- 802 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ATARSAM ETE ATARIM
ATARSAM ETE ATARIM!
Kan davası
İnsanlarla konuşurken hep tepeden bakar, kahvede ısmarladığı dört bardak çay ile onları satın aldığını zannederek hep kendisi konuşur, kimseye “gık” dedirtmezdi. Babası köyün eski sayılı zenginlerindendi. Hanifi bununla yetinmemiş, Almanya ya giderek yıllarca çalışmış, servetine servet katmıştı. Babasının tek çocuğu olmasından dolayı onun ölmesiyle bütün serveti kendisine kalmıştı. Kapıdaki koyunun ineğin dananın, tarlalarının sayısı belli değildi. Kırışkan ve kendini beğenmişliğinden dolayı köylüleri ona Şişkin Hanifi derlerdi.
Üç kız çocuğundan sonra gözünü budaktan esirgediği, babasının adını taşıyan oğlu Mahir dünyaya gelmişti. “Ocak umudu” diye büyüttüğü oğluna tahsil haricinde elinden ne geliyorsa esirgememişti. Çocuk babasından gördüğü bu iltifatlarla şımarmış, ele avuca sığmayan, evlerine konu-komşudan şikayetler getiren, anası Şerife kadının karşı çıkmalarına rağmen azar yerine devamlı mükafatlandırılan, beline tabanca takılarak büyütülen biri olarak yetiştirilmişti.
“Hey bre babasının koçu, nasılsın oğlum, harçlığın-beşliğin var mı, el içinde kel kalma, köyde ‘tık’ diyen olursa gel bana söyle, bak on dokuz yaşını geçtin, akşam hısımlara gidip askerden evvel nişanlınla senin düğün gününü kararlaştıralım, düğününü yapayımda mürüvetini göreyim yavrum. Tabancanın tetiği daima açık dursun, ne olur ne olmaz, burası köylük yer, yanında bol mermi bulunsun. Şerife kocasını sabah kahvaltısında öfkeli bakışlarla izliyor, “yine bu gün babayiğitliği üstünde olmaz olasıcanın” diye iç geçiriyordu. Şişkin Hanifi çaydan bir yudum çektikten sonra aklına ne düştü ise “Mahir oğlum at kaç gündür dışarı çıkmadı, şunu dağ bayır biraz gezdirsen olmaz mı.
Hamit kendi halinde, kimsenin azına- çoğuna karışmayan, aza kanaatkar yardımsever, efendi dövüş- kavga bilmeyen, köylülerince sevilen, fakir ama ekmeğini taştan çıkarmasını bilen birisiydi. Babası Necmi öldüğünde ondan kalan birkaç dönüm tarla, bağ, bahçe gibi taşınmazları kardeşleriyle aralarında pay etmemişler “biz Almanya dayız, şimdilik sen ek-dik” diye ona bırakmışlardı. Arada-sırada kardeşlerinden gelen yardımlar, bunun yanınada omuz emeği ile hanımı ve iki çocuğuyla gül gibi geçinip gidiyorlardı.
Hamit atlarını koştuğu pullukla güzün ekin ekmek için dağın yamacındaki tarlayı herk ediyordu. Alt- üst olan toprağın içindeki solucanları sığırcık kuşları yemek için adeta birbiriyle yarışıyorlardı. Hamit atları kamçılarken birkaç el silah sesiyle kendine geldi, başını biraz kaldırınca gözüne önce bir at, sonrada Şişkin Hanifi’nin oğlu Mahir ilişti. Kazara ölmekten korkmuştu “hayırdır yeğenim niye ateş ettin ki, bak beni korkuttun”. Mahir, “Ne varmış bunda korkacak yav,ha şurada kuşlara iki el ateş ettim, amma da korkakmışsın Hamit ağabey” dedi. Hamit, “yeğenim elinden bir kaza çıkar alimallah, bir daha dikkatli ol” dedi “ Öööf amma uzattın ağabey, ne olmuş yani”. Ağız dalaşmaları gittikçe sertleşmeye başlayınca Mahir beline soktuğu silahını “yarı tehdit amaçlı” Hamit ağabeyine gösterdikten sonra atına atlayıp hızla oradan uzaklaştı.
İkindi vaktinden sonra kahvedekiler “sustalı maymun misali” birer bardak çaya teslim olmuşlar sessizce Şişkin Hanifi’yi dinliyorlardı. Hanifi bir Almanı kadın meselesinden nasıl dövdüğünü ballandıra- ballandıra anlatırken “beni bir dakika dinle de lafına kaldığın yerden sonra devam edersin Hanifi abi” diyen Hamit’in sözüyle konuşmasını gönülsüz kesmek zorunda kaldı. O değil den Hamit’i süzdükten sonra “di bağlım ne diyecağsen, çabuk dide yeğenim”. Hamit o gün olanları olduğu gibi anlattı. “Vaa yeğenim, bende bişi diyecaan sandıydım, adam şuncacık sabiyi şikayete mi gelir, bide abisi olacaan, bu gibi ufak-tefek şeyler için laf kesilmez” dedikten sonra kaldığı yerden devam etti.
Hamit kahveden eve gelince hanımı bir şeyler olduğunu sezinler, sorsa da bir cevap alamaz. Çocukların “başı üzerine” yemin koyunca her şeyi öğrenir. Doğruca gidip Şerife yengesine olanları anlatır. Akşam yemekten sonra Şerife olanlardan dolayı oğlu ve kocasını bir güzel fırçalar.
Aradan bir hafta geçtikten sonra Hamit hanımı ve çocuklarıyla tarlaya bostan çapalamaya gittiler. Mahir ve çobanları koyun sürülerini bostanın içinde otlatıyorlardı. Ortada dikili hiçbir şey kalmamıştı. Şaşkınlığı az buçuk atlatan Hamit “Ne oluyor, benden ne istiyorsunuz” diye onların üstlerine yürüyünce köpekler bunlara hücum etti. Mahir hiç oralı olmuyordu. Hamit hanımı ve çocuklarını köpekten korumaya kalkışınca bereket insafa gelen çobanlar köpekleri durdurdu. Naciye gelinin bostanın hozan oluşuna, çocuklarında korkudan ağlayışına üzülen Hamit yarı kızgınlıkla sadece “ Mahir, sürünü topla, elimden bir kaza çıkmadan şurayı hemen terk et” diyebildi.
Akşam olmadan şikayet için kahvenin yolunu tutan Nihat oradakilerden Şişkin Hanifi’nin eve gittiğini öğrendi. Çatal kapıdan girer girmez Mahir silahını çekip ”hanımın beni nasıl olurda anama şikayet eder, size dünyayı dar ederim”. O anda anası Şerife gürültüyü duyunca yetişip oğlunu kenara çekmesiyle kocasını çağırması bir oldu. Hamit bu gidişinde de bir netice alamadı. Adam hanımından yılmasa “suçlu oldukları halde” Hamit’in leşini oraya serecekti. Hamit kuvvetlice ellerini ve dişlerini sıkarak “Şerife yengesinin kendisine sahip çıkmasının hatırına” sabırla evine döndü.
Bağ bellemenin tavı gelmişti. Hamit yanına aldığı dört-beş arkadaşıyla sabah bağını bellemeye giderken Şişkin Hanifi’nin koyun sürüsü de bağının yüz metre kadar köy tarafında otluyordu. Çobanlara hep beraber selam vererek yanlarından geçerlerken “yoldan geçenlere saldırmasın” diye çobanlardan biri köpekleri tutuyordu. Diğer çoban “bir şeyler diyecekmiş” gibi yanına yaklaştı, her nedense “gerisin geriye” sürünün başına döndü. Biraz sonra bağa vardılar. Bağ bağlıktan çıkmış, kütükleri sökülmüş, kimileri dibinden kesilmiş, babası Necmi’nin diktiği onca meyve ağaçları kesilmiş yerlerde yatıyordu. Arkadaşlarını şaşkın bakışları arasında yıldırım hızıyla koşarak az sonra çobanın gırtlağına sarılması bir oldu. Çobanlar, “aman bizden duyulmasın, Mahir her şeyi kırdı, döktü, sizin geldiğinizi uzaktan görünce atına atladığı yukarıdan gitti”. Hamit bağı, ameleyi bir tarafa bırakıp soluğu doğruca Şişkin Hanifi’nin evinde aldı. Hanifi sabah biraz geç kalkmış hanımıyla evin balkonunda kahvaltı yapıyordu. Hamit sağa-sola göz attı, Mahir meydanda görünmüyordu. Şerife kadın yine bir şeyler olduğunu sezmişti, “buyur oğlum sofraya” demişti ki, kır atın kişnemesi ahırdan Hamit’in kulaklarına kadar geldi. “Nereye sakladıysanız bu şerefsiz karşıma çıksın, Yeter gayri onu kolladığın Hanifi ağa, benim buraya bu son gelişim, sabırda bir yere kadar, bundan sonra bu kapıya şikayete gelmem, ATARSAM ETE ATARIM” dedi. Onu umursamaz bir tavırla dinleyen Şişkin Hanifi “sen kimsin ki kurşunun benim oğluma işlesin”. Hamit kararını verdi, bu kapıda çene çalacak biri değildi.
Şerife kadın bir ağa kızıydı. Bu kapıya geldikten sonra zamanla örfi idareyi ele almış, Şişkin Hanifi’nin dizginlerini elinde tutuyordu. Zamanla yaşlandıkça “Osmanlı bir kadın” denir olmuştu. Hamit evi terk ederken ondaki kararlılığı görmüştü. Mahirin kırdığı testilerin kırkı geçtiğini biliyordu. Eskiden bu köy kanlı köydü. Son zamanları okuyan çoğaldıkça köylü bu işten yavaş -yavaş vazgeçmeye başlamış, belki bu yüzden oğlu Mahire kimse seslenmiyordu. Omuzlarını dikti, kaşlarını çatarak kocası Hanifi’ye “bana bak bana, herif olmadık dürzü, cacık, bu gidişle oğlanın başını yin bilmem ne zaman”
Hamit evinin bahçesinde öfkesini içine atarak hanımıyla domates çapalıyordu. Nuh emmisinin torunu Hüsnü koşarak geldi. Biraz soluklandıktan sonra “Hamit emmi beni babam savdı, senin Dağ tarlaya Mahir koyun sürüsünü sokmuş”. Hamit kırma çifte namlulu tüfeğini eline aldıktan sonra atına binip tarlaya vardı. Koyunlar başakları anında işkemeye indiriyorlardı. Olanları biraz sonra “Mahir iti sen belaya mı dolanıyon, nedir bana kastın” diye başlayan karşılıklı ağız dalaşını kavgaya dönmeden orada koyun otlatan başka çobanlar yetişip bunları ayırt ederken bu kez onların koyun ve keçileri oradaki tarlalara hücum etti. Bütün çobanlar kavgayı bırakıp koyunları tarlalardan çıkartmanın telaşına düştüler. Bu boşluktan istifade kavga yeniden başladı.
Hamit’in elindeki tüfeği gören Mahir “bu adam beni vuracak” korkusuna kapılarak boyunlarında demirden tort taşıyan köpeklerine” hay vererek” Hamit’in üzerine saldı. Hamit köpeklerden korkarak ilerdeki çalılığa saklanmak için koşarken o anda silahını ateşleyen Mahir’in tabancasından çıkan mermilerden iki tanesi Hamit’in kol ve bacağına isabet etti. Hamit ağrıları olsa da can pazarındaydı. Kendisi yerim belli olmasın diye ateş etmezken Mahirin tabancasından çıkan mermiler sağından solundan vınlayarak geçiyordu. Biraz sonra Mahirin tabancasının sesi kesildi. Hamit “acaba Mahir üstüme mi gelecek” diye tedbirini alsa da biraz sonra Mahir’in ilerde onları seyreden çobanlardan Yüksel’e “teyze oğlu mermim bitti, aman yetiştir” diye bağırdığını duydu.
Hamit ayağa kalktı, ağır ağır yirmi metre kadar ilerisindeki çukurda mevzi alan Mahire tüfeğini doğrultarak yürürken diğer çobanlara “ araya girerseniz kimsenin gözünün yaşınıza bakmam tararım” diyerek gözdağı verirken varıp Mahirin alnına tüfeğini dayadı. Mahir çok yalvardı, en son “Hamit ağabey nişanlıyım kıyma bana" deyip aman diledi. Hamit kararlıydı.“Sen benim çocuklarımı ya yetim bıraksaydın. Ortalığı önce iki kez takırtı sesi ve buna Mahirin bağırtısı karıştı, bunun akabinde barut kokusu sardı.
Diğer çobanların bağırmalarına pabuç bırakmadan atına binerek yaralarından akan kanlara aldırış etmeden oradan uzaklaştı. Amacı olayı kimseler duymadan evine yetişip eşyalarını yanına alarak şehre gidip jandarmaya teslim olmaktı.Köylerine yaklaşırken Dere yola gelince eli tabancalı Hamit’in ablası Suna önüne geçti. "Olayı duymuş olamaz" diye düşünerek atını durdurdu. Suna heyecanla,“abi Mahirin silahının sesini duydum, ona bir şey mi oldu yoğosam". Mahir soğukkanlılılığını koruyarak "onun etine kurşun işlemez diyordu baban, korkma bacım" derken akan kanlarını Sunay’a göstermemeye çalışarak atını dehledi.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 01 02 2019 KIRŞEHİR. GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.