- 668 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ne Yazık:
Zorlu bir evliliğin sürükleneni olan kadın boşanmak istediğinde, en yakınlarının ona ilk telkini toplum dayatmalarıdır. Dul bir kadın olmanın güçlükleri, erkeklerin salya sümük sulu sepken bakışları ve imalarıyla girişimlerine muhattap edileceği, başı önünde yürüyüp geçtiği yolların ardınca bile türlü dedikodunun nişangahına gireceği ve dahası. İş arkadaşlarının tavırlarındaki değişkenlik var sayımı, alış veriş yaptığı yerlerde başına gelecekler, komşuluk ilişkilerinin dahi zayıflayacağı. Üstelik ne çıkar azıcık şiddete uğruyorsa? Kocasıdır dövecek ve sevecek elbet. Hem sevmek ille kalbi bir şey mi ki? Sevişmek de mübah. Görevi değil mi sonuçta?
Aklı böylesine bulandırılan her kadının içindeki bazıları, tüm bu riskleri göze alıp boşanır. Giyim kuşamında yahut görünümünde azıcık fark ister, suçlanır. Eve gecikse mutlaka dostuyla buluşmuştur. Ayrıca dost kelimesini basite indirgemek başka bir yazı konusu. Hele arkadaşlarıyla felekten bir gece çalmak istesin. Herkes taşlarını cebinde taşır ya zaten, fırlatırlar kadına. İlk taşı da hep en günahkar olanı tutar elinde.
Ya yalnız yaşayan bir erkek? Evine kimi davet etse potansiyel bir seks ortamı hazırlamak düşüncesindedir. Evi dağınık bir yaşam alanı olmalıdır, değilse mutlaka bir kadın parmağı vardır bu işte. Düzenli olması imkan dışıdır. Erkeklik organıyla hareket etmelidir, onun rolü budur. Azıcık süslese kelimelerini, abazanın bir ton açık rengi kabul edilir. Anlaşılmaz da zaten çoğunca. Selam verdiği tüm karşı cinsiyle tavanı spot ışıklarla bezeli yatak odasını neşelendirmek niyetindedir. Aşçılıkta ustaysa eşcinselliği peşinen kabul etmiş sayılacaktır. Yan komşusu bir tas çorba ikramından ar edecek, kapısının önü merdivenci tarafından süpürülmeyecektir. Neme lazım diyecektir herkes. Biri bir şey der falan. Lokantaların aile salonlarına alınmamaya alışmıştır ya, eşli davet ve toplantılara da çağırılmamaya başlayınca incinir azıcık. Sonuç? Korkaklar ordusuna yeni üyeler eklenir. Toplumun kirli yüzü kazanır. Dedikodulardan usananlar susup köşelerine çekilir. Yanlış anlaşılma olmasınlarla dolu cümleler kurulur. Ne yazık, insanlık vurulur orta yerinden.
Yalnız yaşıyorum. Evim bir genel kullanım alanı ya da gizli buluşmalarımın örteni değil. Orası da herkesin yaşam alanı kadar kutsal. İçinde yalan yok. Biblolarım var. Çivi çakmaktan hoşlanmadığımdan olacak, gardrobumun üzerinde bir İstanbul manzarası. Bazan beni bile korkutan bir düzen ve ahenk. Herkes gibi değersediklerimi ağırlamaktan keyif aldığım sığınağım orası. Mutfakta saatlerimi geçirebilirim. Annem hariç kimseyi temizlik faslına dahil etmem. Sağlıklıyım, heteroseksüelim, açıklamasızca sürdürüyorum yolumda yürümeyi. Aksi ıspatlanana dek abazanın teki olduğum savına katılmıyorum. Aklanma paklanma derdim yok. Kendimi köreltecek değilim toplumun baskıcı tutumu yüzünden. O fıkrayı da biliyorum:
Sandalcının yanına bir kadın yaklaşır. Hayatını bedeniyle kazanan bir kadın. Toplumun ayıpladığı, en büyük ayıplarından biri olduğunu kabul etmekten kaçındığı bir kadın. Karşıya geçmek ister. Sandalcı kabul etmez. Fakat kadın yolculuk için gerekenden daha fazlasını ödeyeceğini, karşıya bir an önce ulaşması gerektiğini söyleyince razı olur. Kadın sandala biner. Sandalcı başlar kürek çekmeye. Yol boyunca derler derler diye mırıldanmaktadır sandalcı. Kadın karşıya ulaşıp sandaldan ineceği sırada sorar bunun ne anlama geldiğini. Sandalcı, şimdi biz yol boyunca hiç konuşmadık bile. Lakin aha şu kahvedekiler var ya, kim bilir neler derler. Yapsak da derler, yapmadıysak da.
Desinler için yapmayı da, yapmamayı da bırakalı çok oldu hasılı. Hem de çok...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.