biraz daha acaba?’’ diye aklımdan geçiriyordum. Tabi bu sportif olmak meselesi sadece öyle giyinmekle olacak bir şey değil. Ruhum uyuşuk bi kere her şeyden önce. Bunca yıllık taşlaşmış tortuların yükünü taşımak asla kolay olmuyor. Henüz otuzlu yaşlarında olan bir insanın kendisini yaşlı bir teyze gibi hissetmesini hangi bahar detoksu yenecek bilmiyorum. Deniyorum! Hayatı, insanları, baharı yeniden sevmeyi deniyorum.
Düşünceli ve yorgun beynimi alıp kapı dışarı çıkarmakla iyi bir şey mi yapıyorum bilmiyorum ama artık anahtarın klik sesi ile kapıyı dışarıdan kilitlemiş oldum. Tam merdivenlerden inecekken burnuma gelen nefis taze ekmek kokusunun ardından aynı sıcaklıktaki dost sesi geldi kulağıma Serhat abinin.
- Hayrola Deniz, Pazar Pazar nereye böyle?
- Abi, biraz temiz hava alıp sahil kenarında kahvaltı yaparım diye düşündüm.
- Bak, ben zaten kahvaltıyı hazırladım. Gel beraber yapalım, sonra sahile iner kahve içersin. Zaten yengende dünden annesine gitti. Tek başıma hiç canım istemiyordu. Hem bana da yarenlik ederek bir iyilik yapmış olursun.
- Olur abi, nazik davetin için teşekkür ederim.
Bir kuş sütü eksik olan kahvaltı masasına göz gezdirirken ben, Serhat abi çayları koyup gelmişti bile. Herşey nefisti. Bir erkek için oldukça hem de fazlası ile düzenli ve başarılı bir masa hazırlamıştı Serhat abi ve bunu sadece kendisi için yapmıştı. Ben olsam asla böyle uğraşmazdım tek başıma. Ayaküstü atıştırır geçerdim.
- Serhat abi, valla yengem çok şanslı. Sen kahvaltıyı böyle hazırlıyorsan gerisini hayal edemiyorum artık. Mükemmel görünüyor masa.
- Deniz, ben de sadece kahvaltı masası hazırlayacak kadar beceri var. Ondan sonrasını hanım hallediyor.
- Hahahha .. İlahi abi bunca yılda öğlen yemeğine geçemedin mi hala?
- Yok, menemen, makarna olursa yaparım da hepsi o kadar. Ha! Bak bir de salata konusunda iddialıyım.
- Onu şu masadaki yeşillik ve domates tabağından anladım zaten abi. Sahil kenarında kimseye böyle kahvaltı çıkarmıyorlar. Tekrar teşekkür ederim abi ya.
- Rica ederim, ne demek Deniz’ciğim. Sen yengen varken de gel bak böyle arada. O çok daha güzel şeyler hazırlıyor. Gerçi ben ona iki gündür biraz kırgınım ama neyse.
- Hayırdır abi? Özel değilse, ne oldu ki?
- Ya Deniz haftada bir bilemedin en fazla iki akşam halı saha maçımız var arkadaşlarla. Yengen bana bir sebepten kızdı ve bu hafta maça gitmemi yasakladı. Bu adalet mi Allah aşkına ya, sen söyle?
- Haha ! Ne? Ceza mı verdi? Yok daha neler.
- Evet, aynen öyle bana çocukmuşum gibi ceza verdi.
- Abi sende bildiğin kılıbık çıktın ha.
- Deniz!
- Ya, tamam bir şey demedik. Ama abi o nedir öyle ya ceza falan. Hem ne yaptın ki sen, yengemiz bu kadar kızdı sana?
- Hım…! Onu boşver de sonuç olarak kızdı, kırıldı ise küsebilir mesela değil mi?
- Neyi boşver abi? Yok yok o boşver dediğin şey ne ise bence ciddi bir şey ki yengem böyle bir yaptırım uygulamış.
- Ben markette o kadınla gülüşerek sohbet etmiyordum. Kadın bana deterjanların yerini sordu. Ben de insanlık namına…
- Ha! Kadın güzel miydi abi?
- Bilmem, hiç dikkat etmedim.
- Demek ki bayağı alımlı imiş. Bu cevaplar klasiktir, hiç şaşmaz.
- Deniz!
- Ne var abi ya? Hanımının gözüne soka soka flörtleşirsen böyle bir karşılık alırsın sonuç olarak. Ben yengeme bir şey demem korkma da bence bu da sana ders olsun.
- Aman, bende kimden medet umuyorum. Azılı feminist Deniz’den merhamet gelecekmiş. Peh!
- Abi, sen yengemle konuşayım diye mi beni kahvaltıya çağırdın yoksa? Bak, öyle bir şey varsa…
- Yok, daha neler ya. Deniz senin için fesat abicim. Ben yalnız şey etmiyim diye… Seni de görünce işte davet ettim. Ne var bunda? Fesatsın, fesat
- Hıhı...! Peki, madem, öyle diyorsan. Abi bu sucuklu yumurta efsane olmuş ama şimdi ağzımız hep sarımsak falan kokacak ya.
- Nane var orada, at ağzına bak koku falan kalıyor mu? Bende çıkacağım ki zaten kahvaltı sonrasında. Hem de bir iş görüşmesine gideceğim Pazar Pazar
- A! Ne işi abi tatil günü?
- Ya, sorma be Deniz. Geçen gün bir iş bağlamak için bir işyerine gittim. Orada anlaşma olsa idi bugün bu yeni görüşmeyi yapmayacaktım. Ancak diğer mesele olmayınca, yeni bir bağlantı bulmam gerekiyordu. Bu adamlarda bir süredir birlikte çalışmayı teklif ediyorlardı. Anlaşabilirsek zarara geçmeden bu yılı geçiririz umarım.
- Ben senin işlerinden bir şey anlamıyorum da yine de hayırlısı ne ise o olsun abi. Öbür işin olmamasına üzüldüm ama. Neden öyle oldu ki?
- Deniz, ben gayet keyifli gittim bunların işyerine, böyle mis gibi sohbet, kahveler de geldi. Ama bi huylandım tabi adamlardan. Hem sohbet ediyordum hem de duvarlardaki objeleri inceliyordum. Gayet güzel otantik bir dekoru vardı ortamın. Bir duvarda Osmanlı tuğrası, tesbih, kuran bir arada asılı duruyordu. Dayanamadım, ‘’ Tesbih, tuğra falan hepsi çok güzel de keşke bir de Atatürk’ün resmini assaydınız bu objelerin yanına’’ dedim. Böyle bir anda ortam buz gibi oldu. Ortam da kısa bir an çıt çıkmadı. En sonunda bir tanesi ‘’biz Atatürk’ü sevmiyoruz’’ dedi. Sonra bir sürü başka şey de söylediler ama şimdi sen bu konu da çok hassassın diye anlatmıyorum.
- Sen ne yaptın abi?
- Ne yapacağım ki? Adamlarla usulünce konuşup ‘’şartlarınız bize göre değil’’ dedikten sonra iş yerini acilinden terk ettim.
- Abi! Ben şu an çok sinir oldum ama.
- Neden?
- Ya sen ne diye Atamızı savunmuyorsun ki böyle adamları konuşturuyorsun. Yani ağızlarının payını vermeden oradan nasıl çıkıp gidersin ki? Ben seni anlamıyorum. Hem zaten Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in her türlü nimetinden faydalanıp hem de hala düşmanlık besleyenlerin bu ülkede ne bok işi var anlamıyorum. Siktirip gitsinler yavşaklar ya!
- Bi sakin Deniz, hemen celallenme öyle. Tamam, haklısın da ben oradaki iki adamla tartışınca bunca çoğalmış Atatürk düşmanlığına bir çözüm getirebilecek miyim? Hayır. Ben sadece yoz kafalı iki adamla kavga edip sinirlerimi bozmuş olacağım. Hem ben oraya bir şirketi temsilen iş görüşmesine gitmiştim. Yani kendi adıma orada bulunsam, yine hadi neyse.
- Valla ben onu bunu bilmem abi de senin sinirlerinde çelik gibi sağlammış o zaman. Ben sabredemezdim ve direkt küfürle açılışı yapardım.
- Görende seni külhanbeyi sanacak Deniz. Bi kaşık gücünle döv bari adamları bir de.
- Yok, küfür var fiziksel şiddet yok. O kadar da değil.
- Hahaha! Ya, ilahi Deniz. Yani iki tane kalıplı adamı aslında dövebilirsin de şiddete karşısın diye bunu yapmıyorsun öyle mi?
- Hıhı! Evet, ne olmuş?
- Bırak Allah aşkına çocuk. Bende kiminle ne konuşuyorum.
- Tamam, dövemezdim ama en azından ilkelerim için savaşmış olurdum. Oldu mu?
- Oldu, peki de asıl sorunu gözünden kaçırıyorsun Deniz. Bunca süre içinde ne oldu, nasıl oldu da Atatürk düşmanlığı bu kadar çoğaldı? Bence sorunun temeline inilip hatalar gözden geçirilmeli.
- Haklısın abi, elbette öyle… Ancak hala orada susmanı hazmediyorum. Neyse konuya gelecek olursak kendi fikirlerimi seninle paylaşayım.
- Evet, dinliyorum…
- Aslında sebepler öylece ortada duruyor. Bizim Cumhuriyetimiz millet, ulus bilinci üzerine kurulmuş bir cumhuriyettir. Hiçbir zümre tek başına özgürlüklerden nemalanmasın diye vatandaşlık, din ya da etnik bir kimliğe bürünmemiştir. Bizler ne ümmetiz ne de İslam’ın neferi. Bu ülke topraklarında yaşayan her dinden, her ırktan, her görüşten insan özgürce nefes alsın diye Atamız öyle güzel şekil vermiş ki Cumhuriyete aynı bayrağı sevip korumak yetiyor millet olmaya. Etrafımızda olup bitenleri göremeyen, bakış açısı zayıf olan insanlar dincilik ya da kürtçülük oltasına gelip birer birer avlanıyorlar. Tabi ki bile isteye vatan haini olanları ayrı tutuyorum. Onların sevdikleri, dini, toprağı sadece paradır.
Şöyle bir Suriye ya da öncesinde Irak gelse gözlerinin önüne, ödleri kopar aslında Cumhuriyet’e düşman olmaya. Emperyal oyunlarla koca koca liderler devrilip ülkeler parçalandı. Bunlar nasıl oldu? İşte böyle insanlara ulus bilincini yerleştirmedikleri için tüm yaşadıkları. Ya ümmet oldular ya da etnik şeyler. Bir olmayı bilmeli millet dediğin. Biz mesela kırk senedir terör belası ile kana boğulduk. Ama hala dimdik ayaktayız ve Türkiye Cumhuriyeti olarak anılmaya devam ediyoruz. Bunu bizler için düşünmüş olan ATATÜRK’e asırlarca şükran duysak borcumuzu ödeyemeyiz. Aslında Cumhuriyetten önce kurulan tüm Türk devletleri de ne ümmet üzre ne de etnik bir baskınlık üzre kurulmamıştır. Selçuklu, Emevi, Osmanlı da dahil hepsinin içeriğinde ‘’millet’’ bilinci vardır. İşte bu yüzden bizler defalarca kez küllerimizden yeniden doğmuş bir milletiz. Ve bunu Atatürk ve diğer tüm tarih büyüklerimize borçluyuz.
Yemen’e ve sonra diğer parçalanmış yerlere baktığımızda etnik ve mezhep kelimelerinin nasıl zehirli bir karışıma dönüştürülüp katliamlar düzeyinde insan kıyımlarına neden olduğunu görebilsek keşke. Bir değil binlerce kez teşekkür edecekler o zaman Atatürk’e. Müslüman ülkelerde yıllardır yaşanan parçalanmalarda etnitislerin, din avcılarının, mezhep aktörlerinin, cemaat ulemalarının nasıl ezip geçtiğini emparyalizmin kucağına düşürülen milyonlarca insanın kanını nasıl içtiklerini neden göremiyorlar?
Bir laf dolanıyor bazıların ağzında. Neymiş efendim ‘’biz Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı değiliz, Atatürk’ün Türkler için kurduğu düzene karşıyız.’’ Mış. Abi, bu nasıl bir karşıcılıktır ben anlamıyorum. Kardeşim, o Cumhuriyet zaten hepimiz güvende olalım diye kuruldu. ‘’Türk Milleti’’ denilince ulus olarak içinde barındırdığı tüm etnik kökenleri kapsamıyor olsa Türk dışında kalan tüm etnikleri azınlık ilan ederdi Atatürk. Demezler mi adama koskoca kanlı savaşlardan sağ çıkıp, onca devrimi yapıp, küllerinden yeniden doğurduğu Cumhuriyeti kurabilen bir adam neden Türk dışında kalan tüm ırkları öteki kılmasın, kılamasın? Onun böyle bir derdi hiç olmadı ki zaten. Böyle bir derdi varmış gibi gösterenlerin huzur içinde yaşamamızı istemeyen güç odakları olduğunu göremeyecek kadar kör nasıl oluyorsunuz? Al sana Amerika. Tüm Müslüman ülkelere etnik zehrini salan bu devletin kendisi zaten bir mülteci toplamasıdır. Aslı sahipleri olan kızılderilileri soykırımdan geçirip yetmiş iki buçuk etnik asalak kendilerine bir bayrak uydurup ulus bile olmuştur. Şimdi bu ülkede herkes kendi etnik davulunu mu çalıyor? Yoksa hepsine birden Amerikan vatandaşı mı deniyor? Demek ki ulus olmak bir devletin devamı için gereken ilk şarttır.
Bunun dışında din düşmanı, diktatör diye dillere pelesenk ettirilmeye çalışılan Atatürk onun öldüğü ilk zamanlarda hiç kabul görmeyen yaflatalar olmasına rağmen ölümünden yıllar sonra bugünler de daha çok konuşulur oldu. O zaman biraz aklı olan insan düşünmeli ve sorgulamalı ki neden ölümünden hemen sonra Hitler, Mussolini gibi ona da lanetler yağdırmadı milleti? Mademki bir din düşmanı idi neden onunla aynı dönemde yaşayan insanlar onun için böyle söylemedi? Atatürk gibi önce milletim diyen bir lidere bunca haksızlık neden bugün yapılıyor? Eğer istese idi millet için devlet yerine kendisine tepsi içinde sunulmuş hilafet kaftanını giyer kendisi için millet var ederdi yeniden. Oysa o milleti özgür olsun istedi, milleti din zinciri ile köle edilmesin ki kendi dinini özgürce yaşayabilsin istedi. Din pazarından geçinen hain sürüsünün pazarını yerle bir ettiği için elbette ki düşmanları olmuştu. O kolayı seçip bu kadar halkı avucunun içine alıp masum duyguları ile rant elde eden çapulcu sürüsünü yanına alabilirdi. O ise halkının her konuda özgür olması için yeni ve zorlu bir savaşa girişti. Cehaletle sonuna dek mücadele ederek, köy köy, kasaba kasaba özgürlüğün aydınlığını götürdü. O aydınlığı avuçlarında taşıdıkça tüm köstebekler yuvalarına çekilip birer birer gözden kayboldular. Ancak Atatürk’de sonuçta bir fani idi ve yapılması gerekenlerin hepsini bitiremeden aramızdan ayrıldı. Ondan sonra yapılacak olanları bizlere görev olarak atadığı söylemleri ile mirasını kendinden sonra gelen nesillere taşıdı. İnsan sormaz mı hiç neden Atatürk ölür ölmez kurduğu Cumhuriyet’de ölmedi? Çünkü Atatürk, diktatörlük ile zorla kabul ettirdiği bir yönetim değil, halkı ile el ele omuz omuza inşa ettiği Cumhuriyeti miras bırakmıştır kendinden sonra gelenlere.
İşte abi, tüm bu sebeplerden ötürü Atatürk kendi halkına düşman gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Çünkü bizim ülkemizde kalplerdeki Mustafa Kemal’i öldürmeden bu vatanı parçalayamazsın. Atatürk’ün ulusu olarak kalmayı başardığımız sürece bizden yeni bir Libya yaratamazlar. Bunu herkesin görememesi için yaratılan puslu havaya rağmen çakalların seslerini duyabilmek her birimizin görevidir.
Devam edecek…
Deniz...
YORUMLAR
günümüzden 2000 yıl önce geçen "efsane prens juomung" diye bir kore dizisi var, cumhuriyet felsefesi elbette 2000 yıl önce yoktu ancak Atatürk'ün yapmayı başardıklarıyla aynı sayılır bir bakıma.. 81-82 bölüm.. tarihi dizi merakınız varsa izlemenizi tavsiye ederim..
yazınızı okurken deniz dalgaları ve denizkuşlarıyla, doğayla ilgili bir devam bekliyordum...
işin özü;
kırsal kesime atatürk'ü veya cumhuriyeti anlatmak çok zordur. cami veya cemevi çevresinden şekillenen kültürel ilişkilerin arasına cumhuriyet, demokrasi gibi kavramları geniş kitlelere içten benimsetmek çok zor.
dini kurallar veya nasihatlerin dışına çıkanlar ister dürüst olsun, ister bilim adamı anadolu kırsalında pek rağbet görmüyor, görmez.
sonuçta cumhuriyet temellerinden sarsıldı, yeniden bir hukuk düzeni nasıl geri gelir meçhul.. umarım insanlar ahlakı dine indirgemenin yanlışlığını görür de cumhuriyetin değerlerine sahip çıkar..
güzel olan şu ki bir sonraki nesil belki din oteriterliğinden kurtulmaya daha yakın...
bizler ara nesil olarak kaldık..
23 nisandaki bir tv programında da bir kız çocuğumuzun söyleidkleri umarım tehlikenin görülmesinde herkese yardımcı olur..
hayali: alman üniversitesinde okuyup, olursa alman vatandaşlığına geçmek..
çocuktan al haberi demişler..
okuyan sorgulayan insanların çoğalması dileğimle..
saygılar.
Sevgili Deniz Hanım.
Muhtemelen anımsarsınız. Birçok kez yorumlarımda belirtmiştim. Sizin Atatürk'e olan ilginize ve ulusalcılık bilincinize hayranım. Diye
Fakat aramızda kalsın aynı şeyi Serhat için söyleyemeyeceğim. Hayatını Atatürk’ü istismar eden kaplamalarla mücadele edip, tüm gücüyle o kesimlere karşı direnç göstermiş ve elinden geldiğince zamanını Atatürk’ün manevi şahsiyetini korumakla geçirmiş olmasına rağmen bir türlü Atatürk’ü ve Atatürk’e olan derin sevgi ve saygısını slogana çevirmeyi beceremedi.
Sanırım bu saatten sonra da bunu beceremez çünkü onun kimyasına uymaz.
Umarım bir gün bir program dahilinde siz, Sami hocam ve sevgili Filiz Hanım bir araya gelir hem kahvaltımızı yapar hem de bu konuları enine boyuna konuşuruz. Bu arada isteğe göre alakart yemeklerde de fena değilimdir hani…:)
İkinci bölümü heyecanla bekliyorum.
Saygı ve sevgilerimle.
Okuyunca İzmir ve bir kaç bölge harici yakmak istedim yine ülkeyi. Serhat Abi ve senin diyaloğa imza atarım. Aklın yolunun bir olduğu değerlendirmeler. Sadece şu senin "ya sev ya terk et" kısmına takıldım. Öyle *oktan bir pasaport ki maalesef, "hadi terk ediyorum" dediğinde edemiyor **lar...
Yok yok, evlenmeyecek bu ** sevmediği bir kadınla, hakkaniyetli bir pasaport için. Seçim yapmaya gerek dahi yok. Para kazanılır mülk alınır bir kadına pasaport için yakınlaşmaktansa. İspanya'da evler İstanbul'dan ucuz bir çok yerde...
Ata ile köklerimiz çok yakın. Karamanoğullarından Selanik'e giden ailelerin çocuklarıyız ikimiz de... Çok severim, daha çok saygı duyarım ama bu gelinen noktaya bakınca, fazla geldi diyorum bu ülke insanına...
Bir gün kafamı güzel edip Atatürk'e benzeyen adamı kiralayacağım. Ucuzmuş zaten, 140 journos da gördüm. Öyle bir trip yaşama isteğim var, bakalım...
Serhat beni defalarca evine yemeğe ve kahvaltıya davet etse de bir türlü nasip olmadı maalesef. İnşallah bir gün üçümüz o kahvaltı sofrasına birlikten otururuz.
Ben Bizim Serhat'a kadın haklarından gireceğini, halı saha maçı konusunda yengenin haklı olduğunu savunacağını, yazının bu minval üzere bir mizah olacağını tahmin ederken birden başka bir mecraya döndü.
Döndüğü mecra güzel ve önemli lakin kahvaltı masasında sadece iki kişi arasında olabilecek bir konuşma gibi durmuyor. Oldukça uzun çünkü. Ama öte taraftan senin Atatürk konusundaki hassasiyetin bu yazıyı ''O kadar kusur kadı kızında da olur.'' kategorisine sokar mı? Sokar.
Devamını bekleyeceğim. Denizli'linin dediği gibi '' Du bakaki n'ooolcek? ''
Selam ve sevgilerimle.