- 818 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SUSKU...
‘’Kendimin ikiziyim ben.
Birinci yüzümden başka bir de ikinci yüzüm var, belki de bir üçüncüsü daha.’’
(Nietsche)
‘’Hem bana öyle geliyor ki; en kaba söz, en kaba mektup bile susmaktan daha iyi bir yüreklice, daha bir dürüstçedir.
Susanlar, hemen her zaman, içten gelen incelikten, nezaketten yoksundurlar, bir itirazdır.
Susku, yutmak zorunlu olarak kötü kılar kişiyi.’’
(Alıntı)
Sözcük transferlerinin bir tür kontra-transfer yaptığı çağırışıma yenik düşüyorum.
El yordamı yaşamak gibi doğaüstü güçlerimden haz etmeye yeni yeni başladığım.
Feri sönmüş olmalı hayallerin üstelik garipsenecek mahiyette yeşil çalan gözlerimde ben kara benekler görürken.
Farklı olmasını tahayyül edip gerçekten farklı bir seyre sebebiyet veren onca açılım aslında birbirine çalım atan deyişlerden sızan bir irin gibi dünün yarınla mukayesesinde, mısır patlağı gibi soru bombardımanı.
Tek tabanca yaşadığım günlerden bir kesit altı üstü bir de tekerrür eden tarihi elimine edip diskalifiye olduğum kaygan zemin.
Yaşamaya dair bir tüyo verirken Tanrı, benlik kadar karmaşa yüklü seyrüseferinde düşüncelerin gazabına uğrayıp üst geçitten geçmeyi reddediyorum.
Zamanın mukozası.
Gülümsemeyi tehir eden Tanrı aslında kendine gülen insanlar bir de birbirine methiyeler dizip akabinde genel bir eleştiri yapmak adına paytak adımlarla kuytuları mesken tutmayı bile gerek görmeden ulu orta topa tutanlar…
-Ne içerdiniz?
-Sütlü kahve.
Aradan geçen koca bir on dakika ve garson ikinci bardak çayını içerken art arda yaktığı üç sigara ile…
-Daha çok bekler miyim?
Sessizlik.
Zehir nereye yol bulmuşsa. Göğün homurdandığı havayı bahane edip mekânı terk ettiğiniz aslında içinizdeki barakada sığıntı üç beş kelam ve işte yolum yine kelimeler duvarına tosladı.
Bağnaz hükümler sizi mağlubiyetle şereflendirirken bir de günün özetinin üstünden geçtiğiniz beş-on dakika gibi kısıtlı bir sürede aklınıza düşen bombalar.
-Cenazeniz nereden kalkıyor?
-Sizin eve çok yakın.
Sorup soracağınıza pişman oluyorsunuz ve gideceğiniz hangi cami yine bilinmezin esaretinde kabir azabı yaşayan bizzat taziyelerini sunacak vatandaşın vicdan azabı.
Zemherilerde kanım donarken bir de şirret rüzgâra laf çarparken ve büyük harflerle konuşmayı tercih etmeseniz de küçük ve kibar bir ses tonunda bu kez yine başınıza gelen:
-Kibarlıktan nasıl da kırılıyorsunuz.
Ses tonunda bile kinaye var aslında rötuşladığınız filan da değil sadece rencide edildiğiniz ayan beyan iken itirafta bulunduğunuz:
-Öğretilerin en başında gelen…
Ve karşı taraf anlamamakta ısrarcı burun kıvırırken.
Soytarı bir sitem; içten içe kabaran bir tsunami oysaki ne depremden bahsetti haberler ne de havada bir is kokusu var. Sarı benizli güneş çatlatırken kara bulutları siz çatlamamak adına gerisin geri kaçıp girdiğiniz kuyunun da kapağını kapatıyorsunuz üstüne üstük.
Bir temenni.
Bir tembih aslında olup bitene dair gelişen kaygıların sonlanmadığı.
Yeni bir ben olma kaygısı mı yoksa dirilen sistemin çatlayan mukozası mı?
Handikap yüklenip aslında duyguların çatırdattığı bir kabuk hatta bir ön görü hatta ve hatta mukayese etmekten imtina edip doğallığınızın iz düşümü.
Sindirilemeyen bir metafor belki de derken eklenen ön yargılar ve pekişen bir cesaret.
Kayıtsızlığın dibine vuranlardan kaçmak adına kayıtsız kalmaya yemin ettiğiniz ve veremediğiniz her tepki neticesinde ayrı kalmaya dayanamadığınız o alışkanlığınıza yeniden döndüğünüz.
Gülümseyen bir kış güneşi ve sefil rüzgâr üşütürken için için.
Derlediğiniz bir ön söz de değil sadece vuku bulan bir temenni hani arkanızdan dualarını eksik etmeyen annenizin gözlerinde defalarca kaybolup yüzeye çıkmanın verdiği rehavet ile iklimlerden çaldığınız cesaret.
Dip boyası gelmiş madem tüm yalancı renklerin.
Çatılması gereken kaşlarınızı yukarı kaldırıp aydınlanıyorsa yüzünüz eskimeyen bir mersiye çınlatırken kulaklarını akşam güneşinin ve siz, ne idüğü belirsiz bir sekantta terbiye olmuş sirk hayvanlarından bile bir şeyler öğrenen insan ırkının tozutan nefsine karşı duramazken…
Bir martavalın ardından kılınan cenaze namazı ve ürkünç tesellilerde saklı ayan beyan renklerin ışıdığı ve ısıttığı ruhunuzun da tabelasında yazarken şu sözcükler…
‘’Biraz çokça meraklıyım ben, sorunlarla doluyum, kendimi beğenmişim:
Üstünkörü bir yanıt, bir kalabalıktır. Aslına bakarsanız, üstünkörü bir yasaktan başka bir şey değildir bizlere. Düşünmeyeceksiniz.’’
(Alıntı)
Kalabalığın koyu renk tahlilinde beyazı ön gören bir fısıltıdan alıp da başınızı içinizdeki mevsimi dillendirirken tembel mizacın da yufka yüreğinde serkeş bir tını ve aymazlık saklı iken…
Teyakkuzda o korkunç uyarıları fıtratın, aslında gizemi ifşa ederken… Kaçamıyor insan kendinden ve her yakalandığı yeni yüzünde yeni denklemler eşleşip de bir karede asılmışlığın tüm farkındalığı ile varlığınızın aslında bir tehdit olmadığını haykırırken sessizce ve mıntıka dâhilinde sizsiz bir dünyanın da sıkıcı olacağı temennisini saklı tutarken içinizde ve türkuaz gözlerinde maneviyatın yol yordam bilmeseniz de açık ara farkla kendinizle yüzleştiğiniz her dakika için minnet doluysa yüreğiniz.
YORUMLAR
Seninle konuşmak istiyorum. Fakat önce buraya, benim yanıma gel! Bu boş yer, benimkini sağlamlaştıracak olan sahibini bekliyor. Helena (Faust)
En doğal hakkı değil mi insanın...sevgiye dair bir coşku sanırım adına hayata bağlılık, diyorlar.
Bir de özgürlüğün ispatı...
Aralıksız konuşup, yazmak ve çözülen bağları dizlerimin, her güzelliği dizelere yansıtmak ve satırlara boğmak evreni...
En büyük tepki madem ki susmak demek ki hala bir şans daha var mutluluk neredeyse arayıp da illa ki sığamazken kabıma bazen de yenik düşüp hayal kırıklığına...
Sevgimle.