- 937 Okunma
- 0 Yorum
- 4 Beğeni
İnsan olmak neden yetmiyor?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Belki de savruk olmalıyım. Dizginleri azıcık aklımın ellerinden almalıyım. Peki ya kime vereceğim? İşte bu yazıyı neresi yazdırıyorsa oraya. Bu yazının geldiği yer kötü bir yer değil. Ancak büsbütün kontrolümde de değil. Planlı bir şekilde üzerine gittiğimde korkuyor benden. Kalemimden dökülmek istemiyor. Kalıplarımdan inciniyor. Çok mu aceleciyim ona göre? Hayır. Acelemden değil. Onun kızdığı başka birşey. Sanki, seçtiğim yöne doğru iterken kendisini, olabileceği şeylerin sayısını da azaltmış oluyorum. Girmek istediği bin tane güzel sûret var. Ben ancak üçünü-beşini biliyorum. Bence en çok bundan alınıyor. ’Ol’makla ilgili bir itirazı yok. Fakat ’ol’una verilen biçimi de kendisi seçmek istiyor.
İyi de nereye kadar kendisi seçebilir? Nihayetinde benim kalemimden dökülmeyecek mi? Benim kalemimden dökülmek de ’ben’le şekillenmek, ’ben’imin kalıbına girmek, bir ’ben’e esir olmak değil mi? Öyle elbet. Bu kadarcık olsun esarete gönlü var demek ki. O zaman şunu itiraf etmeli bana: ’Sen’le olmak kötü değil ’sen’e esir olmak kötü.
Böyle bir itiraf beni de rahatlatır. Kendimi bir engel gibi görmeyi bırakırım o zaman. Olabileceklere bakarak kendimden yakınmam. İnsan birşeylerin varlığına bağlı olduğunu duyduğunda tertemiz bir sevinç hisseder. "Sen olmasaydın ben kaybolurdum!" veya "Sen olmasaydın kimbilir hayatın neresine savrulurdum!" veyahut da "Sen de olmasan tutunacak bir dalım yok!" Bunların hepsini duymak bize iyi gelir. Çünkü bu duyduğumuz varlığımızın anlamlı olduğuna ikna eder bizi.
Riyakârlığa gerek yok. Hepimiz anlamlı olmaya muhtaç olduğumuzu biliyoruz. Bilmesek de hissediyoruz. Varlıkta tuttuğumuz yerin bir anlamla kaim olduğunu, hem anlamın ömrüyle de devamlı olduğunu, o anlamın rengiyle renklendiğini seziyoruz. Bu yüzden büyük holdinglerde telefona bakmayı küçük yerlerde insanlarla konuşmaktan daha çok severiz. O holdinge atfettiğimiz büyüklüğün içinde tuttuğumuz yerin de bir büyük anlam olduğunu düşünürüz. "(…) holdingde çalışıyorum!" Vay be! Demek orada çalışıyorsun. Peki orada olmadığında ne yapıyorsun?
Bazen küçük atölyelerinde mutlu insanlara rastlıyorum. Varlıklarının tuttuğu yerden hiç şikayetçi değiller. Onlar anlamlarını kurumların anlamları içinde aramıyorlar. Ya? Daha başka birşey bulmuşlar. Bir sırra dokunmuşlar. Her ne yapsalar ’insanlık artı o iş’ olmuş. O iş bir anlam kaynağı olmamış. Asıl iş olmamış. Angarya olmuş. Asıl işlerini insanlık olarak tutmuşlar. Sabah iyi bir insan olarak kalkıp gece iyi bir insan olarak yatmayı kalplerini doyurmak için yeterli buluyorlar. Bu kadarı yetiyor onlara. İyi olmak yetiyor.
Peki bana neden yetmiyor? Bize neden yetmiyor? Biz bu büyük resim körlüğüne nasıl maruz kaldık? Neden piksellere takıldık? Neden insan olmanın padişahlığı ’bilmem ne holding’de telefonlara bakmaktan daha az kalbimizi doyuruyor? Neden kendimiz olmakla yetinemiyoruz? Karnın doymayışına elbette birşey diyemem. İyilik zenginliği garanti etmez. Ancak şimdilerde kalbimiz de doymuyor iyi olmakla. Sahi, arkadaşım, hep sormak istiyorum sana: İnsan olmak bugünlerde neden yetmiyor?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.