- 616 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Sen duvarlarına âşık olmuşsun
Bazen ‘beklentisiz’ metinler yazmak istiyorum arkadaşım. Ne demek beklentisiz? Yani kalemimin amacı kabul ettirmek olmasın. Anlatmak olsun. Kendi yağında kavrulduğu gibi, kendi etrafında da dönsün, bencilleşsin. Başkalara dokunabilsin ama o başkalar ona dokunamasınlar. İltifatlarıyla bile olsa yanaşamasınlar. İncitemesinler. Yönlendiremesinler. Karışamasınlar. Uzaklaşayım onlardan hem de yanlarındayken. Kalem, sadece kendiyle oyalansın, oyalansın, oyalansın.
Fakat değil ki bu saadet. İki satır sonra sıkışıyorum. Ziyan olmaktan korkuyorum. Kaçmak istiyorum ’kendilik kalesi’nden. Mana-i ismimden. Esaretimden. Benim ’ben’e koyduğum sınırlardan. Evet. Kabul ediyorum. Yaratılmış hiçbirşey salt kendisiyle varolamıyor. Kendisine katlanamıyor. Kendisiyle yetinemiyor. Yüzü başkasını arıyor. Başkasını buldukça çoğalıyor. Başkasına inandıkça kendisine de inanıyor.
Arızîdir varlığımız. Oyalanmak zaten nedir? Kendinde başlayıp kendinde bitmek. Bir fazlası, bir farklısı, biraz değişiği, ’biraz dahası’ olmamak. Kendiyle başlayıp kendinde bitene ’oyalanmış’ denir. Ve Aleyhissalatuvesselam bize der: “İki günü eşit olan ziyandadır.” Yani ne demek? Yalnız içinde olsun bir yere gitmemişsin. Bir değişik olmamışsın. ’Biraz daha’ katmamışsın kendine. Başkalaşmamışsın. Etrafında dönüp durmuşsun kendinin. Etrafında duvar yok ama esirsin. Duvarları kendinden bir esaret bu. Pervanenin ateşteki esareti gibi. Etrafını çevirmesi de şart değil. Sen duvarlara âşık olmuşsun.
Her aşk bir yönüyle esir alıcıdır. Aşk neden/nasıl esir alıcıdır? Bunu onun insanı birşeye odaklamasıyla/saplamasıyla anlatabilirim. Odaklanmak, eğer odaklandığınız ’aşamadığınız’ ve ’durgun’ ise, bir hapsolmadır. Odaklandığınız şey değişmediği, gelişmediği, ’daha fazlasını’ barındırmadığı sürece, siz o odaklanmayla esir alınmış sayılırsınız.
Sözgelimi: Yâriniz bir metruk ahşap evin duvarı. Değil kapıya yürümek, duvarı yumruklasanız, dışarıya çıkmak için yol açılacak. Ama siz duvardaki çatlaklara, girinti ve çıkıntılara, size nakış gibi gelen fena izlerine âşık olmuşsunuz. Eyvah. Yazık. Sizi o duvarın esaretinden kim kurtaracak? Bülbülü gülün esaretinden kim kurtarır? İnsan birşeye tutulunca etrafındaki duvarları kaldırmakla özgür kalabilir mi? İşte oyalanmak böylesi bir esarettir. Aşk, eğer âşık olduğunuz ’ibaret’ ise, bir esarettir. Belki Paulo Coelho da Aldatmak’ında tam bu makamda der: “Sevmek köleliği özgürlüğe dönüştürmektir.”
Allah’a âşık olmanın, dileriz bize de nasip olur, böyle mantıklı bir yanı da var. Hesabını bilen için çok kazançlı bir yandır bu.“A şaşkın çocuk. Turist bulmuş taksici gibi dolaştırıp durma lafı. Sonuca gel!” derseniz acele edeyim: “Herşey yokolup gidicidir, Ona bakan yüzü müstesna!” buyuran Furkan bize yalnızca ’sağlam yere yatırım yapmayı’ önermiyor. Ona bakmadıkça ’kendinden ibaret kalacaklar’ın maruz bırakacağı esarete de bir imâ var bu ihtarda. Yani yüz, ne kadar güzel olursa olsun, eğer ona bakmıyorsa, yokolup gidicidir.
Yokolup gitmek ne demek? Önce ’ibaret kalmak’ demek. Evet. Yıkılmaya başlamadan önce herşey bir duraklama dönemi yaşıyor. İleri gitmeyişi gerileyişinin önsözü oluyor. Durduğu zaman yıkıldığı zaman kadar can yakmaz belki. Ama oyalar. Artmayan bir varlıkla meşgul olursun. “Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenâsi edilse, ezhan enelere dönüp etrafında gezerler…” derken mürşidimin, “Dünya bir oyun ve oyalanma yeridir…” buyururken Kur’an-ı Hakîm’in sana fısıldadığı şey budur.
Dünya ile yalnız ’firâk’ değil ’lezzet’ ilişkine de dikkat et. Ne demek o? Mesela tat aldığın şeylere daha ince bak. Daha detaylı gör. Tamam. Zevkli. Fakat artmıyorsun. Arttırmıyor. Seni arttırmadığı halde zamanından çalıyor. Varlığını arttırmayan şeyden uzaklaş. Seni kendi ekseninde döndüren fakat bir yere götürmeyen çukurlardan kaçmaya bak. Çukur değil girdap onlar. Dönerken alçaltıyorlar. Aslında fenaya gidiyorlar. Giderken seni de götürüyorlar. Oyalandıkça geriliyorsun ey ahsen-i takvim. Böyle giderse, hiç farketmeden hem de, nihayetin esfel-i safilîn.
Sen insan değil misin? O halde ’kalmak’tan ziyade ’artma’yı seversin. O halde sana varlık katmayacak, seni renkten renge bulamayacak, yeni bir Ahmed, Sibel, Mustafa, Büşra, Ömer, Ayşe olarak uyandırmayacak rüyalara neden yatasın? Neden sırf kendin kalmaya razı olasın. Böyle kalacağına ’reşha’ ol.
Yani demem o ki: Bir çiğ tanesi ol. İsim olmaktan vazgeç. Harfliğe sarıl. Sadece kendine işaret etmekten arın. Şeffaflaşmaya bak. Gece görünmezsin zaten. Zayıfsın. Güneş vurunca buharlaşmayı da sen göze al. O kadar latif/vazgeçilebilir olsun varlığın. İşte ancak bu letafet içinde başka şeyler olmakla zenginleşirsin. Buhar olursun. Hava olursun. Düş olursun. Artık o havaya biner kimbilir kaç çiçekte, bedende, yerde bir ’şey’ olursun. Demek, arkadaşım, daha çok varolmanın yolu biriktirmekte değil. İşaret etmekte. Sahip olmakta değil. Şahit olmakta.
“Yiyiniz, içiniz, lakin israf etmeyiniz!” derken Kur’an seni yürümekten caydırmıyor. ’Yolu tutmaya (beraberinde götürmeye) çalışmaktan’ men ediyor. Çünkü manzarayla çok oyalanmak varmak değildir. Yolda kalmaktır. İsraf işte bu yüzüyle oyalanmaktır. Yolda kalmaktır. Biliyorsun: Ceptelefonuyla her anını görüntülemek seni daha ’kalıcı’ kılmıyor. Tutamıyorsun. Saklayamıyorsun. Dönüp bakamıyorsun. Bari yolda oyalanma. Menziline kadar daha çok adımın var.
Derviş Yunus’un dediği gibi olmaktan kork. Kervanının göçüp gitmesinden ve dağlar başında yalnız kalmaktan ürk. Bitirirken en başa yeniden dönmeliyim: Kendisiyle oyalanmayan, kendisinde boğulmayan, yalnız kendisine işaret etmeyen yazmak eylemi mutludur. Mutlu eder. Bu yazı da mutludur. Çünkü güzel şeylere işaret ettiğine inanıyor. Hiçbir şey salt kendisiyle varolamıyor. Salt kendisiyle tatmin olamıyor. Ötesine ihtiyaç duyuyor. Kayyum, Kadim ve Samed olansa yalnız Allah’tır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.