İki tekerlekli tekerleme
Uzun zaman olmuştu bisiklete binmeyeli, tramvay, otomobil derken iki tekerleği unutmuşum, şükürler olsun sürmeyi değil. Öylece dolandım etrafı, tramvay yolunu, yaya kaldırımlarını, imkân bulamadığımda kullandım, özlemişim iki tekerin devinimini, esintisini… Müzik, rüzgârın uğultusu, denizi olan memleketimin derin bir kuyusu, o, sanki bir fotoğrafın içerisinden çıkmışçasına sessizliğe mahkûm edilmiş bir mırıldanma değil, binlerce katlardan oluşan insanın içerisinden herhangi bir katı benimseten, bir serzeniş, bir duyumsama hazzı. Uçuyorum, alabildiğine, iki tekerleğin milyonlarca kez dönüşüyle, sanki deniz dalgalarının uçlarındaki güneş parıltılarının içerisinde sonsuz bir dönüşün ışığı yanıyormuş gibi, süzülüyorum. Kendilerinden saklanmak isteyen insanlar, saklambaç oynayan çocukların heyecanıyla, dalgaların mütemadiyen öngörülemez hareketlerini sobeliyorlar. Kim kendinden kaçmak için, kendi için dalgalara sarılır ki?
Sıradanlığın içinde acelesizlik var, tembellik değil, kim göklerin sıradanlığında iki renkten oluşan karmaşık bir tablo oluşturabilir ki? El ele tutuşup, göz göze bakıştıktan sonra sevginin rengarenk tablo oluşturmasının sıradanlığında zamandan söz edilebilir mi?
Sevgililer, her yerdeler, bugünün soğukluğunda içimi ısıtan nadide çiftler. Kimisi dudak dudağa, kimisi el ele, kimisi göz göze… Her birinin yanından geçerken sıcaklıyor esinti, lodos oluveriyor, kabarıyor deniz, göklere vuruyor dalgalar, her biri sevgiyi harmanlayan köz, közü celallendiren rüzgâr, rüzgârı yön veren vadi, her biri doğadan kopan bir parça…
Özlemişim ya doyasıya gezdim bugün, denizi özlemişim, insanları, insanı insan yapan, insanlardan kaçan insanları özlemişim, yeşili, griye çalan değil, yemyeşili özlemişim, dört tekerleğin icat edilmediği zamanlardaki insanların gerekliliğini özlemişim, çocuğun sesini, çekirdeğin çitlemesini, bir sevgilinin sevildiğini hissettiğinde o hırıltılı gülümsemesini, bir dedenin torunuyla o eşsiz sohbet lahzalarını, denizin dalgalarıyla, dalgaların martılarla, martıların balıklarla, balıkların oltalarla, oltaların misinayla, misinanın makarayla, makaranın sertleşmiş parmak uçlarıyla, parmakların, onu bütünleştiren, ona can veren insanın ruhuyla, tüm bunları bir senfoni orkestrasının bütünlüğündeki eşsizlik gibi, duyumlarımı bütünleştiren, bütünü oluşturan parçalardan birinin eksik olabilme ihtimalinin endişesiyle özlemişim…
Bitmeyen kuvvet, bitmeyen yollar, bitmeyen gülümseme, bisikletin tarifi. Otomobilin, insan ruhunu sarıp sarmalayan konforundan sıyrılabildiğim sayılı günlerden biri bu. Belki sadece bugün, ötesi yok. Trafiğin, trafik ışıklarının keşmekeş kurallarından, insan zihnini alışkanlıkların kölesi yapma yolundaki liderliğinden sıyrıldım bugün. Özgürlüğün tanımsızlığında, mutlak özgürlüğe kapı aralayabilme yetisine kavuştum bugün. Dünyayı kirleten, zihinlerimizi labirentleştiren, bizleri kalıplarla şekilden şekle koyan motorlu şeylerin dünyasından uzaklaşabilmek, onların gürültülü, insan doğasına aykırı yapılarıyla, yapay ve sadelikten uzak mekanik oluşumlarının bir parçası olmamak, en azından bugün, ne güzeldi öyle…
Bir gün, bugün, güzeldi, bitti, geçti. Tüm düşüncelerin alışagelmiş yoğunluğuna geri dönmeden önce söyleyebileceğim son cümleydi bu; Geçti…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.