- 930 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DİVAN EDEBİYATINDA “MUAMMA”
YAŞAR YILTAN
Muamma, “anlaşılması güç ya da imkansız söz” anlamına gelir. Birtakım işaretler ve deliller ile çözülebilen bir edebi sıfatı, daha doğrusu “bilmece”yi ifade etmek için kullanılır. Ama özellikle “bir kişi adı” sorulur.
Muamma, bir cümlenin ya da bir manzumenin birtakım kurallar yardımı ile kimi sözcüklerinin kimi harflerini kullanmak, kimi harflerini düşürmek ya da kimi sözcüklerin eşanlamlısını kullanmak suretiyle değişik biçimlerde yapılırdı. Ve yine, bir ya da birden fazla sözcüğü gizleyecek bir biçiminde düzenlenirdi.
Muammayı daha iyi açıklamak için, önce muamma ile ilgili kısa bir öykü anlatalım: Bir vilayete yeni bir vali atanmış. Bu vali kendisine bağlı şehirleri, kasabaları, köyleri dolaşıp görmeye karar vermiş. Bunu öğrenen bir kasabanın ileri gelenleri toplanmışlar, valiye güzel bir karşılama töreni yapmaya karar vermişler. Vali gelmiş, kasabanın ileri gelenleri düşündükleri gibi güzel bir karşılama töreniyle valiyi karşılamışlar, sonra da almışlar bir yere götürmüşler; amaçları orada hep bir arada oturup valiyle tek tek tanışmakmış. Herkes kendini tanıtmak için bir fırsat beklerken, o kasabanın ileri gelenlerinden olmayan, sıradan, halktan biri, valilinin karşısına geçip bazı hareketlerde bulunmaya başlamış. Bu adamın hareketleri, valinin dikkatini çekmiş. Vali de her şeyi bir kenara bırakmış, adamı izlemeye başlamış: Adam, valinin karşısına geçer geçmez, önce hazırol vaziyetine geçip dimdik durmuş, sonra beline kadar eğilmiş, daha sonra yine eski durumuna geçip ayakta durmuş, bu sırada elini sakalına götürmüş, bir süre öyle durduktan sonra sakalını eliyle çırpmış, en sonunda da tekrar eski durumuna dönmüş. Adamın hareketleri bitince, Vali ona, “Şöyle yanıma gel İdris Efendi!”demiş. Oradakiler, hiç de önemsemedikleri bu sıradan kişinin adını, valinin bilmesine şaşırmışlar. “Sayın Valim, bu adamın adının İdris olduğunu nereden biliyorsunuz?”demişler. Vali: “Çok kolay!”demiş “Adamın hareketlerine dikkatle bakarsanız siz de bilirsiniz.”demiş. Herkes merak içindeymiş. Vali devam etmiş: “ Adam önce ‘elif’ harfi gibi dimdik durdu, sonra ‘dal’ harfi gibi eğildi, daha sonra ayağa kalkıp sakalını tuttu. Sakal (tüy), Arapçada ‘riş’ demektir ki, buradan da ‘r’yi kastetti. En sonunda da sakalını eliyle çırptı; bu da ‘riş’in sonundaki ‘şın’ harfinin üzerindeki noktaların düşeceği ve böylece ‘sin’ harfi olacağını belirtti. Ben de bu harfleri yan yana getirdim ve bir de baktım ki ‘İdris’ sözcüğü ortaya çıktı.”demiş.
Muamma, Orta Asya’da Hüseyin Baykara zamanında, XV. yüzyılda, Ali Şir Nevai’nin çevresinde çok ileri gitmiş ve bu alanda Farsça ve Türkçe çok güzel muammalar söyleyen şairler yetişmiştir. İran edebiyatında çok kullanılan “muamma”, Fars edebiyatından bize ancak XVI. yüzyılda geçmiştir. Geçtiği bu yüzyılda da muamma çok büyük gelişme göstermiştir. Özellikle Edirneli Emri Efendi (öl.1574) muammayı meslek haline getirerek, çok güzel muammalar söylemiştir. Farsça bir eser veren Fuzuli’den başka bu sanatla uğraşan Divan şairi yok gibidir: Ne Baki, ne Nef’i, ne Nedim ne de diğerleri. Sadece Nabi biraz ilgilenmiştir. Sünbül-zâde Vehbî ve Şair Fıtnat Hanım ise çokça muamma yazmışlardır. Bu yolda ürün veren şairler, yazdıkları muammaları divanlarının sonunda “muammiyat”(muammalar) genel başlığı altında toplamışlardır.
Nabi’den bir örnek
“Bende yok sabr ü sükun sende vefadan zerre
İki yoktan ne çıkar fikr edelim bir kerre”
Nâbi’nin yukarıdaki beytinin ikinci dizesindeki “iki yoktan ne çıkar?” sözüyle bu sanat yapılmıştır. Farsçada olumsuzluk ve yokluk bildiren (‘sız’ anlamına gelen.) “na” ve “bi” öneklerinin bir araya gelmesinden “Nabi” adı çıkmıştır.
Sünbül-zâde Vehbî’den bir örnek:
“Miyân-ı nev-ni hâlân-ı çemenden
O bâlâ kaddi çeksem bir kenâra”
Sünbül-zade Vehbî’nin bu alanda başarılı sayılan bu beytinde “miyân” sözcüğü ile ilgili olarak, yapılması istenen ikinci beyitte belirtiliyor. İkinci dizede “o uzun boyluyu bir kenara çeksem” derken “elif” harfi kastedilmiştir. Yani “miyân” sözcüğü içindeki ‘elif’ harfini, sözcüğün başına çektiğimizde, “miyan” sözcüğü “emin” olarak okunur. Yanıtımız “Emin”dir.
“Sefinenin başı girse limana
Ol memduhun adı çıkar meydana
Burada yapılan muamma, “gemi” anlamında olan “sefine” sözcüğü ile” liman” sözcüğü arasındadır. “Sefine” sözcüğünün başındaki ilk harf olan ‘Sın’, “liman” sözcüğünün başına getirilerek yazıldığında sözcük eski yazıda, “Süleyman” diye okunur. Yanıtımız “Süleyman” olacaktır.
Bu arada muamma ile ilgili bir sanat olan ‘ta’miye’ye de değinmek gerekir. Kör etme, kapalı biçimde anlatma anlamlarında kullanılan ta’miye, ebced” hesabıyla düşürülen bir tarihin, hesabı doldurulmak için çıkartılacak ya da eklenecek sayıları işaret etmeyle yapılır. Bir olay için düzenlenen dizenin (Beyit ya da cümle de olabilir) harflerine verilmiş sayı değerini toplamak suretiyle olayın oluş tarihini çıkarmak için yapılan tarihlerin eksiğini tamamlamak ya da fazlasını çıkarmak üzere kullanılan ima ve işaretli usüle ta’miye denir. “Ta’miyeli tarih düşürme”ye bir aralık düşman eline geçen Belgrad şehrini İvaz Mehmet Paşa,(anlaşma suretiyle içindeki askeri çıkarıp) yeniden fethedince, Koca Ragıp Paşa, taşı gediğine koyarcasına söylediği şu dizeleri örnek verebiliriz.:
“Çıkarıp leşker-i küffârı dedim târihin
Belgrâd kal’asını aldı Muhammed Paşa”
Bu beyitte, tarihi bulmak için ikinci dizedeki harflerin toplamı olan 2003 rakamından “kafirlerin ordusu” anlamındaki “leşker-i küffâr” tamlamasındaki 851 sayısını çıkarmak gerekiyor. Geriye kalan H.1152 Belgrad’ın geriye alınış tarihidir.
Böyle tarihler, bir bilmece, bir muamma gibi söylendikleri ve burada olduğu gibi “leşker-i küffâr” cinsinden bir sözün yardımıyla çözüldükleri için, bunlara ta’miyeli tarih denilirdi. Yukarıdaki beytin ta’miyesi “leşker-i küffâr” tamlaması olmuştur. Bu ta’miyeli tarihin olaya uygunluğu bakımından da, ayrı bir güzellik arz ettiğini söylemeye gerek yoktur.
Ta’miyeli tarihle yapılan muammaya bir örnek daha verelim:
Bir iki iki delik
Abdülmecid oldu melik H.1255.
Kim tarafından söylendiği belli olmayan bu bilmecenin 1255 tarihinin içindeki sayılar, eski yazımızdaki şekillerine göre işaret ediliyor. 1255’teki 1 ve 2 sayılarından sonra gelen 55 sayısı eski yazıda oo biçiminde yazıldığından delikli sayı olarak söylenmiştir. İkinci dizede ise tarihe ait olay veriliyor. Sultan Abdülmecit’in H.1255 (M.1839)’te tahta çıkışı.
---------------
KAYNAKLAR.
1. EBCED Hesabı - Muharrem MERCANLIGİL
2. Resimli TÜRK EDEBİYATI TARİHİ - Nihad Sami BANARLI
3. İslam Ansiklopedisi
4. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik LUGAT – Ferit DEVELLİOĞLU
5. BÜYÜK LAROUSSE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.