- 738 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Kuşum Ötmiir
Ankara’da takıldığım dönem, üç yıla varmadan son bulmuştu.
Evlilik ehliyeti almak için bulunuyordum orada.
Beni yadırgamayın. Evlilik ciddi bir iş. Evli olanlarınız daha iyi bilir.
Gerekli alt yapının oluşturulup, kadın olsun erkek olsun, bir yıl eğitim alması şart.
Tarafların evlenmeden önce muhakkak, ehliyet sahibi olması gerektiğini düşünüyorum.
Mazallah, dünya evinde hayat sürmek tehlikeli olabiliyor. İşte bu düşüncenin tesiri altında, Ankara’da tanıştığım, benim gibi düşünen biriyle (karşı cinsim) provalara başladık...
O bana karı, ben ona koca... Rollendik işte.
Kısa bir zaman sonra, ehliyet sahibi olmayı hak edemediğimizden sebep,
ben babamın evine, o bilmiyorum nereye, ayırdık yolları.
Sonraları, teknoloji merakım beni bilişim ve iletişim sektörünün içine soktu.
Bir firma kurup sektörün içinde kendime yer etmeye çalıştım.
Çalışıyoruz işte. İşler iyi, para akıyor.
Yetinmedim, bir başka firmayla iş ortaklığına kalkıştım ve olan oldu...
Firma battı. Sonuç mu? Beni de batırdı tâbi ki.
Geriye kalan bi dünya borç bir de küçük mağaza, debeleniyorum girdiğim batağın içinde.
Uğur Abi var memleketten, sevdiğim bi insan. Bir gün o çıka geldi dükkâna.
İşten güçten konuşurken, "Irak’da bi iş aldım, gel beraber gidelim, toplarsın kendini" dedi.
Abi Irak çok ırak falan filan desem de mantıklı geldi teklif.
Belki dedim, becerebilirsen kaçakçılık yapar kısa zamanda toparlarsın lan kendini.
Tamam abi gidelim dedim.
Yaklaşık kırk saatlik yolun sonunda sıladan ıradık: Irak’a vardık.
İlk haftalarda, kimisi hatra, kimisi macera niyetine gelen işçi arkadaşlar, tek çift dökülmeye başladı.
Şartlar ağır. Gelen kaçıyor, hatırı filan kalmadı bu işin. Battıkça batıyoruz.
“Abi biz bu işin altından kalkamayacağız, gel geri dönelim.”
Yoook. Bizde bi inat vardır... Çerkez inadı derler. Uğur Abi’nin de Çerkez inadı tuttu bi kere.
"Tek kalırım gene de bu işi bitirmeden gitmem."
Peki abi bitirelim de... İş yapacak adamımız kalmadı.
Aynı saha içinde başka firmalarda çalışan İranlı, Suriyeli elemanlar aracılığı ile beş on transfer yaptık bizim takıma.
Bu İranlıların arasında Azeriler de var (İran vatandaşı).
Az çok anlıyoruz birbirimizi.
Onların tercümanlığı ile diğer elemanlara da anlatıyoruz derdimizi.
İşler yoluna girecek gibi.
Neyse de benim umurumda değil artık.
Geçiyor günler.
İşten güçten ve kendimden sıkıldığım zamanlar, odaya kapanıp bir şeyler karalayarak oyalamaya çalışıyorum kendimi.
Gece hiç uyumadığım o gün, sabah sahayı dolaşıp kahvaltı yapayım diye ofise geçtim.
Bir şeyler yiyip içtikten sonra uykusuzluktan kafam masaya düştü.
İçim geçmiş.
Hava inadına sıcak.
Başımı kaldırsam sanki gözümü oyacaklar.
Bir çölün ortasında, anadan üryan kazığa bağlamışlar beni.
Etrafımda hangi millete mensup olduğunu seçemediğim çeşit çeşit insan.
Ellerinde salladıkça yılana dönüşen sopalar ve pek alışık olmadığım bir Türkçe aksanıyla, bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar...
Tamam diyorum, kesecek bunlar beni.
Haklı da adamlar, ağzımdan küfürden başka bir şey çıkmıyor.
Biri kılıcı kaldırıp başıma indireceği an, omuzumda bir el hissediyorum.
Sanki beni kurtarmak için gönderilmiş, kimseye görünmeyen şefkatli bir el bu...
İtaat ederek başımı kaldırıyorum. Gözlerimi açıyorum.
Karşımda bizim Azeri elemanlardan biri...
"Senin kuş ötmiir, ötmiir senin kuş" diyor.
Bilinçsiz bi hamle yapıp kuşu yokluyorum.
Yerinde. Sıkıntı yok.
Adam hâlâ telaşlı telaşlı tekrar ediyor.
Bu arada kendime geliyorum tâbi.
Ne diyon lan sen?
"Abi senin kuş ötmiir."
Haydaa bu ne samimiyet hem ne alâka lan.
Yoksa hâlâ rüyada mıyım?
Adamın suratına bakıyorum gayet ciddi.
Gereksiz olduğunu düşünsem de şaka yapıyor galiba.
Tebessüm edersem konuya girecek diye düşünüp, bi parça tebessüm takınıyorum.
Yok hâlâ aynı muhabbet. "Kuş ötmiir, nerede senin kuş."
Yüzümde soluyor tebessüm. Bu münasebetsiz adamın haddini bildirmek gerek.
Ben bunun ağzını burnunu kırarım valla. Ayağa kalkıyorum.
Tırsıyorum da... Adam niyeti bozmuş, sapık mıdır ne?
Yürü git lan işine. Ne saçmalıyorsun. Hem iş saati sen burada ne yapıyorsun?
"Ali Abi senin kuş ötmiir onun için geldim” diyor.
Ulan acaba bizimkiler mi saldı bunu üzerime diyorum.
Neyse de yetti artık, valla giriyorum artık kafa göz.
Atak yaptığım an kapı açılıyor, Uğur Abi giriyor içeri.
O an gözlerim doluyor. Gurbet elde yıllar sonra bir hemşerisini bulmuş gurbetçinin sevincini yaşıyorum.
“Abicim sen bunları mahsus mu sallıyorsun üzerime?”
"Hayırdır olum ne oldu?"
“Ne olacak abi, manyak gelmiş kendince şaka yapmaya çalışıyor.
Al git şunu... Elimden bi kaza çıkacak.”
Uğur Abi elemana dönerek "Ne istiyorsun?"
"Bir şey danışacaktım. Zeng eyledim görmemiş. Harda bulurum harda bulurum bura geldim, diyirem kuş ötmiir."
“Lan bak hâlâ kuş diyor. Yürü git.” Üzerine yürüyorum adamın.
Uğur Abi tutuyor beni, bir taraftan da gülüyor.
"Tamam git sen ben geliyorum yanınıza."
“N’oluyo abi?”
"Olum bunlar telefona kuş diyor. Zeng çağrı yapmak demek."
“Nasıl yaa!”
Suratıma hangi ifâdeyi yerleştirsem yakışmıyor.
Biraz şaşkınlık biraz da mahcubiyet...
Elimi kuşuma götürüyorum.
Açıp bakıyorum, beş cevapsız zeng. Kuşun sesi kapalı tâbi...
Öter mi?
YORUMLAR
Çok güldüm ya. Çok yaşayın emi.. Allah da sizi güldürsün.
Aman kuşumuza sahip çıkalım.
Selamlar..
Ali CAN( ezgin dizeler)
Hocam Merhaba!
Makaleyi baştan sona keyifle okudum.
Önce aklıma temel fıkrası gibi demek geldi,
sizinde Artvinli olduğunuzu hatırlayınca vaz geçtim.
Ben demesem de
yazı Karadeniz fıkralarını aratmayacak kalite ve güzellikte.
Kutlarım.
Selam ve sevgilerimle.
Ali CAN( ezgin dizeler)
Saygılar.