- 720 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Kara Tren Gelmez Mola...
Tren yolculuğunu hep çok sevmişimdir.Çocukken annemle yaptığım en sevdiğim yolculuktu.Buca tren istasyonundan Basmane,Alsancak ,Bayraklı arasında tren güzergahı vardı.Annemle ne zaman Bayraklı’ya ya da Basmane’ye gidecek olsak illa
da trene binelim diye tuttururdum.Çok eğlenceliydi.Pencere kenarında yerim alır,koca
küllahta leblebi,fındık,fıstıklarımı yerken manzarada akıp giden,yol kenarında derme çatma evlerdeki yaşamları merakla izlerdim.İzmir güzel şehirdir ama kenar mahallelerinde,gecekondularında hayatın ne kadar zor olduğunu bu tren penceresi yol boyunca akıp giden hayatların fakirliğini ,yoksulluğunu gözler önüne sererdi.Basmane Ya da Alsancak İstasyonuna yanaşan tren birden İzmir’in curcunalı hayatına bırakırdı bizi.Severdim o curcunayı. Basmane, cıvıl cvıl Kemeraltı o akıp giden kalabalık insan seline kapılıp Kemeraltının büyülü dünyasında kaybolmak en sevdiklerimdendi.Kemeraltı İzmir’in kalbinin attığı yerdir. Ne arasanız mutlaka orada bulurdunuz.Annem sıkı sıkıya elimden tutar beni çekiştirip dururdu.Bilirdi ki kaybolursam beni bulmak öyle kolay bir şey değildi Kemeraltında.Hoş kaybolan da çok olurdu.Kemeraltı karakoluna götürülür teslim edilirdi kaybolan çocuklar. Buca ,Basmane,Alsancak,Bayraklı arsında tren yolculuğu kısa sürerdi öyle kendini kaptırmadan inme vakti gelirdi.Hep isterdim ki uzun olsun hiç bitmesin ben o cam kenarında günlerce oturabilirdim. Yıllar sonra ilk uzun tren yolculuğum izmir-Niğde arasıda yapmıştım.Tam bir macera idi. o zamanlar trenler kara tren diye adlandırılır ve kömürle çalışırdı.Arkadaşımın babası Devlet Demir Yollarında çalışıyordu. sanırım biraz da onun etkisiyle tren biletlerimizi tedarik etmiştik.Ulukışlaya kadar trenle gidecektik zaten Ulukışla Niğde arası çok yakındı.Bu uzun yolculuğa ailelerimizi ikna etmek öyle kolay olmamıştı.Dayımın oğlu da Niğde’den ehliyet alacaktı dayımın tanıdıkları varmış.O da bizim yolculuk kervanına eklenice izin daha kolay çıkmıştı tabi.Bir sabah Basmane tren garından yola çıktık.Nasıl da heyecanlıydım sanki ilk kez trene binecektim. Hareket vakti geldiğinde trene binip boş bir kompartmana yerleştik Vagonlar komparmanlara bölünmüştü her vagonda birkaç kompartman vardı.Kompartman da karşılıklı iki koltuktan oluşuyordu.Koltukların üzerinde tahta birer raf vardı ki oraya bavullar konuyordu. Tren yolcuları çoğunluğu yoksul insanlardı.Kimi büyük şehre hastaneye,doktora görünmek için İzmirin yakın ilçeleri veya yakın şehirlerden gelenlerdi.Bizim gibi Orta Anadoluya gidecek olanlar belliydi.Onlar da kompartmanın en ucuna yerleşip uzun sürecek olan yolculuklarını en konforlu hale dönüştürmeye çalışıyorlardı.Yakın istasyonlarda inecek olanlar hemen koridora çömeliveriyorlardı.Kompartman kalabalıktı. Oturduğum pencere kenarında Trenin çalışan makinelerinin sesi dolduruyordu kulağımı çuh çuh çuh..
" Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler..."
Tren hareket edince sıkılıp şöyle bir dolanıp tuvaleti falan nerdedir,lokantası nerededir diye teftişe çıkalım dedik.Ama ne gezer adım atmak mümkün değil.O kadar kalabalık ki yerimizden olmamak için geri döndük tabi.Tren yavaş yavaş İzmir’den uzaklaştıkça gurbet duygusu gelip yüreğime çöreklenmişti bile.Pencereden dışarısını seyretmeye koyuldum.Küçük küçük istasyonlarda duruyor yolcu alıp indiriyordu kara trenimiz.İyice İzmir dışına çıktıktan sonra yolcular biraz daha azalmış,biraz ferahlamıştık.Tren mola verdiğinde Arada su ,gofret ya da gevrek satan satıcılar pencerelere doğru uzanıyordu.Bazen tren uzun süre duaracaksa biz iniyorduk o küçük istasyonlara.Sadece istasyon ve az ileride belliki istasyon şefinin lojmanı olan mütevazı bir ev.İnce uzun kavakların,ya da dut ağaçlarının arasından merakla gelen giden yolculara bakıyordu.Belli ki başka da ziyaretçileri yoktu bu ıssız istasyonların. Bir ülkeyi tanımak isterseniz eğer mutlaka tren yolculuğu yapın.Orada her kesimden insan manzaralarını görmeniz mümkün.Geçtiğiniz şehirler,o şehirlerdeki yaşam ve insanlar o ülke ile ilgili gerçekçi bir fikir edeinmenizi sağlar.Arada bir durduğumuz yerlerde aldıklarımızı atıştırarak yola devam ediyorduk.Sanırım Aydın taraflarını geçtikten sonraydı yoldan üzüm almıştık.gülüşerek katık ettiğimiz peynir ve üzümümüzü yerken birden dişlerimin arasına taş gibi sert bir şey dokundu taş mı ne? Derken meğer dişim kırılmış.Çok gülmüştük üzüm yerken insanın dişi nasıl kırılır diye.Küçük Anadolu kasabalarından,köylerinden geçerek yolumuza devam ediyorduk.Pencereden akıp giden manzara çoğu zaman uçsuz bucaksız ovalardı.Üstümüz başımız kara trenin isi pisi ile simsiyah olmuştu.O dümdüz ovaları sanki günlerce hep duruyormuş gibi giderek güç bela geçmiştik.O kadar yavaş gidiyorduk ki yokuşlarda inip biraz ilerde tekrar binebilirdik. Çoğu zaman uzun molalar vereek trenimiz yoluna devam ediyordu.Kimi istasyonlarda üç saat dört saat kaldığı oluyordu.Bakımı ve sağlıklı yola devam etmesi içinmiş. O kara tren türküsünün neden yakıldığını o zaman anlamıştım.Ulaşacağı menzile öyle kolayca varamıyordu."Kara tren gelmez mola düdüğünü çalmaz mola gurbet ele yar yolladım mektubumu almaz mola...
Kara trendi bu.Salına salına gidecekti elbet. Koskoca ovada düdüğünü bir çaldı mı herkes duyar bilirdi ki sevgiliden,gurbettekilerden bir haber var...Tam üç gün sonra akşamüstü alaca karanlıkta Ulukışla’ya varmıştık .Unutulmaz anılar ve buruk bir bir tat kalmıştı damağımda.Yolculuk deyince yine hep ilk aklıma gelen tren yolculuğudur nedense.
Canan YÖNTER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.