- 790 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
KÂĞIT GEMİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kapıdan adımını attığında bir acı soğuk çaldı yüzünü. Hemen başını bir kaplumbağa misali kabanının içine soktu. Isınmak için ellerindeki eldivenlerle kulaklarını ovaladı. Zemheri soğuğu, tüm bedenini kitlemişti. Çok geçmeden ulaştı iş yerine. Neriman, çalıştığı fabrikada ustabaşı olalı bir ayı bulmuştu. Geç gelen bir mutluluktu ama olsun. “Geç olsun güç olmasın.” diyordu her de¬fasında.
…
Filiz üç çocuklu olmasına rağmen bir genç kızın sokak tiriplerini aratmayacak şekilde davranan ve onlar gibi giyinen tatlı şirin bir kadındı. Zemherinin soğuğuna aldırmadan o yine bedenini hafifçe saran giysiler içinde işyerine gelmişti. Neriman Usta’yı görünce, lafını sokmadan duramadı ve “Ustam soyununca da pek bir şıksınız.” dedi.
“Kızım ne şık olacağım. Bu mevsimde bulduğumuzu giyiyoruz. Bu soğuk ayları seviyorum. En azından şişmanlığımı saklamak zorunda kalmıyorum. Kimse de birbirine bir başka bakmıyor. Ama seni bu işten hariç tutmak gerek.” dedi.
Filiz, “Yok, yok. Usta olduktan sonra bir başka çalım var sende.”
Neriman, “Gören de beni yeni gelin oldum sanacak senin bu sözlerinle.” dedi.
Filiz “Sana bir sürprizim var.” diye devam etti.
“Ya kızım ne sürprizi sabah sabah, böyle şeyleri mümkünse iş çıkışı yapın. Şuradaki makinede bazı sıkıntılar var. Çalışma saatinden önce onu çözmeliyim sonra bakarız.” dedi.
“Eh işte! O benim makine. Sen bakarsın ben de sürpriz yaparım.”
“Anladım, senden kurtuluş yok. Hadi yap bakalım. Tadımı kaçırma ama bak sonra senin de tadını alırım ha!” dedi. Makinenin başına ulaştıklarında Neriman dişlilerle Filiz ise sürpriziyle meşgul olmaya başladı. Aradan on dakika geçmemişti ki Filiz bir naylon poşetin içinde bir şeyi önüne uzattı. Neriman’ın gözleri birden makinenin ses çıkaran yerinden masadaki poşete yöneldi. İçinde iki canlı dolanıyordu.
“Kuzum bu ne yahu! Sürpriz dediğin bu muydu yoksa? Gerçekten sana yakışır bir hediye.” Elindeki aleti yere bırakıp alkışladı.
“Şimdi bu nereden çıktı? Benim ile olan alakasını anlayamadım!”
“Güzel arkadaşım, bu senin küçük Ege’n için. Hani geçenlerde hep bir hayvan istiyor diyordun ya! ‘Veteriner kuzenime küçük bir çocuk için evde nasıl bir hayvan beslenir?’ diye sordum. O da bana bunları önerdi. Aslında balık düşünmüştüm ancak onların bakımının sıkıntılı olduğunu öğrendiğimde vazgeçtim. Yok, sıcak, soğuk, açlık, temizlik bunlara dikkat edilmesi gerektiğinden çocuğun yerine sen peşinde koşmayasın diye şu gördüklerini aldım. Gerçi aklıma kedi de geldi ama. ‘O yaşlarda çocuğa katiyen yaklaştırmayın!’ uyarısını aldıktan sonra evine uğradığımda da ‘Kuzen işte sana o yaş çocukların uğraşacağı hayvanlar” dedi
Neriman’ın ışıldayan gözleri poşetin içindekilere tekrar kaydı. Ani bir hamleyle poşeti eline aldı. Pazılı kollarıyla ışığa tuttu. İki küçük canlı fır fır dönüyordu suyun içinde. Işık üsten tam Neriman’ın üzerine düşmüştü. Filiz’in gözü Neriman’ın iş elbisesinin altından fırlayacakmış gibi duran pazılarına arkasından gülkurusu rengi dudaklarına takıldı. ‘Pazılarıda ne kadar kaslıymış,’ dedi. Daha önce niye fark etmediğine şaşırdı.
Neriman, gözlerini ters ışıktan ellerini perdeleyerek Filiz’in üzerine çevirince “Hayırdır yavrum sen öyle neye bakıyorsun?” dedi.
Panikleyen Filiz “Yok arkadaş, işte öyle sadece gözüm dalmış.” diyebildi.
Neriman, “Ege daha çok köpek istiyordu derken duraladı. Anlatamadım ona bir türlü. Kendimize zor bakıyoruz kızım köpek bizim neyimize ama anlayan kim?”
Filiz, “Kimin bu hayatta istediği tam olarak gerçekleşmiş ki, Ege’ninki olsun. Bu şeyler içinse daha işin çok başında. Bize bakar mısın hangi tercihimizi yaşıyoruz. Belki de vazgeçişlerimiz bir tercih. Ya da bugün vazgeçilmiş gibi duran şeyler yarın bir tercihe dönüşecek, kim bilebilir?” dedi.
Neriman bu sorunsalı detaylandırmadan, “İyi de bunları naylon poşetin içinde bakmayacağız değil mi?” diyerek emanetini aldı.
Filiz sanki suç işlemiş gibi utana, sıkıla, “Ustam sanırım bazı şeyleri unutmuşum. Bugünlük idare et.”
“Çok incesin, çok teşekkür ediyorum. Ne diyeceğimi bilemedim şimdi.” derken gözleri parlıyordu.
Neriman Usta kaplumbağaları akşama kadar naylon poşette, giyinme dolabının içinde tuttu. İş çıkışı heyecanla kendini eve attı. Ege henüz eve gelmemişti. Üstüne rahat bir şey almadan banyodaki kovaya biraz su koyarak kaplumbağaları içine bıraktı. Sonra üstüne daha rahat şeyler giyinerek beklemeye başladı.
Servisten Ege’yi alıp merdivenleri çıkarken çantayı omzuna attı. Kızını omzundan koltuk altına aldığında “Nasılsın?” dedi şen bir sesle.
Ege biraz şaşkınca, “Bu hâl hatır neden ki?”
“Allah Allah kızıma hâl hatır soramaz mıyım? Nasıl bir cevap bu böyle! Sana bir sürprizim var.”
Ege, büyük bir sevinç ve heyecanla, “Harika anne! Yoksa köpek mi aldın?” diye bağırdı.
Neriman’ın yüzü asıldı. “Senin bu köpek inadın yok mu? Yoksa eşek inadı mı deseydim. Hadi çakal, gel de gör.”
Ege’yi sürükler gibi iteleyip durdu. O küçük aralık şimdi dev bir yol gibi bitip tükenmek bilmedi. Oysa birkaç dakika bile değildi.
Ege içeri girer girmez heyecanla sağa sola baktı. Onu karşılayan bir hayvan yoktu. Başka bir şey olmalı diye düşündü, annesinin yüzüne baktı. “Sürpriz nerede?” dedi, şaşırmış bir vaziyette.
“Salonun ortasında.”
“Ama orada kovadan başka bir şey yok ki.”
“İçine baktın mı?”
Bakması ile “Ama bu onlar için uygun değil ki anne.” dedi ve yatak odasının bir köşesinde içi çamaşırla dolu yayvan bir leğeni ulu orta boşaltıp geldi.
Suyun birazını ve kaplumbağaları leğene aktardılar. Ege bu kez biraz da olsa sevinmişti. Kaplumbağalar suyun içinde hızlı bir şekilde hareket ediyorlardı. Bağdaş kurup kaplumbağaların hareketlerini izlerken bir vakit sonra kapı zili çaldı. O kadar dalmışlardı ki üçüncü ya da dördüncüsünde ancak duyabildiler.
Neriman oturduğu yerden “Hadi aç şu kapıyı Ege” dedi.
Ege de annesine daha yumuşak ve yalaka bir edayla “Sen aç ben bunlarla ilgileneceğim,” diye cevapladı.
Kapıda komşuları Merve sabırsız bir şekilde son bir kez daha zile basarken “Bunlar kapıyı bu kadar geç açmazlardı. Acaba bir şey mi oldu diye içinden geçirdi. Israrla çalmaya devam edince kapı Ege tarafından açıldı. Küçük kız kapıyı ardına kadar açıp gelenin yüzüne bile bakmadan gerisin geri salona koştu.
Neriman “Kızım kim o?” diye seslenince, kız leğene ve içindekilere odaklanmış bir halde, “Bilmiyorum ki!” dedi.
“Nasıl yani kapıyı bilmediğin birisine mi açtın?”
“Ne meraklısın anne şimdi görürsün. Bizim kapıyı hırsız çalacak değil ya! Hırsızın çalmayacağı tek şey kapı zili, bilmiyor musun yoksa.” dedi.
“Sıpa, dalga geçiyorsun bir de.” derken Ege tekrar kapıya yöneldi.
Merve bu ilgisizlik karşısında afallanmıştı. Oysa Ege, onun yanaklarını şapur şupur öpmeden bırakmazdı. O da başka bir merakla Ege’yi takip ederek içeri girdi. Neriman’ı bir leğenin başında bağdaş kurmuş oturur buldu. Çocuklar gibi neşeliydiler.
Neriman, “Gel kız gel şuraya sende otur.” dedi.
Merve şaşkınlık içinde yanlarına oturdu. Küçük bir leğenin içinde fırtınalar esiyordu. Ortamdaki heyecan, coşku inanılmazdı. Bu minik deniz fırtınasına tanık olmak çok ilginçti. Nerdeyse küçük dilini yutacaktı. Kaplumbağalar o küçük leğende yüzerken Neriman şenlenmişti. “Ufaklık hadi, gemi yüzdürelim.” dedi.
Küçük kız, yerinden jet hızıyla kalkıp odasına gitti. Annesinin hediye ettiği bol süslemeli yelkenlisiyle geri döndü. Suya bırakacaktı ki annesi müdahale etti. Kaba bir şekilde gemiyi Ege’nin elinden çekerek “Bu olmaz! Sen git bize kâğıt getir.” dedi.
Merve, tüm olup bitene aval aval bakmaya devam ediyordu. Neriman’da sanki bir enerji patlaması olmuştu.
Kızı, arkası kullanılmış kâğıtları getirdi. “İşte sana kâğıt” dedi. Annesi “Kızım daha temiz kâğıtlar yok muydu?” dediğinde;
“Bunlar işini görmez mi? Yazık değil mi temiz kâğıtlara? Anne kâğıtların yazılı olması yoksa geminin dengesini mi bozuyor?” dedi.
Merve ilgiyle küçük kızın hazır cevaplılığını ve o kâğıtlar ile gemilerin nasıl yapılacağını meraklı gözlerle izlemeye başladı
“Tamam, kızım tamam otur hadi. Şimdi seninle küçüklü büyüklü gemiler yapalım ve bunları yüzdürelim bir güzel.” dedi.
Kâğıtları kare, kare kestiler. Kısa bir süre içinde birkaç gemi yaptılar. Sonra gemileri suya indirdiler. Ve o küçük yaratıklar gemilere her çarptıklarında yan yatıp battılar. Batmayan bir adet küçük gemi bütün heybetiyle süzülürken görülüyordu ki küçük kaplumbağalar sularında yabancı istemiyorlardı.
Merve, suda yan yatmış bir gemiyi eline alıp incelerken, “Ya sen yoksa gemi ustası mısın?” dedi merakla.
Neriman biraz geçmişe biraz da hayallerine dalar gibi oldu. Sonra “Kâğıt Gemi hikâyemi dinlemek ister misin?” dediğinde; Merve hikâyenin neredeyse dibine düşecek gibi “Evet, evet!” diye şen bir sesle karşılık verdi.
Neriman biraz hüzünle “Kızımdan birkaç yaş büyüktüm yani anlayacağınız ilkokula gidiyordum. Okul müdürümüzün benden iki yaş büyük bir kızı vardı.” Eline aldığı kâğıt, makas ile bir yandan kesmeye diğer yandan eğip bükerek yeni bir gemi inşasına başladı. Merve’nin gözü pür dikkat Neriman’ın elinde, kulağı ise sesindeydi.
“Evet, ‘O kıza dedim ki bana kâğıt gemi yapmayı öğretir misin?’ O da koca bir ‘Hayır!’ demez mi bana. Ben de bu kez “Satar mısın?” dedim. O da “Neden olmasın?” dedi.
“Kara Fatma Portreli olan, tanesi 50 kuruştan 5 adet kâğıt gemi satın aldım ve onların kıvrımlarını tek tek inceleyip tekrar kıvırarak kâğıttan gemi yapmayı öğrendim. Yaşadığım köyde yapay bir gölet vardı hem yüzdüm, hem de bu gemilerimi yüzdürerek eğlendim.” Yaptığı son küçük kâğıt gemiyi tekrar suya bıraktı. Biraz yüzdükten sonra yine yana yattı. Anlatacağı daha bitmemişti. Merve’ye tekrar döndü.
“Nerede kalmıştık. Tamam, tamam babam marangozdu. Bir gün atölyesine uğrayıp babamın yardımlarıyla ağaçtan küçük takalar yapmaya başladım. Yapay göller yaratarak o küçük takaları, hediye ettiklerim de dâhil arkadaşlarımla suya indirir, yüzdürürdük. O zamanlar ne çok mutluyduk. Sanki hayat bu gemileri yüzdürmekti bizler için. İşte o yıllardan bu yıllara elimde kalan tek şey babamdan kalan bu küçük yelkenli. Şimdi ona gözüm gibi bakıyorum. Zamanında çok değer verememiştim. Ama şimdi eski olan her şey benim için o kadar kıymetli ki anlatamam. Geç de olsa farkındayım artık. Bu yelkenliye her baktığımda o anlara döner, bir zaman yolculuğu yaşarım adeta.”
Merve “Doğru söylersin, önemli tabii ki. Köprülerin altından geçen sular, insanların elinin altından geçen hayat gibi. Ama ne edersin ki kaybedince anlıyor insan.” Arkadaşına geçmişten gelen ayaklı bir tarih gibi baktı. Ne kadar canlı tutmuş anılarını ve yaptıklarını. Sağlam kalan şeyler ve geçmişten günümüze uğrayan o anlar, küçük bir takanın üstünde yazılı gibiydi.
Neriman tekrar bıraktığı yerden devam etti. “Babamın emeğini geçmişten geleceğe taşıyacağız birlikte. Bu gemi merakım lise yıllarıma kadar sürdü. Ne zaman kare şeklinde bir kâğıt görsem bir gemi inşasına girişir ve gittiğim her yere bir gemi bırakırım, fark etmeden. Lisede mühendislik ya da havacı olma hayalim vardı. Herkes o işler erkek işleri diyerek kulaklarımı paralarken ben aldırmadan hayallerimin peşinden gideceğimi söylerdim. Ama biz bir hayat kurarız o ise kendi kurallarıyla bize hayalimizi yaşama şansı tanımadan hayal kırıklıklarını yaşatır. Başka bir gürültünün sağanağında, çıkarttığı o hoyrat sesler sonucunda babamın ayrılışıyla hayallerim de benden ayrıldı ve yapayalnız kaldım bu boğuntulu ses sarmallarının arasında. Hatta daha büyük seslerin ortasına girdik gücümüze boyutumuza bakmadan. Ne gariptir ki insanlar bu boğucu seslerden uzak kalmak isterken biz inatla onların üstüne üstüne gittik. Belki biraz cahil cesaretinden belki çaresizlikten. Okul hayalimizde bitince ‘fabrika kızı’ oldum. Erkek işleri kalınca üzerimde kas yaptım. Adım ‘Erkek Fatma’ya çıktı. Alın terimle buraya geldim. Kâğıt gemi hem bir başlangıç hem de bir bitiştir benim için. Bu nedenle çok önemlidir.” dedi.
Ve elindeki yaptığı son gemiyi de suya bıraktı. Bu kez minik kaplumbağa çarptı ama yıkamadı gemiciği. Küçük kız, “Anne bu kez daha sağlam yaptın.” diye çığlık attı.
Gözlerinde buğulu bir hal, dudağından eskiden kalmış sözcükler, “İlkler hep bir dayanaksız olur kuzum. Zamanla ustalaşır insan ve ürettiği şey daha sağlam olur. Zaman insanların yaşadığı her şeyi onun üstüne koyar, biriktirir.” dedi.
YORUMLAR
gurelsurucu
İnsanların hep bir gemisi
hep gitmek istediği adası vardır.