1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
774
Okunma
Bir adam var. Bir oyuncak satıcısı. İş çıkışı aynı yerde görürüm hep onu. Altı yapışkanlı oyuncaklar. Hani şu duvarlara masalara yapışıp kendiliğinden yürümeye başlayanlarından. Üzerlerinde türlü hayvan figürlerinin yapıldığı. Onları satmak için tatlı bir sese bürünür, başlar oyuncakların marifetlerini anlatmaya. Duvarda, masada, camda, neler yapıyor neler. Gelip geçenler gülümseyerek bakar adama, oyuncaklara. Meraklı çocuklar, bir çocuğu sevindirmek isteyenler alır birer ikişer bu oyuncaklardan.
Duvarda, masada, camda neler yapıyor neler. Kim bilir? Oyuncağın sevinciyle çocukların eğlendikleri kesin. Ne kadar süreliğine oyuncağın işlevini yitirmeden kaldığı muamma. Fakat önemli olan, anlam. O gülümseme için değer bu süresizliğin tahmin edilemeyişine.
Kül kedisi evden kaçıp gizlice bir baloya katılır. İyilik perisi onu olduğundan başka birine dönüştürmüştür. Bal kabağından bir araba yapılır, ayağına altın ayakkaplarını giyer ve karışır ötekilerin arasına. Ardındaki öykü bilindik. Süre dolunca bal kabağı dönüşür aslına. Ayakkaplarının tekini balo salonunda bırakır kül kedisi. Ama unuttuğu bir şey vardır. Kendi yaşamına katılmazdan önceki gece, dansettiği prens kararlıdır bulduğu ayakkabının tekinin sahibini bulmaya. Onca kirin çirkefin ortasından yayılan bir sesi takip edip, bulur da onu sahiden. Yani süresi dolamaz bazı anların. Bitip eksilseler bile. Öylece yükselirler boşluğa doğru. Zordur uyumsuzluk. Ağırdır yükü. Değerlidir de...