- 1058 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Peki karamsarlık niçin yaratıldı?
İnsanın en ’acı’ fakat aynı zamanda en ’olgunlaştırıcı’ uyanışı ’kendisini abarttığını farketmesi’dir. Acıdır. Çünkü yaşama tutunmak iştiyakından epeycesini götürür. Olgunlaştırıcıdır. Çünkü bu uyanışı yaşayanlar kendileri hakkında kandırılmaya daha az yatkındırlar. Haklarında düştükleri yeis kullanışlılıklarını azaltır. Bir insan kendisi hakkında ’e-bilmek’lere dayalı tanımlar/sınırlar sahibi olursa hayallerini manipüle edenlere karşı kavi bir zırh elde etmiş olur. Evet. İnsanın içinde ’umulası sanrılara’ kapılmaya yatkın latifeler vardır. Kendisi hakkında bir şekilde yeise düşen bu türden manipülasyonlara kapanır.
Yeisin varlığının hikmeti de buradadır. Ben bunu çok açıdan olumlu görüyorum. Zira, başta da belirttiğim gibi, rezil olmaktan korunmuş oluyoruz böylelikle. Peki kime karşı? Öncelikle şeytana. Çevremize. Kendimize. Hasmımıza. ’Acz-fakr bilinci’ dediğimiz şey de bir açıdan bunu sağlıyor. Dışımızda "Kral çıplak!" diyen birileri olmazdan evvel içimizdeki mübarek bir yer bağırıyor: "Sen çıplaksın!" Masaldaki kralın düşürüldüğü tuzağa hiçbir hilekâr terzi sizi düşüremiyor. Lakin bu tarz bir uyanışın bazı yanetkileri de var. Hayata karşı istek azalımı bunlardan birisi...
Cenab-ı Hakkın insanda nefis yaratışının bence en büyük hikmetlerinden birisidir. Nefis gündelik yaşama tutunmamızı sağlar. Onun ’anların lezzeti’ üzerinden zamanla kurduğu bağ, alınan her nefesi, arzulanır kılar. Nefsi olmadığında bir insan dünyayla bağ kurmakta da zorlanacaktır. Neyi/niçin yapacaktır? Aklın anlayabileceği amaçlar her konuda yeterli motivasyonu sağlamazlar. Peki kalp? Kalp sahiplerinin anlara kadar sirayet eder şekilde onunla yaşamaları zordur. Elbette bir kalp sahibi küçük bir çocuğu korumak için canavarlara karşı koyabilir. Fakat her sabah işe gitmeye kendisini ikna etmesi kolay olmaz. Ve Hanzale’ler, sık sık, münafık olduklarını sandıkları boşluklara düşerler.
Nefis böyle bir işe de yarıyor. Küçük şeylerin küçüklüğünü görmezden gelebiliyoruz nefisle. Onları sanki büyük şeyler gibi arzuluyoruz. Bakkalda gördüğümüz sakız ona doğru birçok adım atmamız için yeterli olabiliyor. Akıl bununla harekete gelmez. Kalp bununla ikna olmaz. Ama nefis her boşluğu ’istekle yaşanılır’ kılabilir. Fakat onun da bu küçük-büyük ayrımındaki muğlaklık nedeniyle hayatı heder etme ihtimali var. Rehberliğe ve hatta bir ölçüde yoksunluk kamçısıyla terbiye edilmeye muhtaç.
Başa dönelim. Yola çıkarken tahayyül ettiğimiz kadar büyük bir adam olmadığımızı kabul süreci, yukarıda zikrettiğimiz ’yaşama isteksizliği’ sayılmazsa, stres azaltıcı fonksiyonlara da sahiptir. Bir insan, dünyayı yerinden oynatacak üstünlükte bir yeteneğe sahip olduğunu, ancak bunun hâlâ ortaya çıkmadığını, fırsat bulamadığını veya verilmediğini düşünecek olursa ortayaşlarından itibaren psikolojik bir gerilimle (hem de artan bir gerilimle) yaşar hale gelir.
Kısıtlı zamanı dolmaya yüz tutmuştur ve o hâlâ olması gereken yerde değildir. Böyle insan bir noktadan sonra yaşamın öğelerine ve dahil olan insanlara karşı intikam hissi de beslemeye başlar. Olması gerekenin olmaması sorumluluğu öyle tek başına taşınacak gibi değildir. O halde omuzdaki yük dağıtılmalıdır. Biz de ebeveynimizden başlayarak çevremizi suçlayarak bu yükü dağıtırız.
Ben, eğer doğru şekilde tefekkür edilebilirse, ahirete imanın bu noktada bir tedavi ediciliği olduğunu düşünüyorum. O devayı da şöyle tasvir ediyorum: Eğer bir insan, her ne kadar kimsenin cebinde böyle bir garanti olmasa da, cennete gitmeyi başarabilirse veya oraya gitmeye müheyya bir hayat yaşayabilirse, itikadı gereği olması gereken şey çoktan olmuştur.
Bu seküler anlamda tatmin edici birşey olmayabilir. Bir holding patronu olmak yerine bir temizlik işçisi olarak veya bir güzellik kraliçesi olmak yerine evhanımı olarak hayatı sonlandırmış olabilirsiniz. Dininiz böylesi bir durumda siz der ki: "Dostum, görünüşe aldanma, aslında sen kazandın!"
Burada kazanmadığını düşünen nefsimizdir. Kazandığına inanacak olan kalbimizdir. Nefsimize karşı kalbimizin argümanlarını galip getirecek olansa aklımızdır.
Akıl, uzunvadede bakıldığında, kalbin seçiminin doğru olduğunu gösterecek deliller üretir bize. (Eğer direksiyonu vicdanın ellerindeyse.) Fakat kağıt üzerindeki bütün bu halledilmişliğe rağmen şöyle büyük bir sorunumuz var: Ahirzamandayız. Hayatı büyük ölçüde nefis eksenli yaşıyoruz. Bu etkiden kurtulamıyoruz. Ve sabah istekle kalkmanın formülünü yine o elinde bulunduruyor. En azından hayatı kalp ve ruhun derece-i hayatında yaşamayı bilmeyen bizler için. Bu dereceye çıkamadığımız sürece ’nefsin ikna ediciliğinden’ de vazgeçebilir gibi durmuyoruz. Nefse rağmen yaşayan salihlerin kıssaları bizim için en mitolojik masallardan bile daha fazla mit. Zeus’un kıçından yıldırım çıkarttığına inanasımız var ama İmam-ı Azam’ın (r.a.) ’faiz olur’ korkusuyla borçlusunun gölgesinden kaçışını anlamaya mecalimiz yok. Hayallerimiz için gerçeklerden vazgeçmeye varız ama gerçekler için menfaatlerden vazgeçmek çok zor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.