- 672 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
MUTLU BİR AŞK MİSALİ
Genç kadın artık mutluydu. Gökyüzüne, havaya, kuşlara bakıp anlamsız bir bakışla gülüyordu. Gitmişti artık o karartılı soğuk günler. İçine sığdıramadığı, her gün kaderine, kendisine küfrettiği, her gün acı ile zorla çırpındığı günleri geride bırakıp mavi duygularının aynası olan o adama yönelmişti. Sahi nasıl günlerdi o günler? Aynaya bakmaya bile cesaret edemeyen, dalgasız bir denizi andıran gözler neredeydi? Geçmişti artık. Hızlı bir tren gibi bir saniyede geçmişti sanki gözlerinin önünden. Artık hatırlamak istemiyordu onları. Her hatırlamak istediğinde ise bu mavi gözlere, denize ve gökyüzüne bakıyordu. Yalnız olmadığını -O denizin koyu derinliğini andıran mavi gözlü, kendisini mutlu eden ve her gün elini tutup ona şiirler, güzel sözler söyleyen adamı - hatırlıyordu. Çok seviyordu bu adamı. İçinde derinliği andırıcasına ulaşamaz sandığı ancak ulaştığı aşk vardı. Aşkın anlamını çok iyi bilirdi. Aşktan çok iyi anlardı. Ancak bu aşk o aşktan değildi. Farklıydı bunlar. Belki mavi bir çimen , belki yeşil bir denizlerdi. Sanki bu dünyadan, bu hayattan kopmuş farklı bir dünyaya farklı bir hayata yönelmişlerdi. Sanki herkes ölmüş sadece ikisi kalmıştı bu dünyada. Genç kadın denize ve adama bakıp bunları düşünürken adamın dudaklarına yönelmiş onlardan bir tat almıştı. Çok farklıydı bu tat. Sanki 5 saniyeliğine cennetin o güzel yerlerine gitmiş geri gelmişti. Sanki yarım aldığı hayatın tadını 5 saniyede tamamlamıştı. Çok aşıktı bu adama. Onu kaybedeceğinden, ulaşamayacağından çok korkuyordu. Bunları düşünürken gülerek ona bakıyordu. Mutlu ediyordu kendisini. Bu anlamsız, mutsuz aşıkların olduğu dünyada sanki kendisi mutlu kadın değil mutlu aşık olmuştu. Sanki böyle olan sadece kendisiydi yaşadığı dünyada. Bu mutlu aşkın biteceğini düşünemiyordu hiç. Artık o böyle anlamsız şeyleri kafasına koymaktan vazgeçmiş bir kadındı. Kendisine her gün yazılan o kafiyeli, duygulu şiirlere ve mavi gözlere yönelmişti. Kendisini anlatıyordu bu şiirler. Bu şiirleri dinlerken içinde o kadar kıpırdanma ve heyecanlanma oluyordu ki sanki adamın gözlerin derinliğine atlayıp orada - o kendisine bakan mavi duygularda- boğulup gidecekti. Belki de ölümünün böyle olmasını isterdi. Ona eceline kadar bakmak isterdi. Bir daha böyle göz, bir daha böyle duygular bulamazdı hayatında. Bulsa da o asla buna benzemezdi. Kurmadığı hayallerinin, yaşamadığı hayatının tek yolu bu mavi gözlerde geçiyordu. Bitmeyen bir sürpriz gibi girmişti hayatına. Artık o çıksa bile kendisi çıkamazdı hayatından. O gitse bile kendisi mezarının başına ağaca konan yaralı bir kuş gibi konardı. Ve Tanrının o mavi duygulara tekrar kavuşturacağı saati beklerdi...