- 521 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Deizm ateizmin önsözüdür
Takip ettiğim Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali’nde Ra’d sûresinin 30. ayetine şöyle bir kısa mana veriliyor: "İşte, Biz, kendilerinden evvel nice ümmetler gelip geçmiş bir ümmet içinde seni de öylece gönderdik ki, sana vahyettiğimiz Kur’an’ı onlara okuyasın. Halbuki onlar ’Rahman da kim?’ diye Allah’ı inkâr edip duruyorlar. De ki: O benim Rabbimdir. Ondan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Ben de Ona tevekkül ettim. Dönüş yalnız Onadır."
Açıklama kısmında ise şöyle bir notu var bu ayetin: "Resulullah aleyhissalatuvesselamın Allah’a ’Rahman’ ismiyle dua ettiğini işiten Kureyş müşriklerinin ’Muhammed iki mabuda dua ediyor. Biz Allah’ı biliyoruz. Rahman da kim?’ demeleri üzerine bu ayetin nazil olduğu rivayet edilmiştir."
Ben bu ayeti ne zaman okusam aklıma Sertap Erener gelir. Daha doğrusu bir şarkısıyla birlikte gelir: "Vur Yüreğim." Şarkının asıl ismi her ne kadar bu olsa da, biz daha çok nakaratında bardak-çanak kıracak bir sesle tekrarlanan, "Tanrı unutmuş olsa da…" ifadesiyle tanırız onu. 1999 yılında çıkan Sertap Gibi albümünde yeralmaktadır. (Belki bu yazıyı okuyan herkes benim kadar yaşlı değildir diye bu bilgiyi de paylaşmak istedim.) Klibi de ilginçtir bu şarkının. Dünyanın dörtbir yanında acı çeken insanların görüntüleri eşliğinde kulağınıza ulaşır dizeleri. Ağlayan çocuklar vardır. Kaçışan kadınlar vardır. Kan vardır. Zulüm vardır. Gözyaşı vardır. Hepsinin üstüne bir de Sertap Hanım bilmem kaç oktav bağırır: "Tanrı unutmuş olsa da…"
Bazen "Yeni neler soruyorlar/sorguluyorlar?" diye meraklanıp ateist siteleri karıştırdığım oluyor. Başlıklar kimi zaman değişse de, birşeyin aynı tonda devam ettiğini, aynı sabit ritimle fonda çalmayı sürdürdüğünü görüyorum. Birkaç örnek verebilirim: "Allah varsa acılar neden var?" veya "Allah varsa çocuk istismarı nasıl oluyor?" veya "Allah varsa savaşlar neden var?" veya "Allah varsa tecavüzlere neden izin veriyor?" vs… Kanaatimce bütün bu soruların ardında Kur’an’da haber verilen o sırrın tekrarı var. Bir dipses gibi, şarkının altına gömülmüş bir melodi gibi, yineleniyor. Yani aslında hepsi aynı şeyi soruyor: "Biz Allah’ı biliyoruz ama Rahman da kim?"
Sonsuzluk Teorisi filminde Jeremy Irons ile Dev Patel arasında geçen bir diyalog vardı. İzleyenler hatırlayacaktır. Güneşli havada şemsiyeyle dışarıya çıkan Hardy’e Srinivasa ’neden böyle yaptığını’ soruyordu. Cevabı şöyle birşeydi sanırım: "Yağmur yağmasın diye. Ben şemsiye taşırsam yağmur yağmaz. Çünkü ateistim." Srinivasa ise tezatı üzerinden karşı çıkıyordu ona: "Efendim, siz tanrıya inanıyorsunuz, ama sizi sevmediğini düşünüyorsunuz."
Evet. Nefret inkârın kardeşidir. Doğru. Ama nefret değildir bu işin başlangıcı. Nefretin hemen öncesinde ’sevilmediğini hissetmek’ vardır. Blind/Kör filminin en akılda kalan cümlelerinden birisi şöyledir: "Sevginin zıttı nefret değildir, ilgisizlik, kayıtsızlıktır." Biz de sevgi arzuladıklarımızın bize karşı sevgisizliklerine en çok buradan kanaat getiririz: İlgilenmiyorsa sevgisizdir. Kayıtsız kalıyorsa sevgisizdir. Görmemiş gibi yapıyorsa sevgisizdir.
Bu nedenle ’unutulduğumuz’ düşüncesi de bizi kötülükle aynı hızda nefrete doğru götürür. Evlatların ebeveynlerinin ilgisizliklerine verdikleri tepkilerde bunun izlerini görebilirsiniz. Hatta, biraz daha farklı bir tonda olsa da, evliliklerde de aynı durum vardır. Unutulan önemli günler aynı şeyi söyler: Sevmiyor. Farkedilmeyen değişiklikler aynı şeyi söyler: Sevmiyor. Sorulmayan hatırlar aynı şeyi söyler: Sevmiyor.
Buradan aslında şuraya gelmek istiyorum ben: Deizm bazıları tarafından ateizmin karşıtıymış veya çözümüymüş gibi lanse ediliyor. Düşmanımız değilmiş de maneviyatımızın son kalesiymiş, kurtarıcısıymış, Hızırıymış gibi övülüyor. Neredeyse müslümanlardan deizme yardımcı olması bekleniyor. Ben bunu kabullenemiyorum. Bunu aptallığın en dibi gibi görüyorum. Zira deizm düşüncesi en nihayetinde yukarıdaki gibi bir ’ilgisizlik’ düşüncesine dayanıyor.
Evet. Deizm bize "Bir tanrı var!" diyor. Fakat arkasından söylediği şey Ra’d sûresinde müşriklerin dediğinden farklı değil: "Allah’ı biliyoruz da Rahman da kim?" Neden böyle düşünüyorum? Bu sorunun arkasında şu kesinlikle vardır çünkü: "Tamam, kainatı yaratan bir varlık olduğunu kabul ediyoruz, ok. İyi de bizimle ilgilendiğini nereden çıkarıyorsunuz?" Dikkat ediniz, bu ilgisizlik düşüncesi, aynı zamanda Allah düşmanlığının da başlangıcıdır. Yani bir deist, kafasındaki Allah’ı Rahman’lıktan soyutladıktan sonra, kalbinde ateizme doğru bir kayma olmasını engelleyemez. Zira, yukarıda da dediğimiz gibi, ilgisizlik düşüncesi düşmanlaştırır. İnsan beklediği ilgiyi göremediği yere nefret duyar.
Bu açıdan bakıldığında deizmin ateizmin karşıtı olduğunu söylemek çok güç. Aslında deizm ateizmin başlangıcıdır. Önsözüdür. Yolunu yapmadır. Belki biraz da bu yüzden mürşidim ’Rahman’ ism-i şerifi ile Allah’ın kullarına olan ilgisi üzerine çok bağ kurar. Sıklıkla üzerinde durur. Hatta bir yerde der:
"Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki, bütün envâ-ı mahlûkatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hâcetlerine lebbeyk dedirten Zât-ı Zülcelâl seni bilmesin, tanımasın, görmesin? Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de Onu bil, hürmetle bildiğini bildir. Ve kat’iyen anla ki, senin gibi zaif-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fâni, küçük bir mahlûka koca kâinatı musahhar etmek ve onun imdadına göndermek, elbette hikmet ve inâyet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-i rahmettir."
Rahman ismini inkâr etmeye başlamakta Allah’ın mahlukatına karşı ilgisini inkâr etmek de var. Allah’ın mahlukatına olan ilgisini reddetme de ise insanın kalbine nefret tohumlarının ekilmesi var. Bu açıdan deizmi bir nimet gibi görmek, onda bir çözüm aramak, yardımından medet ummak mantıksızlıktır. En hafif ifadesiyle bindiğin dalı kesmektir. Ne diyelim. Cenab-ı Hak böyle bir sanrıya kapılanların tez zamanda gözlerini açsın. Uyandırsın. Ayıltsın. Âmin.
YORUMLAR
Selamün aleyküm kardeşim.
Deizm, ateizm gibi görüşler insanın kendi kendine ve özellikle aklına tapınma çabalarıdır. Bu durum aklı bir araç, bir vasıta olmaktan çıkarıp amaç haline getiriyor. Ağırlıklı olarak maddi ve fizikî çapta aklın sınırlarının günden güne genişliyor oluşu insanları bu yanılgıya düşürüyor.
Aslına bakılırsa ben Kur-an ve sünnet temelli olmayan ve bu ikisine bütünüyle uymayan dini, ilmi, siyasi her görüşün insanın aklına esir düşüşünün bir neticesi olarak görüyorum. Sonu "izm" yahut "cilik, cılık" ile biten dünya görüşlerini bir kenara bırakalım, günlük yaşantımızın teorik ve pratiğinde bile defaaten aklımıza haddinden fazla güvenip, onun esiri haline gelebiliyoruz.
Ben aklın Allah'a ve O'nun inanmamızı istediklerine daha fazla ve daha samimi inanmak yolunda bir vasıta olarak kullanılması gerektiği kanısındayım. Bu da ancak şu üç kavramı birbiri içine sindirerek yaşamakla mümkün olabilir: Düşünmek, inanmak ve hareket halinde bulunmak. Sadece düşünmekle olmuyor, sadece inanmak da eksik kalıyor. Düşünüp inanmadan harekete geçmek de elde edilecek sonucu tatmin edici hale getirmiyor. Bana kalırsa düşünürken inanmak, inanırken düşünmek ve süreç dahilinde daima hareket halinde bulunmak icap ediyor. Bu sadece dini açıdan değil, günlük hayatın işleyişinde; başarıya ve mutluluğa ulaşmakta da geçerli. Yeteri kadar düşün, samimi şekilde inan ve sürekli amaca yönelik hareket halinde ol. Fikir, iman ve hareket psikolojik iyileşmenin de temeli. Ama birbiri içine sinmiş şekilde, birbirini tamamlar halde.
Yukarıda yazdıklarım İslami açıdan değerlendirildiğinde görülüyor ki, şeriat ve tasavvuf hepsini bünyesinde barındırıyor. Tasavvuf insana düşünmeyi ve inanmayı öğretirken, şeriat sürekli mutlak amaç olan Allah'a ulaşma yolunda insanı harekete teşvik ediyor. Bir diğer ifade ile İslamın beş şartı şeriat, yani hareket; imanın altı şartı tasavvuf, yani fikir ve iman. Tasavvuf olmadan şeriat ruhsuz, şeriat olmadan tasavvuf bir şekilden, bir kaptan yoksun. Akıl ise süreç bütünde sadece bir araç, bir vasıta.
Müslümana daha iyi, daha dürüst, daha cömert, daha sadık, daha vefalı, daha merhametli, daha ahlâklı olmayı öğretecek olan tasavvuftur. Şeriat ise tasavvufun kalıbı, şekle büründürülmüş halidir. Biri diğerinin tamamlayıcısıdır. Ve mutlak surette tasavvuf şeriate uygun olmak zorundadır. Şeriatin tasavvufa uymak gibi bir zorunluluğu olmamakla birlikte, parağrafın başında yazdığım özelliklere istinaden daha iyi bir müslüman olmak isteyen birinin başvuracağı kapı tasavvuftur. Tasavvuf daha iyi bir müslüman olmanın vasıtası olduğu kadar, daha iyi bir insan olmanın da vesilesidir.
Konu akıldan buralara geldi. Toparlıyorum. Akıl da neticede bir yaratılmıştır. İnsan için akıl ve onun ürettiği fikir, bilim ve teknoloji Allah'a daha fazla, daha samimi inanmak için birer vasıta olmalıdır. Özellikle mânâ çapında aklın her doğru dediğine inanmamak lazım. Sadece dinî ve fikrî yönden değil, günlük hayatın işleyişinde de inanmamalı. Aracı amaçlaştırmamak gerekir diye düşünüyorum. Deizm ve ateizm ne yazık ki bunu yapıyor.
Kendi bakış açımdan katkıda bulunmak istedim.
Selam ve dua ile...